|
Muhataplık meselesi
|
2016-09-14 23:12
|
Vahap Coşkun
|
|
Dünyanın her yerinde silaha başvuranlar, adına yola revan olduklarını söyledikleri halkın biricik temsilcilerinin kendileri olduğunu iddia ederler. Mücadele ettikleri devletlerden bunu tanımlarını talep ederler. Başlıca iki nedeni vardır bunun: İlki, temsilci sıfatı içeride mücadeleye kitlesel desteği artırır ve grubun toplumsal tabanının büyümesini sağlar. İkincisi de, dışarıda, gruba çok arzuladıkları meşruiyeti sağlar.
Hükümetler, silahlı grupların bu iddiasını tanımaktan uzak durmalıdırlar. Hiçbir halk yekpare değildir, hepsinin içinde farklı gruplar ve yapılar bulunur. Bu itibarla hükümetler, silah elinde bulunduran grubu “halkın tek temsilcisi” olarak tanıma temel yanlışına düşmemelidir. Bunun da iki önemli sebebi vardır: Birincisi, yegâne temsilcilik konumunun, bahse konu gruba gerçekte sahip olduğundan çok fazla güç atfedilmesi sonucunu doğurmasıdır. İkincisi ise, halk adına karar verme yetkisi bir gruba verildiğinde, onun dışındakilerin devre dışı kalmasıdır.
Dolayısıyla bir halkın kaderini tek bir gruba ya da örgüte mal etmemek, altın bir kuraldır ve hükümetler buna sıkı sıkıya riayet etmelidir. Yaygın ve uzun süreli şiddet içeren bir meseleyi çözmeye girişirken hükümetler, muhataplarını çeşitlendirmelidir. Şiddete bulaşmayan grupları da sürece dâhil etmelidir. Olması gereken budur.
Bununla birlikte bir altın kural daha vardır. O da, silahlı grubun -ve varsa hukuki alandaki siyasi kanadının- görüşme trafiğinden dışlanmamasıdır. Bir halkın geleceğini bir ya da birkaç kişinin iki dudağı arasından çıkan söze bağlamak ne kadar yanlışsa, belli bir toplumsal desteği haiz bir silahlı grubu sürecin/süreçlerin dışına itmek de o denli yanlıştır. Her ikisi de doğru sonuç vermez.
“Yeni” modalite
Başbakan Yıldırım, gerek Diyarbakır’da ve gerek daha öncesinde, çözümün halkta olduğunu ve artık çözüm noktasında PKK’nin oynayabileceği bir rolün olmadığını belirtti. Kimileri bunun çözüm için yeni bir modalite olduğunu ve başarı şansının yüksek olduğunu savundu.
Aynı görüşte değilim. Bana göre burada “yeni” bir durum yok; geçmişte de bu yöntem birçok defa denenmişti. Ve yine bana göre, bundan bir başarı öyküsü çıkmaz; PKK’yi yok sayan, onunla herhangi bir teması reddeden bir modaliteden hükümet çevrelerinin umduğu neticeye ulaşılamaz. Bu nedenle hükümet, meseleye gerçekçi bakmalı ve sağlıklı bir muhataplık ilişkisi tanzim etmeye çaba harcamalı. Kanımca muhataplık meselesi, üç yönlü düşünülebilir:
Birincisi, hükümetin deklere ettiği şekilde, doğrudan halkla ve temsilcileriyle görüşmesidir. Devlet sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri ve siyasi partilerle görüşür. Onların talep ve kaygılarını not eder. Yol haritasını belirlerken bütün bunları göz önünde bulundurur. Bu faaliyetlerinde de herhangi bir ayrımcılık yapmaz, görüşmeleri şeffaflık içinde yürütür ve toplumun bütün kesimlerine ulaşmaya çalışır. Böylelikle tek bir grubun muhatap kabul edildiği, diğerlerinin de onlara kurban edildiği endişesini ortadan kaldırır.
PKK’siz çözümün imkânı
İkincisi, hükümetin PKK ile müzakere etmesidir. Eğer gaye, silahları gündemden düşürmek ise, politik ve sivil aktörlerin yanında, silahı elinde tutanlarla ile görüşmek bir mecburiyettir. Zira silahın nerede, nasıl ve neyin karşılığında bırakılacağı, örgütün ve mensuplarının hukuki durumlarının ne olacağı, vb. meseleleri doğrudan örgütle konuşmaktan başkaca bir çıkar yol yoktur. Evet, Kürt meselesi, salt bir PKK meselesi değildi, sadece PKK’ye de bağlanamaz, bağlanmamalıdır. Ama PKK’siz de Kürt meselesi çözülemez.
Halkı da, kendimizi de kandırmaya gerek yok. Belli bir halk desteğine erişip kitleselleşen bir silahlı hareketi salt güvenlik tedbirleri ile bitirmek olanaksız. Bunun bir misali de yok. Bir müzakere süreci başarısızlığa uğrayıp çatışmalar başladığında taraflar bir daha müzakere olmayacak gibi dozu sert açıklamalar yaparlar. Fakat bunun gerçeklikle örtüşmediğini de bilirler. Eninde sonunda bir masa kurulur ve diyalog başlar. O halde görüşme kapısını dikkatli bir şekilde aralık tutmakta her zaman yarar vardır. Şüphesiz görüşmenin şekli, içeriği ve tarafları temsil eden aktörler zaman içinde değişebilir ama görüşme yapılmadan çözüm olmaz.
Masanın doğru tarafı
Üçüncüsü ise, hükümetin herhangi bir formel muhataplık ilişkisine gerek duymadan yapabileceği düzenlemelerdir. Çok uzun bir süredir Kürt meselesi konuşuyoruz. Sürekli muhasebe yapıyor, eksiklikleri ve yanlışlıkları gözden geçiriyor, dünyadaki benzer vakalara bakıyoruz. Sadece Akil İnsanlar Heyetlerinin raporları ciddiyetle incelense, o raporlarda çok sayıda ve hemen yerine getirilebilecek çok sayıda önerinin olduğu görülür. Yani gök kubbenin altında söylenmedik söz neredeyse yok gibi. Talepler biliniyor ve bunların karşılanma yolları da üç aşağı beş yukarı belli.
O halde hükümet zaman kaybetmeden harekete geçebilir. Bir muhatap arayışına girmeden de bazı adımları atabilir. Mesela anadil eğitimi ve dilin kamusal kullanımına ilişkin öneri paketini hazırlayıp Meclis’in gündemine getirebilir. Zaten demokratik haklar noktasında hükümetin bir muhatap aramasına gerek yok. Kürtlerin talepleri söz konusu olduğunda hükümetin masanın bir tarafına Kürtleri koyup, kendisini masanın karşı tarafında konumlandırması, başlı başına büyük bir yanlış olur. Hükümet bu yanlıştan sakınmalı, kendisini taleplerin muhatabı olarak görmeli ve yapılması icap eden yasal ve anayasal düzenlemelere önayak olmalıdır.
Ezcümle, hükümetin elini-kolunu tutan yok! Buyursun yapsın…
|
|
|
|