|
Perşembenin gelişi
|
2016-11-08 20:19
|
Vahap Coşkun
|
|
Aslında her şey ilk düğmenin yanlış iliklenmesiyle başladı. Parlamentoda, ceza hukukunun genel ilkelerine ve Anayasanın ilgili hükümlerine aykırı olarak milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı. Vekillerin kendilerini Meclis’te savunma ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurma hakları ihlal edildi. Toplantıcı bir şekilde ve bir kereliğine haklarında soruşturma bulunan vekiller dokunulmazlıktan mahrum edildi.
Bu adıma karşılık HDP’nin hiçbir milletvekilinin ifade vermeye gitmeyeceğini bir parti politikası haline getirmesi, ikinci bir yanlışlık oldu. “Biz gelmiyoruz, gücünüz yetiyorsa gelin alın” biçimindeki bir meydan okumaya devletin pabuç bırakmayacağı aşikârdı. Meclis’teki diğer iki partinin liderinin davet üzerine savcılığa gitmekten imtina etmediği bir vasatta, HDP’lilerin tavrının karşılıksız bırakılmayacağı belliydi. Bir tahmin yürütmek zor; ancak mevzu karşılıklı inatlaşmaya getirilmese ve sürecin başında savcılıkların davetine icabet edilip ifadeler verilseydi bugünkü kötü tablo ortaya çıkmayabilirdi. Muhtemelen ifadeler alınır,
Siyasi bir gözdağı
Ardından bir üçüncü yanlışlık devletten geldi. Milletvekilleri hakkında farklı savcılıklar işlem başlatmıştı. Soruşturma konuları farklıydı, dosyaların birbiriyle bir irtibatı yoktu. Normalde her bir vekil ayrı tarihlerde davet edilir, gelmedikleri takdirde yine her biri için ayır bir zorlama getirme prosedürü tatbik edilirdi, Laikin öyle olmadı. Bir düğmeye basılmışçasına, bütün savcılıklar aynı saatte harekete geçtiler ve milletvekillerini yaka paça gözaltına aldılar. Ertesi gün de HDP’nin il teşkilatlarına yönelik operasyonlar yapıldı. Şırnak Belediyesi’ne kayyum atandı.
Yapılıp edilenler, sürecin arkasında güçlü bir siyasi iradenin varlığına delildi. Her ne kadar hükümet temsilcileri “Bağımsız yargının kararıdır, herkes saygı göstermelidir” işin pür hukukla ilerlemediği açıktı. Evet, perdenin önünde hukuki aktörler –savcılar, hakimleri, mahkemeler- görünüyordu ama gerçekte işlerin alınan siyasi kararlara uygun olarak yürüyordu. Yani hükümetin başlattığı topyekun mücadele strateji, hukuka da sirayet ediyor, hükümet siyasi gözdağı mesajını hukuk aracılığıyla iletiyordu.
Yanlışlıklar silsilesi burada da durmadı. Vekiller tutuklandı. Karar verilirken ne AİHM’nin, ne de Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) içtihatlarına itibar edildi. Oysa Anayasa Mahkemesi, Mustafa Balbay kararında çok önemli noktalara işaret etmişti. Mahkemeye göre, tutukluk istisna, hürriyet esastı. Ancak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına oranla daha ağır bir kamu yararı mevcut ise tutuklama haklı görülebilirdi.
“Aslolan halkın siyasi iradesinin parlamentoya yansımasıdır”
Eğer tutuklanan kişi milletvekili ise, bu takdirde seçilme hakkı ile temsil hakkı göz önünde bulundurulmalıydı. Seçilme hakkı, sadece aday olmayı değil, kişinin seçildikten sonra parlamentoda bulunma hakkını –yani kişinin milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini fiilen kullanabilmesini de- ihtiva ederdi. Bu nedenle “seçilmiş milletvekilinin yasama faaliyetine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil, aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir müdahale teşkil edebilir”idi.
Dolayısıyla mahkemeler milletvekillerin tutukluğu hakkında karar verirken,
· hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından
· hem de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha büyük bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeliydi.
Aynı kararında AYM, aslolanın halkın siyasi iradesinin parlamentoya yansıması olduğunu belirtir. Halkın siyasi iradesi engellenmemeli ve hakkın özü etkisiz hale getirilmemelidir. Vekillerin yasama faaliyetlerini yerine getirmelerini engelleyecek ölçüsüz müdahaleler, halk iradesiyle oluşan temsil yetkisini ortadan kaldıracak ve seçmen iradesinin parlamentoya yansımasını önleyecektir.
Hülasa, hukuken çok sıkıntılı bir durum var ortada. Ancak kimsenin hukukun inceliklerine riayet etme ve hukukla zaman kaybetme (!) gibi bir derdi yok. Siyasi açıdan da manzara insanın içine kasvet çökertiyor. Hükümet arık elini en yükseğe taşıdı. Belediyeler kayyum atanması, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin eş başkanlarının tutuklanması derken, sıra Meclis’te en büyük üçüncü gruba sahip partinin eşgenel başkanlarını da hapishaneye yollamaya geldi. Bundan daha da ötesi yok zaten!
Gemi azıya almak
Durumu düzeltmek adına iç ve dış şartlar da son derece olumsuz. Batı ile ilişkilerin tadını kaçmış durumda. Batı hem 15 Temmuz ardındaki olağan şüpheli, hem de PKK arkasındaki güç olarak değerlendiriliyor. Halkta Batı karşıtlığı almış başını yürümüş, milliyetçi duygular da en üst seviyede çıkmış. Böyle bir ortamda ne içerden yükselecek itidal çağrılarına, ne de Batı’dan gelecek eleştirilere değer atfedilir.
Öte yandan PKK de gemi azıya almış vaziyette. Tabanı ile arasındaki mesafe açılıyor, çağrılarına kulak tıkanıyor, davetleri karşılık bulmuyor. O da buna cevap olarak, sağa solda bomba patlatıyor ve masum insanların kanına giriyor. Diyarbakır’daki son katliamı TAK üstlendi ve eylemlerini artıracağı tehdidinde bulundu.
Siyasi akıl tamamen taca çıkmış durumda. Siyasetten, demokrasiden, çözümden bahsetmek her geçen gün güçleşiyor. Kendilerine “realist” payesi verenler, “Bu yol, yol değil” diyen az sayıdaki kişiyi de “naif” diye etiketleyip tefe koyuyor. Sanki onların “realist” olarak görüp yücelttiklerini bu ülke daha önce denemedi ve sanki bütün bunlar boşa çıkmadı!
Vitesi boşa alınmış bir halde yokuş aşağı giderek artan az bir süratle ilerliyoruz. Her gün bir oraya bir buraya çarpıyoruz zaten ama belimizi güç doğrultacağımız büyük bir duvara çarpmaktan korkarım…
---------------------------------------------------------------
Serbestiyet-8 Kasım
|
|
|
|