|
Aman kafanız karışmasın!
|
2018-09-22 19:24
|
Vahap Coşkun
|
|
28 Şubat’ın bütün ağırlığıyla toplumun üzerine çöktüğü günler.
Askerler herkesi hizaya çekiyor; her kişi ve kurumdan bakışını, duruşunu tavrını karargâha bakıp öyle düzenlemesini bekliyor. Tabi, toplumu etkileme kapasitesi bakımından gözler öncelikli olarak medyaya çevriliyor. Kim 28 Şubat’ın yanında duruyor, kim karşısına geçiyor, kim ortada kalmaya çalışıyor, hepsi bir bir not ediliyor.
Doğan Grubu, o meşum günlerde, 28 Şubat’ın yanında saf tutuyor. Hatta grup içinde bazı kalemler askerin, meşru hükümete karşı olan anti-demokratik dayatmalarını yeterli bulmuyor, karargâha kadar gidip elini masaya daha sert vurması kışkırtıyor. Bununla birlikte grubun içinde askerlerin kaşlarını yukarı kaldırmasına sebebiyet veren yazarlar da bulunuyor.
Gazetecilere irticaı anlatan general
Dönemin kudretli paşası Çevik Bir, duyduğu rahatsızlığı Aydın Doğan’a iletiyor. “Komutan adına konuşuyorum” diyerek bazı yazarların ismini veriyor ve onların işten çıkarılmalarını talep ediyor. Doğan, bu talebi geri çeviriyor. Bunun üzerine Bir, “Öyleyse ben geleyim, irtica tehlikesini bu arkadaşlara anlatayım” diyor.
Bir yemek organize ediliyor. Aralarında Yalçın Doğan, Sami Kohen, Zülfü Livaneli, Hasan Pulur, Meral Tamer gibi isimlerin bulunduğu yemekte Orgeneral Bir, yazarlara irticanın ne kadar büyük bir tehlike haline geldiğini izah etmeye başlıyor.
Yemekte bulunanlardan biri de Taha Akyol’dur. Akyol, generalin öne sürüdüğü fikirlere katılmıyor. Türkiye’de bir irtica tehlikesinin bulunmadığını ve yapılacak bilimsel araştırmalarla da bu durumun açıklığa kavuşturulabileceğini belirtiyor. Bu çerçevede bazı akademisyenleri de zikrediyor Akyol; mesela Nur Vergin ve Elizabeth Özdalga gibi sosyologlarla görüşebileceklerini ve bu isimlere konuya ilişkin araştırma yaptırabileceklerini söylüyor.
Akla kurt düşürmek
Akyol’un itirazı ve önerisi Bir’in hoşuna gitmiyor. Öneriyi geri çeviriyor. Geri çevirirken de son derece çarpıcı bir laf ediyor: “Biz, kafamızın karışmasını da istemeyiz.” (Gürkan Zengin; Kuşatma, İnkılâp Kitabevi, 2018, İstanbul, s. 186-187)
Herhalde sadece Türkiye’de değil her yerde ve sadece askerler değil bütün iktidar yapıları kafalarının karışmasından hazzetmezler. Her iktidar, hem bütün sorunları hem de bu sorunlara dair doğru reçeteleri bildiklerini varsayarlar. Kendi akıllarından son derece memnundurlar, bu nedenle tartışılmak değil onaylanmak isterler. Zihni konforlarını alaşağı edecek düşüncelerden hoşlanmazlar. Akıllarına kurt düşürülmesini bir zaaf olarak görürüler. Bu nedenle onları ya susturur ya da göremezden gelirler.
Ancak vakit geçer, şartlar farklılaşır. Toplum onları kafalarındaki çerçeveye sığmaz olur. Bildiklerinden şaşmama azmi, iktidarın esnemesini zorlaştırır. Başka bir ihtimalin da olabileceği düşüncesiyle araya konulan ve her geçen gün daha çok açılan mesafe, sosyal değişimi okuma şansını ortadan kaldırır. Netice, iktidarı korumak için berraklaştırılan (!) kafanın aksi bir işlev görmesi ve giderek iktidarı çürütmeye başlamasıdır. Karışık kafa iyidir!
Dünden bugüne değişen pek bir şey yok. Mevcut iktidar ve onun taraftarları, geçmişte kendilerini hedefe koyanlar gibi, bütün bir toplumu “biz ve onlar”, “iyi ve kötü”, “dost ve düşman” saflara sıkıştırıyorlar.
Her kesim kendi içinde birçok çeşitlilik barındırıyor. Ama iktidar ve çevresi, hayatı keskin karşıtlıklar üzerinden okumayı tercih ediyor. Her şey çok net onlar için; ya dostsun ya da düşman. Eğer bizim tarafımızdaysan iyisin, diğer taraftaysan kötü!
Bunun bir ortası yok; kafayı karıştırmaya hacet de yok. Aynen dün gibi!
Oysa karışık kafa iyidir; karışmayan kafa durulmaz.
---------------------------------------------------
Serbestiyet.com-21 Eylül 2018
|
|
|
|