2024-11-22
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Vahap Coşkun
 
Siyasete ayarlı hukuk*
2018-10-23 18:41
Vahap Coşkun
Amerikalı rahip Brunson’ın duruşmasının yapıldığı gün bir sempozyum için Malatya’daydım. Oturum aralarında ve çarşı-pazarda birçok kişi ile sohbet etme imkânı buldum. Hemen herkes davadan haberdardı ve gelişmeleri an be an takip ediyordu. Gözler sosyal medyadan akan haberlerdeydi. Gördüğüm, Rahip Brunson’ın serbest bırakılmasının toplumsal bir talebe (!) dönüştüğüydü. Genel hissiyat, “Yeter artık adamı bıraksınlar kardeşim, nereye giderse gitsin. Kurtulalım bu adamdan da işimize bakalım” yönündeydi.

Brunson, daha birkaç ay öncesine kadar adı sanı bilinmeyen Amerikalı bir din adamı idi. İki yıl önce FETÖ ve PKK ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle tutuklandığında da kamuoyunun pek bir dikkatini çekmemişti. Fakat ne zaman ki ABD Başkanı Trump, Brunson meselesine bodoslamadan dalıp rahibin hemen serbest bırakılmasını istedi, o andan itibaren Brunson da Türkiye gündemini adeta rehin alan bir isim oldu.

İktidar için de elverişli bir malzemeydi Brunson. Ülkenin karşılaştığı birçok sorunun kaynağı olarak -bazen doğrudan bazen dolaylı bir şekilde- Brunson hedef tahtasına oturtuldu. Ekonomiden diplomasiye oradan da hukuka kadar birçok alanda yaşanan sıkıntılar, Brunson’ın tutukluluğuyla irtibatlandırıldı. Hal böyle olunca kamuoyunun önemli bir kısmı da başına gelen musibetleri Brunson’ın içerde olmasına yordu. Doların yükselmesi de ona bağlandı ABD ile her geçen gün gerilen ipler de. Öyle ki işlerin yoluna girmesi için Brunson’ın salıverilmesi bir ön koşul gibi algılanmaya başlandı. Brunson gitse her şey düzelecekti! Neticede vatandaş, başının çevresinde dönen belalardan kurtulmak için Brunson’ın bırakılması diler hale geldi.

Hukuk fiyaskosu

Brunson Davası, Türkiye’de hukukun mevcut durumunu gözler önüne seren örnek davalardan biri oldu. Türkiye medyasında bu davayı en yakından izleyen gazeteci Yıldıray Oğur’du. Oğur’un dava dosyasından aktardığı detaylar, başından sonuna kadar hukuki açıdan büyük bir fiyasko ile karşı karşıya olunduğunu meydana çıkardı. Tel tel dökülen bir dosya var ortada; bağlantılar son derece zayıf, gizli tanık beyanları inandırıcılıktan uzak, deliller zorlama…

Ancak iktidar ve onu destekleyen basın organları, elde hukuken dişe dokunur bir veri olmamasına rağmen yine büyük bir hikâye yazdılar. Brunson önce “FETÖ’cü rahip” olarak lanse edildi. Ardından FETÖ ile birlikte PKK’ye yamandı. Nihayetinde büyük bir casus olduğu keşfedildi. Vaziyet o kadar zıvanadan çıktı ki, iktidar medyasında 15 Temmuz darbe girişiminin başarılı olması halinde Brunson’ın CIA’nin başına getirileceği bile yazıldı.

Büyükada casusları

Aslında Brunson ilk örnek değildi. Deniz Yücel ve Büyükada davalarında da benzer hadiseler yaşandı. Yine çürük bir iddianame ile çok büyük ithamlarda bulunuldu, iktidar medyası da davada adı geçenleri “terörist” ve “casus” olarak damgalayıp toptan mahkûm etti. Lakin devletin dibine kibrit suyu dökmekle suçlanan ve çok tehlikeli oldukları vazedilen şahıslar daha sonra serbest bırakıldı, aralarında yabancı olanlar herhangi bir sorunla karşılaşmadan memleketlerine uçtu.

Belirtmeden geçmeyelim; Osman Kavala Davası da benzer özelliklere sahip. Ona yönelik de ağır suçlamalar var. İktidar medyası yargısız infazından onu da mahrum etmedi. Ne var ki bu suçlamaları ete kemiğe büründürecek kanıtları sunamadı. Dahası Kavala bir yıla yakın bir süredir tutuklu ama onun hakkında henüz bir iddianame bile hazırlanmış değil. Eldeki verilerden hareketle, bu davanın da öncekiler gibi hukuki değil siyasi saiklere dayandığını söylemek mümkün. Kavala gibi sembol bir ismin alıkonulmasındaki gaye, sivil toplumun alanını sınırlandırmak olsa gerek. Eğer hukuk az buçuk işlemeye başlarsa Kavala da diğer davalardaki sanıklar gibi özgürlüğüne kavuşacaktır.

Perşembenin gelişi

Brunson’ın tutukluğuna son verileceğine dair son zamanlarda çok alametler birikmişti. Davanın savcısının değiştirilmesinden tutun duruşmaya bir-iki gün kala Amerikan medyasında çıkan Türkiye ile ABD’nin anlaştığına dair iddialara kadar perşembenin gelişini haber veren bilgiler artmıştı. Duruşma esnasında rahibin suçlanmasına temel teşkil eden gizli tanıkların ifadelerin rahip lehine değiştirmeleri de işin rengini tamamen belli etmişti.

Sonuçta Brunson’a ayıp olmasın kabilinden bir ceza verildi. Rahip tahliye edilip ülkesine gönderildi. Trump’a da Kasım seçimleri öncesinde muazzam bir propaganda yapma fırsatı doğdu.

Her ne kadar başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere bütün iktidar temsilcileri, kararın, yargının bağımsız iradesinin bir ürünü olduğunu söyleseler de, davanın serencamı bu iddiayı doğrular nitelikte değil. Brunson’ın tutuklanmasında, tutukluğunun devamında ve tahliyesinde asıl belirleyicinin hukuk değil siyaset olduğu aşikâr.

Siyasi ihtiyaçlara duyarlı davalar

Büyükada, Yücel, Brunson ve Kavala davaları birlikte değerlendirildiğinde şöyle bir noktaya varılıyor: İktidarın iç ve dış siyasette bazı ihtiyaçları doğuyor. Güvenlik ve yargı makamları bu ihtiyaçlara binaen soruşturmalar yürütüyorlar, davalar açıyorlar. Bu davaların seyrini ve sanıklarının hukuki durumlarını –doğal olarak- yine bu siyasi ihtiyaçlar tayin ediyor. Eğer sanıkların tutuklu olmasında bir fayda umuluyorsa, sanıklar içerde tutuluyorlar. Yok, eğer sanıkların salıverilmesinin siyaseten daha işlevsel olacağı düşünülüyorsa o zaman tahliye kararları veriliyor.

Keza tutuklular ABD ve Almanya gibi güçlü devletlerin vatandaşları olduklarında da rüzgârın yönü değişiyor. O devletler vatandaşlarını içerden çıkarmak için iktisadi ve siyasi ağırlıklarını koyduklarında, tutukluluk taşınamaz bir yüke dönüşüyor. O vakit de bir taraftan kuyruğu dik tutma görüntüsü vermeye çaba harcanıyor, diğer taraftan da türlü hukuki cambazlıklarla tahliyeler yapılıyor. Merkel ile görüşülüyor, Schröder araya gidiyor, Yücel bırakılıyor. Trump tehditkâr mesajlar yayınlanıyor, Pence davada hassasiyet gösteriyor, Brunson evinin yolu tutuyor, vs.

Siyasetin gölgesi

Hukukun bu derece siyasi gündeme ayarlanması, büyük hasarlar yaratıyor. İki tanesi bilhassa önemli: İlki, her şeyden önce hukuk güvenliğini berhava edilmesidir. Kötü emniyet ve yargı pratikleri, bir ihtiyacın hâsıl olması durumunda fasa-fiso iddialarla kişilerin özgürlüklerinin kolaylıkla ellerinden alınabileceğine işaret ediyor. Ve eğer o kişiler sözünü geçirebilecek kudrette bir devletin vatandaşı değillerse özgürlüklerine kavuşmaları uzun bir zaman alıyor.

İkincisi, yargının itibar kaybetmesi ve görülmekte olan davalarda verilen kararların da şaibeli olarak görülmeye başlanmasıdır. Yargının kararları üzerinde iktidarın gölgesi kalınlaştığında, özellikle siyasi nitelikteki davaların adil yürütüldüğünden emin olunmaz. Verilen her kararın altında iktidarın ayak izi aranır.

“Yargı bağımsızdır” demekle, yargı gerçekten bağımsız olmaz. Yargı, bağımsızlığını kararları ile gösterir. Ancak iktidar, kamuoyunun yakından takip ettiği her davada yargının bağımlı olduğunu düşündürtecek biçimde davranmaya devam ettiği müddetçe, yargının bağımsız olduğuna dair çıkışlara hiç kimse inanmaz.

Bir ülkede bireylerin hukuki güvenliğini de devletin itibarını da koruyacak olan, hukuk devletidir. Umarım, Brunson kararı bir hayra vesile olur ve gerçek bir hukuk devletinin acil bir ihtiyaç olduğunun karar verici makamlar nezdinde de görülmesini sağlar.

* Kürdistan 24, 17.10.2018


Print