|
İnsan ve hukuk
|
2015-03-03 18:56
|
Ümit KARDAŞ
|
|
İnsanın niteliğine ilişkin soruya, onun evrensel bir varlık olması nedeniyle ancak felsefi alanda bir cevap aranmakta. Bu konu felsefenin en kadim ve en karanlık meselesi. Sorunun cevabı insanın kendine özgü yapısında yatmakta. Bu yapı yalın ve tek katmanlı değil, aksine çoklu birleşik bir yapı ve evrenin bütün katmanları onda yansımasını bulmakta. Bir süre önce kaybettiğimiz değerli hukuk felsefecisi Vecdi Aral bu soruya cevap verirken: “Bir bakıma makrokosmos, insanda özetlenmiştir. O, bir mikrokosmostur; bir küçük evrendir,” der.Erich Froom bu cümleyi adeta tamamlar. “Heyecan verici çok şey vardır, ama hiçbiri de insandan daha görkemli değildir.” (Vecdi Aral, “İnsan Özgür mü?”)
İnsanın niteliğine cevap bulurken insanın insana ne kadar ihtiyaç duyduğunu anlarız. Bu ihtiyacıAbdülhak Şinasi Hisar çok güzel özetler. “Peki, vefa yerine ihanet görmeye, hakikati bulmak yerine iftiraya uğramaya, haksızlığın kurbanı olmaya razıyız. Fakat derdimizi dökecek bir dert ortağı, başımıza gelenlerden şikâyetimizi duyacak bir can kulağı bulunsun.”
İnsan bir toplum düzeni kurmak ve bu düzen içinde yaşamak zorunda. Onun her şeyden önce fizik varlığını korumak için diğer insanlarla birarada yaşaması ve işbirliği yapması kaçınılmaz bir durum. Ancak bu maddi ihtiyacın yanı sıra insan manevi yönden iç dünyasını oluşturup zenginleştirebilmek, kendini gerçekleştirebilmek için toplumun sağlayacağı olumlu, yaratıcı, teşvik edici ortama ihtiyaç duyar. Balzac, bu ihtiyacı şöyle dile getirir. “…insanın ilk düşüncesi şudur: Bir kader ortağı bulmak. Hayatın kendisi olan bu güçlü isteği doyurmak için insan bütün direncini, gücünü, tümel hayatının enerjisini kullanır.”
İnsanların birlikteliği kendisini vazgeçilmez olarak aşkta bulur. Kuşkusuz kastedilen aşk bugünkü tüketim toplumunda aldığı hâliyle içi boşaltılmış ve cinselliğe indirgenmiş bir durum değil. İnsan ilişkileri içsel dünyamızın kaynaklarını oluşturmakta. Ancak insanda toplumsal eğilimler kadar ona karşıt eğilimler de bulunmakta. İnsan aynı zamanda çıkarı için başkalarına zarar vermekten, gücünü başkalarını yok edinceye kadar kullanmaktan çekinmeyen bencil bir varlık. İnsan insanın ilacı olurken aynı zamanda kurdu da olabiliyor.
Sınırsız güç kullanılması toplum yaşamını zehirler ve onu yok eder. Bu nedenle doğa yasalarının dışında ve üstünde bir “olması gereken”i gösteren normların (kuralların) bulunması gerekir. Toplum içinde bireylerin güvenilir olmasını sağlayan hukukun öncelikle kendisinin güvenilir olması zorunlu. Toplumsal hayata güven getirecek, geleceğe ilişkin planlar yapabilmeyi sağlayacak hukukun meşruluğu, açıklığı, biçimciliği ve sürekliliği yerine getirmesi çok önemli.
Hukukun gerçek bir güvenlik sağlamasının önemli bir koşulu da hukuk düzeninin arkasında bulunan devletin, somut anlamda yönetenlerin de kendilerini aynı hukuka tabi kılması. Devleti meşrulaştıran şey bir taraftan bireyleri kaba güce karşı korumasıysa, diğer taraftan onun da koruma önlemleri sistemine, bu yoldaki sınırlandırmalara kendisini de sokması, meşru hukuktan ayrılmaması yani hukuk devleti niteliğine sahip bulunması olmakta.
Antik Yunan Uygarlığı’nın yedi bilgesinden biri olan ve o dönemin anayasasını hazırlayan (Solon Anayasası ) Atinalı devlet adamı ve şair Solon, bize bir şiirinde gücün hukukla sınırlanmasının önemini binlerce yıl öncesinden anlatmakta. “Buluttan karla dolu düşer/ Parlak şimşekten gök gürlemesi doğar/ Büyüklerin hırsı devleti uçuruma sürükler/ Halk farkına varmadan müstebitin kölesi olur/ Pek aşırı güçleneni sonradan bağlamak zordur/ Her şeyi vaktinde düşünmek gerekir.”
----------------------------------------------------------
Taraf- 3 Mart
|
|
|
|