|
Ümit KARDAŞ |
|
|
|
|
|
|
|
Silah alımlarında şeffaflık: Silah mı ekmek mi?
|
2019-08-05 11:46
|
Ümit KARDAŞ
|
|
Bir ülkenin dış güvenliği bakımından alacağı tedbirler tehdidin nereden gelebileceğinin tespitiyle yakından ilgilidir. Tehdidin yönü ise dönemsel olarak izlediğiniz dış politikayla değişebilir.
Kuşkusuz ülkenin içinde izlediğiniz politikalar da tehdidin önemini azaltabilir ya da çoğaltabilir. İçte ayrıştırıcı, ötekileştirici, hak taleplerini şiddetle bastırıcı, sorunları uzlaşma yoluyla çözmeyi dışlayıcı politikalar uygularsanız dış tehdit daha önemli hale gelir.
Aksine uzlaştırıcı, barışçı ve kucaklayıcı politikalar izlerseniz tehditle baş etmeniz psikolojik ve ekonomik olarak kolaylaşır. Kuşkusuz içte izlediğiniz barışçıl politikaları dış politikada uygulamanız gerekir.
Belirttiğim hususlara baktığımızda Türkiye’de AKP iktidarı ne hatalar yaptı? Öncelikle başlangıçta umut veren atılımlarının tersine bir yola girerek iç barışı sağlama imkânını berhava etti. Özellikle Kürtlerle ve diğer mağdur topluluklarla uzlaşı-işbirliği ekseninde sağlayacağı barışla dış politikasını sağlıklı belirleme imkânını elinden kaçırdı.
İçte insanların büyük bir bölümünü şiddet ve savaş diliyle düşmanlaştırdı. Toplulukları biz olmaktan yani toplum olmaktan uzaklaştırarak ülkenin iç ve dış gücünü zayıflattı.
İçeride Kürtleri tehdit olarak kabul edince sınırın ötesindeki Kürtlerle diyalog kurma ve Türkiye üzerindeki baskıyı azaltma imkânını ortadan kaldırdı. Osmanlı’yı ihyaya yönelik mezhepçi yaklaşımlar ve ham hayallerle uygulanan Suriye politikaları Türkiye’nin iç ve dış dengelerini bozdu. Ülke içte ve dışta ağır bir basınç altında kalarak gerildi.
NATO üyesi olan Türkiye izlenen hatalı politikalar sonucu ABD-BATI hattından devlet içindeki Avrasyacı eğilimin desteklediği RUSYA-İRAN-ÇİN eksenine kaydı, iki blok arasında denge politikası yürütme imkânını kaybetti ve bocalamaya başladı.
İçte ve dışta yapılan vahim hatalar sonucu Türkiye hem parasıyla katıldığı F-35 uçak projesini yürütmek hem de Rusya’nın özellikle bu uçaklara karşı geliştirdiği S-400 hava savunma sistemini satın almak paradoksuna itilmiş durumda.
Bu tespitleri yaptıktan sonra silah alımında yapılan tercihlerde şeffaflığın önemini vurgulamak gerekmekte.
Türkiye, silah harcamaları ve silahlanma alanında en fazla para harcayan ülkelerin başında geliyor. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) yıllık küresel silah harcamaları raporunu açıkladı. Rapora göre 2017 yılında silaha harcanan para bir önceki yıla göre yüzde 1,1 oranında artarak 1 trilyon 739 milyar dolara yükseldi.
Silaha en çok para harcayan ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor. 2008 - 2016 döneminde savunma harcamalarını yüzde 46 arttıran Türkiye 2017’de silahlanma için 18 milyar 200 milyon dolar harcadı. Geçen yıl ise savunma harcamalarını yüzde 24 artırıp 19 milyar dolara yükselttiği anlaşılmakta. Ayrıca hazine dışında farklı vakıflardan ve fonlardan silahlanmaya, silah üretimine aktarılan milyarlar bulunmakta.
Söz konusu raporda silahlanmanın Kürt silahlı grupları ve PKK’ya yönelik operasyonlarla birlikte çok hızlı artış gösterdiği belirtiliyor.
Türkiye’nin yakında geleceği belirtilen Rus yapımı S-400 hava savunma sistemi için ödediği bedel 2.5 milyar dolar.
Türkiye’nin F-35 savaş uçağı edinmek için harcamayı kabul ettiği bedelin miktarı ise 16- 25 milyar dolar arasında olduğu tahmin ediliyor.
Silah alımlarında şeffaflık, denetim ve hesap verilebilirlik bulunmadığından bu alımların gerekliliği, tercihlerin doğru yapılıp yapılmadığı, ekonomik olarak ödenen bedellerin yerinde olup olmadığı bilinemiyor. Kararların tek kişiyle birlikte dar bir kadro tarafından alındığı bugünkü sistemde bunun nasıl sıkıntılar yarattığı ortada.
İstihdama, açlığa, yoksulluğa, sağlığa ve eğitime harcanması zorunlu paraları yanlış iç ve dış politikalar sonucu silahlanmaya harcamak bu ülkede yaşayan insanların mutsuzluğu demek.
Amerika’lı bilim insanı Robert A. Dahl’a göre “siyasetin en temel ve kalıcı sorunu, otokratik yönetimin önüne geçmektir.” Bu nedenle parlamento gözetimi, devlet düzeyindeki güç paylaşımının temel unsurlarındandır. Güvenlik sektörü bütçenin önemli bir bölümünü kullandığından, sınırlı kaynakların etkin ve verimli kullanılıp kullanılmadığının parlamento tarafından denetimi çok önemli.
İç ve dış güvenlik, bir halkın refah ve mutluluğunda merkezi öneme sahip olduğundan ulusal güvenlik siyasetinde halkın görüşlerinin ifadesini bulması bir zorunluluk. Bu nedenle halkın parlamentoda seçilmiş temsilcileri yasal parametrelerin oluşturulması, bütçenin onaylanması ve güvenlik etkinliklerinin gözetiminden sorumlu bulunmakta.
Parlamento bu sorumluluklarını ancak bilgiye sınırsız ulaşım olanağına, gereken teknik uzmanlığa ve hükümeti hesap vermeye zorlama güç ve niyetine sahipse tam anlamıyla yerine getirebilir. Parlamento diğer siyasi alanlarda olduğu gibi, güvenlik konusunda da yürütmeyi izlemek ve denetlemekle görevli.
Güvenlik kurumları üzerinde parlamento denetiminin bulunmadığı bir devlete eksik bir demokrasi gözüyle bakılmakta. Güvenlik sektörü, devletin temel görevleri arasında yer aldığından bu alanda yürütmenin gücünü dengeleyebilmek için denetim ve denge sisteminin oluşturulması gerekmekte.
Ancak Prof. Ümit Cizre’nin belirttiği gibi her sivil denetim demokratik değildir. Ama her demokratik denetim sivildir. Şeffaflık ve hesap verebilirliği barındırmayan bir sivil denetimin demokratik olmayacağı ortada. Ortadoğu ülkelerinin bir çoğunda olduğu gibi Türkiye’de de gözetim sivil olmasına rağmen demokratik değildir. Oysa sivil gözetim hem siyasal hem toplumsal anlamda demokratik olmalı.
Akademik kurumlar, düşünce kuruluşları, insan hakları örgütleri ve siyaset odaklı hükümet dışı örgütler, siyasi liderlere kamu harcamaları ve devlet politikaları hakkında karar verirken birbirleriyle rekabet halinde olan çok çeşitli talep ve çıkarların göz önünde bulundurulması gerektiğini hatırlatırlar. Hükümet Dışı Örgütler ve araştırma kuruluşları güvenlik sektörünün parlamenter ve demokratik gözetimine katkıda bulunurlar.
Parlamento silah alımlarının toplum üzerinde yaratacağı etkileri ve mali yükü ayrıntılarıyla değerlendirmek göreviyle karşı karşıyadır. Silah almaya karar vermek yalnızca bir teknik uzmanlık ve güvenlik meselesi değildir.
Aynı zamanda paranın “ekmeğe mi, silaha mı” yatırılacağına, silahlara harcanacak ise hangi silahlara niçin ve ne kadar harcanacağına karar verme meselesidir. Silah alım süreçlerinin şeffaflığı ve parlamentoya hesap verebilir olması yolsuzlukların, kamu fonlarının israfının ve kötüye kullanmaların önüne geçer.
Hollanda’da 25 milyon euroyu aşan tüm tedarik kararlarında parlamentonun da onayı alınır. 100 milyon euroyu aşan büyük projelerde parlamentoya daha sık ve ayrıntılı raporlar sunulmasını öngören farklı bir süreç uygulanır.
Demokratik sivil denetimin bulunduğu ülkelerde bu örgütler güvenlik konuları hakkında bağımsız analiz ve bilgileri parlamento, medya ve kamuya yayarlar. Hükümetin güvenlik siyaseti, savunma bütçesi, tedarik ve kaynak seçenekleri hakkında alternatif uzman görüşü sunarak, bu konulardaki kamusal tartışmayı desteklerler ve farklı siyaset seçenekleri oluştururlar. Güvenlik sektöründe hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygıyı yakından izleyip özendirirler.
Parlamentosu yürütmenin hatta tek kişinin emrine girmiş, otoriterliğe meyilli ve sivil toplumu zayıf kalmış bir ülkede bu standartları tartışmayı ne yazık ki kimse ciddiye almaz.
Parlamentonun, ulusal güvenlik siyasetinin geliştirilmesine dahil olması ve şeffaflık içinde onaylaması için birçok neden bulunmakta.
Ulusal güvenlik siyaseti, insanların yaşamlarını, değerlerini ve refahını yakından etkiler ve bu nedenle de sadece yürütme ve ordunun değerlendirmelerine bırakılamaz.
Ulusal güvenlik siyaseti ordunun tüm görevlileri açısından önemli sonuçlar doğurur.
Ulusal güvenlik siyasetinin önemli mali sonuçları olacağından vergi mükelleflerini yakından ilgilendirir.
Güvenlik önlemleri yurttaşların özgürlüklerini sınırlayabilir ve bu yüzden demokrasi üzerinde doğrudan etkileri vardır.
Bu nedenlerden dolayı parlamentonun, ulusal güvenlik siyasetini uluslararası siyasi hukuk (4 Cenevre konvansiyonu ve iki protokol), insan hakları hukuku (İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi) ile uyumluluğunu garanti altına alması önem taşımakta. Demokratik bir ortamda hükümet, uyguladığı siyasetin geçerliliğini değerlendirmek ve bu değerlendirmenin nicel ve nitel sonuçlarını parlamentoya sunmakla sorumludur.
Parlamentonun değerlendirmesi ilgili bütçenin uygulanmasına ilişkin sayısal ve performans denetimini de kapsar. Parlamento, özel performans denetimleri için danışmanlar görevlendirebilir. Bu konuda hükümet dışı örgütler de silah alımları ve askere alma gibi konularda değerlendirmelerini yaparlar.
Ayrıca silah alımlarında birçok ülkede bağımsız bir kurum olarak ombudsmanlık silah alımlarında denetim ve parlamentoya rapor sunma görevlerini yerine getirir.
Şeffaflık, demokratik sivil denetim ve hesap verilebilirlik üzerine inşa edilmiş demokrasilerde silah alımlarında hataya düşülmesi, yanlış tercih yapılması, halkın zarara uğratılması azaltılmış durumda.
Türkiye’nin bir yıldır uyguladığı seçimli monarşik sistemin ülkeyi getirdiği nokta ortada. Ortaya çıkacak yeni siyasi aktörlerin, yürütmenin bu yönde alacağı kararların parlamento ve bağımsız demokratik sivil yapılarca denetlenmesini sağlayacak yeni bir inşayı gerçekleştirmeleri zorunlu. Ülkenin ve insanlarının “hal-i pürmelal”i ortada. Buna çare olacak kadrolara ve programlara ihtiyaç var.
----------------------------------------------------------------. Artı Gerçek-14 Temmuz 2019
|
|
|
|
|
|
|