|
Halk Kayyım duasına mı çıkmıştı!
|
2019-08-23 10:01
|
Abdulmenaf Kıran
|
|
19 Ağustos günün manşet haberi; Van, Diyarbakır ve Mardin Büyük Şehir Belediye başkanlarının İçişleri Bakanı tarafından görevden alınıp, yerlerine kayyım atanması haberiydi. Bu haber kimilerine hoş gelse de, ortalama demokrasiye inanan insanların üzerinde soğuk düş etkisi yarattı.
Kürt sorunu çözülmediği sürece, hem milliyetçi siyasetin kozu olacak, hem de terörün yandaş bulmasına olanak sağlayacaktır. Adeta zıtların bir arada yaşaması gibi bir şey.
Bir yandan milliyetçi, tekçi üniter yapıyı savunan siyasiler ve iktidar olan hükumetler vatanın bölünmesi tehlikesini öne sürerek kendi otoritelerini halka kabul ettirecek, öte yandan şiddet yanlıları da “Zaten bu devlet Kürtlere hiçbir hak tanımıyor, meşru kanallar kapalı diyerek” kendilerine yandaş devşirecektir. Ortam bu olunca da ülke kapalı devre şiddet alanı haline geliyor. Ülkenin demokratikleşmesi de zıtların el birliği ile engellenmiş oluyor.
Kayyım atanması kararı hukuki ve demokratik değildir.
Öncelikle halkın kendi kendisini yönetmesi anlamına gelen demokrasi kavramı, her devirde farklı anlam içermektedir. Antik Çağ, Atina demokrasisinde sadece özgür erkek yurttaşlar seçme ve seçilme hakkına sahipti. Yabancılar, köleler ve kadınlar seçme ve seçilme hakkına sahip değildiler.
Roma Cumhuriyet döneminde de yurttaş erkekler seçme ve seçilme hakkına sahipti. Yine yabancılar, köleler ve kadınlar seçme ve seçilme hakkına sahip değildiler. Aristokrasiler de büyük oranda toprak sahibi erkekler seçme ve seçilme hakkına sahipti. O sistemler kendi devirlerinde demokratik sistemler sayılıyordu. Oysa çağımızda reşit olan tüm kadın ve erkekler seçme ve seçilme hakkına sahiptirler. Bir ülkede sürekli ikamet eden yabancılar da belirli koşullarda seçme ve seçilme haklarına sahiptirler.
Yine bilinen ilk kanunlar Babil Kralı Hammurabi kanunlarıdır. ( M.Ö 1773) Bu kanunlara göre insanlar üçe ayrılırdı. Üstün insanlar, normal insanlar ve köleler. Kanunlar bu sınıflara göre farklı farklı uygulanırdı. Söz gelimi; bir normal insan bir üstün insana zarar verdiğinde, bir normal insana verilen zarar için uygulanan müeyyideden daha ağır müeyyideye çarptırılırdı. Dişe diş, göze göz şeklindeki cezalarda Hammurabi kanunlarınca hukuk literatürüne kazandırılmış. Ama çağdaş hukukta insanlar kanun önünde eşittir. Dişe diş, göze göz kuralı kabul edilemez.
Konumuza dönecek olursak: Anayasanın 123. Maddesine göre “ İdarenin kuruluş ve görevleri merkezden yönetim ve yerinde yönetim esaslarına dayanır.” Bu kurala göre anayasa ve yasalarla yerinden yönetim makamlarına bırakılan kamu görevleri yerel yönetim birimlerince yerine getirilir. Merkezi yönetim seçimle iş başına gelen yerel yöneticilerin işine müdahale etmemelidir.
Avrupa yerel Yönetim Şartı da “Yerel Özerkliği” “ Doğrudan eşit ve genel oya dayanan gizli seçim sistemlerine göre serbestçe seçilmiş üyelerden oluşan ve kendilerine karşı sorumlu yürütme organlarına sahip olabilen meclisler veya kurul toplantıları tarafından kullanılacaktır.” şeklinde tanımlamıştır. Bu maddeye göre yerel yönetimlerin mali ve siyasi özerkliği olacaktır. Merkezi hükumetler keyfi olarak yerel yönetim icraatına müdahale etmeyecek, yerel yöneticileri görevinden alamayacaktır.
Ama ülkede Kürt sorunu olunca, Kürt yerel yöneticiler katı merkeziyetçi sistem dışına çıkmasın diye, yasalar ve kanun hükmünde kararnamelerle yerel yönetimler merkezi yönetimin katı vesayeti altına alınmıştır.
Yerel yöneticiler de kamu görevlileridir. Ancak seçme yeterliliğinin yitirilmesi ya da kesinleşmiş mahkumiyet kararı nedeniyle görevden alınmaları gerekiyor. Kuşkusuz seçilmişlerin de suç işleme özgürlüğü yoktur.
Anayasanın 38. Maddesine göre suçluluğu hükmen kesinleşene kadar hiç kimse suçlu sayılamaz. Anayasa hukukunda buna masumiyet karinesi deniliyor. 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname anayasal masumiyet karinesini de ortadan kaldırmıştır. 674 sayılı KHK nın 38. maddesi gereğince terör ve teröre yardım yataklık gerekçesi ile görevden uzaklaştırılan veya tutuklanan ya da kamu hizmetinden uzaklaştırılan Belediye başkan ve encümen üyeleri yerine İçişleri bakanlığı tarafından kayyım atanır. Normal koşullarda bir başkan veya meclis üyesi seçilme yeterliliğini yitirirse ya da mahkum olursa yargı kararıyla görevden alınır, yerine de Belediye Meclisi kendi içinde bir başkan vekili seçer. KHK Anayasaya ve Avrupa Yerel Yönetim şartına aykırı olduğu halde ne ana muhalefet partisi, ne de yargı organları Anayasa’ya aykırılığını Anayasa Mahkemesi önüne götürmemiştir.
Hukuk devletinde devlet de hukuka uymak durumundadır. Terörle mücadele de hukuk içinde yürütülmelidir. Yine Normlar hiyerarşisine göre alt hukuk kuralları üst hukuk kurallarına aykırı olamaz. Evrensel bir hukuk normu haline gelmiş ve anayasada tanımını bulmuş masumiyet karinesi yasa veya Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırılmaması gerekir. İşin içinde Kürtler ve Kürtlerin Kolektif İnsan Haklarını kullanma kaygısı olunca anayasa da hukuk da bir teferruat olarak kalmaktadır.
Görüldüğü gibi 19 Ağustos 2019 günü görevden alınan Van, Mardin ve Diyarbakır Büyük-şehir Belediye başkanları hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı yoktur.
31 Mart seçimlerinden bu yana alttan alta işlenen “Kayyım daha iyi hizmet veriyor, halk kayyımdan memnun, halk kayyım istiyor “ şeklindeki algı yönetimi, kendini gerçekleştirmek isteyen kehanet gibidir. Kayyımdan sonra seçim yapıldı halk ezici çoğunlukla görevden alınan Büyük Şehir Belediye Başkanlarını seçti. Yarın yine seçim yapılsa, 24 Haziran İstanbul seçimleri gibi, halk daha büyük bir çoğunlukla aynı şahısları seçecektir. Halkın algısı kayyım atamalarının görevden alınan başkanları mağdur ettiği ve halk iradesinin gasp edildiği şeklindedir. Öyle düşünüldüğü gibi, halk kayyım atanması duasına çıkmamıştı.
Hikmetine sual olunmaz; Hükumet sanki kasten HDP yerel yönetimlerinin icraatla yıpranmalarını önlüyor, onları bile bile mağdur ediyor. Danışıklı mı, açıkçası şüphelenmemek elde değil. Haliyle, farklı bir demokratik Kürt siyasetinin gelişmesi, alternatif olmasının da önü tıkanmış oluyor. .
23.08.2019
Av.Abdulmenaf KIRAN
|
|
|
|