|
Diyanet sadece önemli bir örnek
|
2017-03-12 18:47
|
Eser Karakaş
|
|
Türkiye’nin en genelinde iki tür sorunu var.
Birincisi, günlük yaşamımızı perişan eden, çok önemli ama konjonktürel sorunlar.
Terör, siyasi gerginlik, enflasyon, özgürlük kısıtlamaları, dış politika konuları gibi.
İkincisi ise, günlük yaşamımıza doğrudan yansıdığını zannetmediğimiz, bu yanlış bir düşünce, yapısal-kurumsal sorunlar.
Sivil-asker ilişkilerinin, din-devlet ilişkilerinin kurumsal boyutları, devlet ideolojisi, yargı kalitesi, eğitim-öğretim, vatandaşlık tanımımız gibi.
Birinci tür sorunlar bazen çok fazla ön plana çıkıyor, vatandaşları bunaltıyor, terör hayatı karartıyor, darbe girişimleri yaşanabiliyor, gazeteciler aylarca hapse atılıyor, siyasetçiler birbirlerine kavgada söylenmeyecek laflar ediyor, enflasyon seneler sonra tekrar iki haneli oluyor, eski ve çok önemli bir şansölyesinin, Willy Brandt, Varşova gettosu direniş anıtı önünde 1970’de diz çöktüğü bir ülkenin bugünkü yöneticilerine nazi suçlaması getirilebiliyor, vs.
Bu tür sorunların çok öne çıktığı ortamlarda da memleket daha yapısal-kurumsal meselelerini unutabiliyor, bu alanlara ilişkin tartışmaları erteleyebiliyor.
Daha da önemlisi, bu yapısal-kurumsal meseleler çağdaş standartlarda kalıcı bir çözüme kavuşturulmadan bugün ön plana çıkmış olan çok önemli ama konjonktürel sorunların çözülebileceği zannediliyor.
Daha başkaları da var ama şimdilik kaydıyla beş temel yapısal-kurumsal sorunu ön plana çıkaracağım.
Sivil-asker ilişkileri (Anayasa 117, 118, vs.), din-devlet ilişkileri (Anayasa 136, Siyasi Partiler Kanunu 89, vs.), resmi ideoloji (Anayasa dibace, Siyasi Partiler Kanunu, vs.), vatandaşlık anlayış(sızlığ)ımız (Anayasa 66, resmi eğitim ideolojisi (Milli Eğitim Temel Kanunu, Talim ve Terbiye Kurulu, Yükseköğretim Kanunu, vs.).
Bu en temel meseleler askıda kaldığı, demokratik hukuk devleti idealinin üzerinde Demokles kılıcı gibi sallandığı bir toplumsal ortamda Türkiye’nin enflasyon, terör, darbecilik, özgürlüklerin üzerine şal atılması (1971’de değil, 2017’de) gibi konuların kalıcı çözümünü beklemek hayal.
AKP’lilere hayret ediyorum, Anayasa 117 taş gibi orada duruyor, Genelkurmay Başbakan’a bile bağlı değil, sadece Başbakan’a karşı sorumlu, 16 Nisan referandumunda evet çıkarsa Cumhurbaşkanı’na da bağlanmayacak, Cumhurbaşkanına sorumlu olacak, anayasal anlamda terfi ediyor ve bu kurumsal-anayasal ortamda, birileri askeri vesayeti sona erdirdik diyebiliyor.
MGK da taş gibi yerinde duruyor ama aynı AKP’li bazı şaşkınlar askeri vesayetle mücadelelerinde (!!!) başarılı olduklarını söyleyebiliyorlar.
Devletin dili anayasa dilidir ve bu dile göre de “herkes türktür”; birileri de böyle bir anlayış ortamında ülkemizde kürt meselesi yoktur diyebiliyor.
Resmi eğitim ideolojisi çocukları öyle bir eğitiyor yani eğip büküyor ki, okul dışı çok önemli bir destek gelmez ise bir daha toparlanmaları, dik durmaları imkansız hale geliyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı gibi anti-demokrasi, anti-hukuk devleti bir kurum anayasal pozisyonunu koruyor ve AKP’liler yine demokrasiye çağ atlattıklarını söyleyebiliyorlar.
Einstein çok haklı, uzayın bile bir sonu var muhtemelen ama cehaletin olmayabiliyor.
AKP’liler laikliği “din ve vicdan özgürlüğünün sağlanması” diye tanımlamak istiyorlar ama hiç alakası yok.
“Din ve vicdan özgürlüğü” konusu çok temel, çok önemli, üzerine, ifade özgürlüğü gibi titrenmesi gereken bir alan ama bu alan laiklikle alakalı bir alan değil, temel hak ve özgürlüklerle ilgili bir alan.
Laiklik demek, ciddi bir çerçeve çizmek istiyorsak, kamu parasının yani vergi ve benzeri mükellefiyet gelirlerinin bir kuruşunun dahi bir inanç doğrultusunda kullanılmaması, harcanmaması demek ve sadece de bu demek.
Türkiye’de ise, Anayasa 136 ile anayasal-kurumsal kimlik kazandırılmış Diyanet İşleri Başkanlığı kamu kaynaklarıyla yani vergilerle faaliyet gösteren muazzam bir merkezi bütçeli kuruluştur, bu muazzam kamu kaynağını ise sadece bir inanç grubu, bir mezheb için kullanmaktadır ve aynı anayasal maddede bu kurum laikliğin gereği (!!!) olarak gösterilebilmektedir, zaten 21. yüzyıl dünyasında bir kamu kuruluşunun tüm inançlara ve felsefi görüşlere hizmet götürmesi de tanımsız bir faaliyettir.
Ve siyasetçiler, 2017 senesinde Hazreti Ali’nin doğum günü kutlamalarını gerçekleştireceklerini söyleyerek Türkiye’de laiklik ve alevi inançları doğrultusunda adım attıklarını iddia edebilmektedirler.
Yukarıda sadece bir örnek olarak sunduğum beş temel kurumsal-anayasal-yasal mesele, başkalarını da ilave edebiliriz, çözülmeden Türkiye’nin günlük-konjonktürel meselelerini de kalıcı olarak çözemeyeceğiz kanısındayım.
Ancak, bu dört temel kurumsal-anayasal-yasal meselenin çözümünün önündeki en temel engel, bu kurumsal-anayasal meselelere Türkiye’nin iki temel siyasi akımının, siyasi islam ve milliyetçi-kemalist geleneklerin beraberce ve aynı şiddetle arka çıkmaları. Siyasi islam da artık MGK’cı, Genelkurmay’ın anayasal statüsünün normalleşmesine karşı; CHP çizgisi de zaten hep öyle idi.
AKP de, CHP de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, en azından finansman yöntemlerinin, normalleşmesine, statüsünün değiştirilmesine şiddetle karşılar.
Hem AKP, hem CHP seksen milyon vatandaşın anayasal-hukuki vatandaşlık tanımının çoğunluk etnik grubun sıfatı olmasından rahatsızlık duymuyor.
AKP ve CHP’nin eğitim süreçlerinin çıktılarından beklentileri farklı olabilir, olabilir değil öyle zaten ama amaçlarına yönelik kullanmak istedikleri yöntemler şaşırtıcı biçimde aynı ve eğitim süreçlerinde de temel olan yöntemdir zaten.
Hem AKP hem CHP, ideolojik beklentileri farklı olabilir ama ideolojisiz, sadece insan hakları ve insan onuru kavramlarına dayalı bir devlet yapılanmasına karşılar.
Geçen hafta da, bu iki siyasi geleneğin AA ve TRT gibi kurumların arkasında nasıl beraberce durduklarını hatırlatmak istemiş idim.
Türkiye için gerçek, batı türü bir demokratik hukuk devleti isteyenlerin işi çok zor galiba.
Ama, yine de, özellikle gençlerin ve daima genç kalanların bu idealden vazgeçmemeleri lazım muhtemelen.
----------------------------------------
Marmara Yerel Haber-11 Mart
|
|
|
|