|
Eser Karakaş |
|
|
|
|
|
|
|
Erdoğan’ın muktedir olamama serencamı
|
2019-11-21 10:45
|
Eser Karakaş
|
|
“İktidardayız ama muktedir değiliz” ifadesinin kullanıcıları ağırlıklı olarak milli görüş çizgisinden gelerek gömlek değiştiren, yüzde 34 oy oranı ile TBMM’de tek başına hükümet kuracak çoğunluğu sağlayan yeni kurulmuş AKP sözcüleri idiler; büyük oranda da haklı idiler.
Bu yazımda AKP’nin, Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarda olup muktedir olamama, sonra kısmen olma, daha sonra tekrar olamama serencamının hikayesini kendimce bir açıklama temeline oturtarak sunmaya çalışacağım. Malum, AKP ve biraz sonra da Erdoğan 2002 ve 2003’de iktidara geldiler; bu kadroların Türkiye’yi etkin ve yetkin bir biçimde yönetebileceklerine yönelik bir birikimlerinin olduğunu söylemek pek kolay değildi ama çok akıllı davrandılar, ekonomide IMF reçetesinden kopmadılar, Ali Babacan’ın uluslararası karizması da büyük ölçüde buradan kaynaklanıyor:
Milli gelirin yüzde beşini aşan faiz dışı fazla politikasından şaşmadılar, bütçenin vergi gelirlerinin faiz giderlerine oranı yüzde seksenlerden yüzde yirmiye, hatta zamanla daha da altına düştü, bu başarının izlerini bugün ülkenin, ekonominin çok kötü yönetilmesine rağmen sistemin çökmemesinde görüyoruz; sistemin çökmemesinden anladığım da moratoryuma gidilmemiş olması. AKP ve Erdoğan’ın muktedir olma ve olamama serencamı biraz ilginç bir serencam.
2002-2008 arasını, ekonomide ve siyasetteki önemli başarı hanelerine rağmen AKP’nin ve Erdoğan’ın muktedir olamama dönemi olarak görüyorum.
Herkesin bildiği bir-iki örnek vereceğim sadece; 2007 senesinde Emine Erdoğan, Damat Bey"in dediği gibi burası önemli, eşi o tarihte Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, ciddi bir rahatsızlık geçiren Nejat Uygur’u ziyaret etmek için gittiği GATA’ya, başörtülü olduğu için alınmadı, bilmem muktedir olamamaya başka örneğe ihtiyaç var mı? Erdoğan’ın da bu konunun üzerine gitmemesinin siyasi hesapları muhtemelen vardı ama Emine Erdoğan’ın GATA’ya girememesi bir danışıklı dövüş değildi asla.
27 Nisan 2007 muhtırası, aynı günlere denk gelen 367 meselesi, “sözde değil özde laik Cumhurbaşkanı” talebinin Genelkurmay Başkanı tarafından dile getirilmesi, kapatma davası aklıma gelen en iyi bilinen örnekler. 367 meselesi de iyi bir örnektir, Anayasa Mahkemesine dava geliyor, dönemin AYM Başkanı Hanımefendi o tarihte Bakü’de bir iş gezisinde, gazeteciler konuyu kendisine sorduklarında “böyle saçma sapan şey mi olur” diye yanıt verdiği bilinir ama aynı Başkan Hanımefendi yaklaşık on gün sonra 367’den yana oy kullanmıştır AYM’de; ilginçtir değil mi?
Ancak, o tarihler biraz da dialektik bir tarzda AKP ve Erdoğan’ın muktedir olma yolunda ilerlediği tarihler; “muktedir olamama” yolunu açan yani muktedir olamamaktan kısmen muktedir olmaya giden yolu temizleyenler ise AB müzakere sürecinin işlemeye başlaması ile birlikte senede 22 milyar dolara çıkan doğrudan yabancı sermaye yatırımları, Babacan ekibinin ısrarlı bir biçimde IMF ya da Derviş formüllerinin dışına çıkmaması, daha evrensel kamusal alana ilişkin kriterlerin böylece geçerlilik kazanması, küresel kurumlarla ilişkilerin düzgün yürümesi, liberallerin bu AB ve Derviş reçetelerine verdikleri destek, Merkez Bankası bağımsızlığı, Maastricht standartlarına hatta daha da altına gerileyen bütçe açığı, 2004-2008 büyüme ortalamasının yüksek olması ve benzer gelişmeler.
Ekonomide, siyasette, hukukta doğru şeyler yaparsan hem başarı grafiğin yükseliyor hem de artan meşruiyet üzerinden muktedir olma potansiyelin artıyor.
2010’lu senelerle birlikte bir şeyler değişmeye başlıyor; Kopenhag Kriterleri yerine Ankara kriterlerini yerleştirme sancılarının başladığı seneler bunlar; aynı zamanda da dönemin AKP İstanbul İl Başkanının ifadesiyle “liberallerle yolların ayrılmaya başladığı” seneler.
Öfkenin bir hitabet tarzı olarak benimsenmeye başlanması da yine bu yıllar; eşinin askeri hastaneye alınmamasına çok olgun (!) tepki veren bir Başbakandan “Eeeey Avrupa Birliği, EeeeeyABD”li seslenişlere, Çin’den füze almaya, Şanghay Beşlisi"ni alternatif göstermeye giden yollar açılıyor yavaş yavaş.
Meselenin özü aslında çok basit; konulara hakim olduğun ya da başarılı olmuş reçeteleri sadakatle uyguladığın, haklı olduğun sürece önce başarı, sonra da meşruiyet ve muktedir olma süreçleri izliyor haklılığını; ancak, bu başarı ile muktedir olma dönemi arasında da bir zaman gecikmesi (time lag) olabiliyor; aynı şekilde konulardan, başarılı reçetelerden haklılıktan ayrılmaya başlanması ile meşruiyet kaybı ve muktedir olamamanın işaretleri arasında da bir “time lag” yine mevcut.
Başarısızlık, kamusal alanda evrensel kriterlerden kopmalar (yerli ve milli söylemi) önce meşruiyet ve haklılık krizi sonra da muktedir olamama keyfiyeti doğruyorlar.
AKP 2010’lu yılların başında girdiği yanlış istikametlerin sonuçlarını şimdi tekrarlanan bir muktedir olamama durumu olarak ödemeye başladı galiba. Muktedir olamadığın dönemlerde şekilde görüldüğü gibi yönetemiyorsun demektir; Türkiye de son senelerde yönetilemiyor, ABD ve Avrupa Birliği ile yaşanan büyük sorunlar, Filistin’e kadar uzanan dış politika başarısızlıkları, iki haneli enflasyon ve faizler, sıfır mertebesinde iktisadi büyüme oranı, yüzde 16’yı geçen tarım dışı işsizlik, eğitimde büyük bir çökme, hapishanelerde yazarlar, gazeteciler, öğretim üyeleri, 2019 senesinde hala laiklik, Atatürk tartışmaları ülkenin yönetilemiyor olduğunun sıradan göstergeleri.
AKP başladığı yere geri döndü gibi; muktedir olamamaktan sonra kısa süren bir muktedir olma hali ama hemen sonra yine muktedir olamama durumu; kısa süren muktedir olma hali ise meşruiyet kazanma çabasının bir uzantısı olarak küresel kriterleri benimseme sürecine tekabül ediyor. İlk muktedir olamama döneminin sorumlusu/nedeni muhtemelen askeri-bürokratik vesayet idi; bu vesayet görüntüsü bugün en azından görünürde aşıldı gibi ama iktidarda her başarısızlık yeni ve değişik vesayet kurumlarının devreye girmesi demektir; bu yeni vesayet odakları AKP ve Erdoğan’ı eski AKP ve Erdoğan’dan uzaklaştırıyorlar, eski parti ve liderini özleyenler yeni partiler (eski AKP) kuruyorlar ya da kendilerini siyasetin dışına atıyorlar.
Erdoğan ve AKP’nin muktedir olamama serencamını iktisatçıların ve siyaset bilimcilerin çok sevdiği “U biçimindeki eğri” (U-shapedcurve) ile açıklamak mümkün; U’nun altına yani yatay eksene zamanı (2002-2019) dikey eksene de muktedir olamamanın şiddetini koyarsanız, serencam 2002’de çok güçlü bir muktedir olamama ile başlıyor, ortada büyük bir hazırlıksızlık, acemilik var ama doğru işler yapılıyor.
AB ve IMF çözümlerinden sapılmıyor, zaman ekseninde muktedir olamama durumu 2007-2010 arası minimuma yani U eğrisinin en alt noktasına iniyor ama Ankara kriterlerinin benimsenmesi ve Prof. Mehmet Altan’ın çok önemli benzetmesidir. AKP’nin Ankaralılaşması ile birlikte hatalar katlanmaya başlıyor, hatalar kamu politikalarında etkinsizliklere ve siyasi güç kaybına neden olmaya başlıyor ve muktedir olamama durumu U eğrisinin sağ kolunda görüldüğü gibi tekrar çok yükseklere tırmanıyor.
Ancak, unutulmaması gereken temel nokta muktedir olamama durumunda birileri, meşru ve hukuk temeli olmayan birileri bu iktidar boşluğunu doldurmaya başlıyorlar; 2000’lerin başında bunların kimler olduğunu biliyoruz, 2020’ye gelirken de yanlışların, yolsuzlukların ürettiği boşluğu çok daha içe kapanmacı, çok daha otoriteryen eğilimlere sahip, ırkçılığa kayan milliyetçi (aslında her milliyetçilik biraz ırkçılıktır), batı değerlerine karşı kanatlarla izale etmeye çalışıyorlar.
Amaç her türlü iktidar rantına her türlü yöntemle el koyma olunca ilkesizlikler yani iktidar için herkesle koalisyona girme de meşrulaşıyor. Her yerli ve milli kamu politikası arayışı ekonomik, siyasi ve hukuki boşluk yaratır, birileri de bu boşlukları doldurur; ne demiş eski Fransız bilimcilerinden biri: Tabiat boşluktan korkar.
Muktedir olamama ile başlayan bir siyasi iktidar süreci yine benzer kodlarla sona yaklaşıyor; keşke milli görüş çizgisinde müntesiplere hukuk ve rekabetçi ekonominin iktidar rantlarından daha önemli, daha saygıdeğer olduğu da öğretilmiş olsa idi. --------------------------------------------------------------------- Marmara Yerel Haber- 19-11-2019
|
|
|
|
|
|
|