|
Aydın Güneşli |
|
|
|
|
|
|
|
Kürtler ve müttefiklik ilişkileri
|
2020-08-10 10:59
|
Aydın Güneşli
|
|
Aydın GÜNEŞLİ SSCB’nin çökmesinin ardından, Sosyalist bloğun nüfuz alanında ki bölgelerin Batılı güçlerin iştahını kabarttığı, bu alanlardan biri olan Ortadoğu’nun da yeniden paylaşılması için amansız bir kavgaya tutuştukları sır değil. Bu çerçevede batılı güçlerin bir kesiminin Ortadoğu’da kimi değişikliklere öncülük ettiği, bölgeyi paylaşırken sınırlara dokunmamaya azami özen gösterdiklerini, daha çok rejimleri değiştirmeye yöneldiklerini, her halükarda bu alanlarda Kürt halkının da aleyhine oluşmuş statükonun sarsıldığını tespit etmek yerinde olur. Altı çizilmesi gereken nokta; bu değişikliklerin merkezinde batılı güçlerin kendi çıkarlarının olduğudur ki bu çıkar çatışması, her an uzlaşmalara, iş birliklerine de dönüşe bilmektedir. Kürt halkının meşru haklarını elde etmek ancak, bölgede meydana gelen kaostan/ fırsattan yararlanma ustalığının gösterilmesine, soğukkanlı, duygusallıktan uzak realist bir politika izlenilmesine bağlıdır. Bu hassasiyeti gerekli kılacak çokça acı deneyimi geride bıraktık çünkü. 200 yılı aşkın bir süredir aralıksız sürdürülen özgürlük mücadelesinin her anı zengin bir kütüphane gibi Kürt siyasetçilerinin belleklerinde olmalıdır. Kürtler haklı ve meşru mücadelelerini sürdürürken zaman zaman destek sözü aldıkları emperyalist devletlerin veya teşvik eden bölgedeki sömürgeci devletlerin pek çok kez “ihanetiyle” karşılaştı; bu devletlerin soy kırım politikalarının, katliamlarının, asimilasyon çarklarının dişlileri arasında ölümlerden ölüm beğendi. 1.Dünya savaşının ardından, ülkesi parçalanan, bölge devletlerine pay edilerek statüsüz bırakılan Kürtler, bizzat bu kaderi yaratan ABD, Fransa, İngiltere, Rusya gibi emperyalist ülkelerin bölgeyi bir kez daha kendi çıkarları gereği yeniden şekillendirme çabalarını aşırı iyimserliğe kapılmadan dikkatlice analiz etmelidirler. Yine parçalanmış bir ülkenin her parçasında mücadele eden siyasetçiler, Kürdistan’ın bir parçasını egemenliği altında tutan zalim rejimlerin, bölgesel egemenlik, sınır anlaşmazlıkları, su kaynaklarının paylaşılması gibi sorunları, kendi lehlerine çözmeye çabaladıklarını, kendi parçasındaki Kürt halkına kan kustururken diğer parçadaki Kürt hareketine yine kendi istedikleri zamanda ve sınırlı bir çerçevede ilgi gösterdiklerini, Kürt hareketin harlandığı dönemlerde ise, aralarındaki tüm çelişkilere rağmen işbirliği yaparak Kürt hareketini boğduklarını her an akılda tutmalıdırlar. Onların kendi egemenlik alanındaki Kürtlere soy kırım ve katliamlar uygularken, zaman zaman diğer parçadaki Kürtlerle “dost” olmalarının altında kendi çıkarlarının olduğu; “Kürt karşıtı”, Kürdistan’ın mevcut parçalanmış ve sömürgeleştirilmiş statüsünün muhafazası politikalarında ittifak ettikleri unutulmamalıdır. Ne ABD, Rusya ne de diğer büyük devletlerin bölgedeki çekişmeleri, Kürt halkının meşru haklarını teslim etmek, Kürdistan’da bir devlet inşa etmek için değildir. Onlar kendi çıkarları için çatışıyor veya uzlaşıyorlar. Bölgedeki yerel güçleri de kendi amaçları için kullanmaya çabalıyorlar. Elbette Kürtler kendilerini dünyadan, bölgesel güçlerden soyutlayarak veya onlarla her halükarda düşmanlaşarak, çatışarak özgürlüğe kavuşamazlar. Kürtler adına siyaset üretenler bu gerçeği bir an olsun akıllarından çıkarmadan, kendi ulusal çıkarları, milli hedefleri penceresinden bakarak, müttefiklerini seçmeli, bu devletlerin kendi aralarındaki keskin çelişkilerden de yararlanma yolunu izlemelidirler. Bu meşru ve realist bir tutumdur. Aksi halde emperyal devletler ile bölgenin sömürgeci/despot devletlerinin çıkarlarının birer “kahramanı” olmaktan, ardından büyük yıkım ve acılar bırakarak, hayal kırıklığı ile yeniden statüsüzlüğe saplanmaktan kurtulmak mümkün olmayacaktır. Kürtler, bu türden hayal kırıklıklarıyla, yenilgi ve katliamlarla çokça yüz yüze geldi. Bölgede bu gün “dost” olan ülkenin yarın karşıt/düşman hale gelebildiği defalarca görüldü. Kürtler, bir dönem özgürlük mücadelesini hararetle destekleyenlerin, hareketin başarıya ulaşmak üzere olduğu en görkemli anında nasıl saf değiştirerek çöküşün mimarlarına dönüşebileceklerini acı deneyimlerle öğrendi. 1975 tarihinde İran ve Irak arasında ABD ve İsrail’in arabuluculuğuyla gerçekleşen Cezayir antlaşması sonrası Güney Kürdistan’da yaşanan felaket bu anlamda çok ders vericidir. Bu olayı kısaca hatırlayalım; 11 Mart 1970 tarihinde Irak’ta BAAS rejimi İle KDP/Barzani arasında otonomi antlaşması yapılmıştı. Mesud Barzani bu antlaşmayı Şu sözlerle özetliyor; “… 11Mart 1970 Anlaşması Kürt problemine ilişkin ilerici ve adil bir çözümdür. Genelde ırak halkı için özelde de Kürt halkı için büyük bir zafer, devrim ve parti için muazzam bir başarıdır. Anlaşmada herhangi bir ayıp ya da kusur yoktu; Ancak uygulamada aksamalar oldu.” ”Mesud BARZANİ (BARZANİ ve Kürt ulusal özgürlük Hareketi Cilt II Sayfa 241) Bu olumlu gelişme İran Şah rejimini rahatsız ediyor ve Irak ile aralarındaki sınır sorunlarını kendi lehine çözmek için Kürt hareketinin BAAS rejimi ile savaşmasını istiyordu. Başta Mısır ve Suriye olmak üzere Arap ülkeleriyle savaşan ve zor durumda olan İsrail ‘de Irak’ın iç işleri ile meşgul, istikrarsız bir halde bulunmasını arzuluyor ve Kürtlerin savaşmasını istiyordu. Mesud Barzani o günleri şu sözlerle aktarıyor. “06 Ekim günü ani bir saldırı ile Mısır ve Suriye kuvvetleri büyük zaferler kazandı. İsrail zor durumda kaldı. Bunun üzerine İsrailliler devrimden Peşmergeleri harekete geçirip Irak ordusuna saldırmasını talep ettiler. Hem kendi adlarına hem de Amerika adına bir çok vaat de bulundular” Mesud BARZANİ (BARZANİ ve Kürt ulusal özgürlük Hareketi Cilt II sayfa 286 Özetle hem İran şah rejimi hem de İsrail ve ABD Kürt hareketinin savaş pozisyonuna geçmesini istiyordu. Bu süreci Mesut Barzani’nin söz konusu kitabından okumaya devam edelim; “Öte yandan Barzani hiçbir zaman Şah’a güvenmiyordu. Her an onun ihanetini bekliyordu. Bu yüzden Şah’a kendisini arkadan hançerleme fırsatını veremezdi. Her zaman, bir sakınma refleksi olarak kendisiyle Şah arasına mesafe koyuyordu. Ancak, Barzani 1972 yılında ABD den kesin bir söz aldı. Konjonktürde ne tür bir değişiklik olursa olsun Şah her zaman Kürt devrimini destekleyecektir diye güvence verdiler. Barzani bu vaade inandı. Fakat daha sonra anlaşıldı ki. Dışişleri bakanı Kisinger’in ABD adına verdiği söz doğru değilmiş. Bu yüzden son zamanlarda Kürt devrim hareketine karşı takındığı tavır alçaklığın ve hainliğin en somut göstergesiydi. 1974 yazında Kürdistan’da savaş iyice kızıştığı sırada istihbarat örgütümüz Irak rejimi ile İran arsında gizli görüşmelerin yapıldığını ve iki taraf arasında bir anlaşmanın imzalanmasının an meselesi olduğunu bildirdi. Bunun delili iki ülkenin dış işleri bakanları Sadun Hamedi ve Abbas Ali Halatbari’nin İstanbul’da bir araya gelmesiydi. Bu toplantıdan sonra da görüşmeler devam etmişti. Yine istihbarat örgütünün bildirdiğine göre bu görüşmelerde İsrail’de rol oynuyordu.Oysa o sırada İsrailli yetkililer Şah’ın asla Kürt devrimine ihanet etmeyeceğini vurguluyorlardı. Bu arada Kürt devrim önderliği Irak ve İran arasında bu yakınlaşmanın amacını öğrenmeye yönelik bazı girişimlerde bulunduk. Bu amaçla ABD’ye bir mektup gönderdik. Mektupta bu konuda elde ettiğimiz bilgileri sunduk ve verdikleri sözlere bağlı kalmalarını ve hareketimizi ortada bırakmamalarını istedik. ABD yönetimi iki ülke arasında her hangi bir yakınlaşma olmadığını Kürt mücadelesine zarar verecek her hangi bir siyasetin bulunmadığını kesin bir dille belirtti. Mesud BARZANİ (BARZANİ ve Kürt ulusal özgürlük Hareketi Cilt II sayfa 336” Devam edelim; “Daha önce İsrail de Şah sınırları kapatsa bile devrime yardım edeceğini, bu yardımları hava köprüsüyle ulaştıracağını belirtmişti. Hatta bunun için iki nokta da belirlenmişti. Bir Qesri ovasında, bir de Heret Ovası’ndaydı. ABD bu konuda yapacağı bir şey olmadığı bildirdi. Bundan sonra ABD ile münasebetlerimiz kesildi. İsrail de verdiği sözleri tutmayacağını, çünkü bunu engelleyen teknik ve stratejik engeller olduğunu söyledi. Bunun zerine Barzani şu değerlendirmeyi yaptı; “korkarım bu vicdansızların tamamı bizim aleyhimize birleşmişler. Bizi savaş meydanında yapayalnız bıraktılar. Bu ise davamızın tamamen bitmesi ve halkımızın tasfiye dilmesi anlamına gelir “ Mesud BARZANİ (BARZANİ ve Kürt ulusal özgürlük Hareketi Cilt II sayfa 338-339 “Bununla beraber Amerikan politikalarının bu mazlum ve mücadeleci halkın kaderi aleyhine komplolar kurmayı gerektireceğini ya da başkalarına bu mazlum halka kalleşlik etmelerinin yolunu açacağını aklımızın köşesinden bile geçiremezdik. Ama aklımızdan geçirmediğimiz bu ihanet gerçekleşti. İran Şahı 06 Mart 1975 günü Kürt halkını arkadan bıçaklarken Amerikan yönetimi Kürt halkına arkasını döndü. Bu halkın çağrılarına kulaklarını tıkadı. Bu trajedide en büyük günah Henry Kisinger’in omuzlarındadır. Sebep odur. Mesud BARZANİ (BARZANİ ve Kürt ulusal özgürlük Hareketi Cilt II Sayfa 370- “Bu yüzden bana göre 1975 yılında Halkımızın yaşadığı felakette, İsrail’in sorumluluğu komploya taraf olanların hiç birinden az değildir. İsrail, ne kadar ihtiyaç duyarsa duysun, en basit bir çıkarını Kürt halkına feda edecek bir şekilde yardım elini samimiyetle uzatacak bir devlet değildir. Mesud BARZANİ (BARZANİ ve Kürt ulusal özgürlük Hareketi Cilt II Sayfa 373- Bütün bu anlatımlar Kürtlerin özgürlük mücadelesi sürecinin paha biçilmez deneyimleridir. Elbette Kürtler haklı ve meşru mücadelelerini sürdürürken kendilerini dünyadan tecrit etmelerini önermiyorum Bu eşyanın tabiatına ters ve büyük bir hata olur. Kürtler, hem büyük devletlerle, hem de bölgenin sömürgeci devletleri ile ilişkiler kurabilirler. Hatta kimi dönemler bu türden ilişkiler zorunlu dahi olabilir. Dikkat çekmek istediğim nokta Kürt hareketinin ulusal çıkarlarını temel alan, realist, sorumlu politik manevralar yaparken çok dikkatli olması gerektiğidir. Büyük bir hassasiyetle müttefiklik politikasının belirlemesi ve bu günkü müttefiklerin her an karşıt pozisyonlara geçebileceğinin de akılda tutulmasıdır ABD, İsrail, AB ülkeleri veya şu ya da bu bölgesel devlet “bizim dostumuzdur” gibi hayal kırıklıklarıyla sonuçlanabilecek platonik yaklaşımlardan uzak veya bu devlet/halk bizim “düşmanımızdır” gibi katı, gerçekçi olmayan, Kürt hareketini yalnızlaştırmaktan başka sonuçlar üretmeyen tutumlardan kaçınmak gereklidir. Bilinmelidir ki; devletlerarası ilişkiler “çıkarlar” üzerine kurulur. Geçmişin deneyimlerinden dersler çıkararak bu günü ve geleceği iyi tahlil etmek ve yürütülecek mücadelenin zamanını, şeklini, müttefikliklerini ona göre belirlemek daha doğru olacaktır. Her Kürt siyasetçi Ülkemizin bölünme süreçlerini, Kuzey Kürdistan’da 1920 /1938 arası süreci, Mahabat Kürt cumhuriyeti süreci, İran/Irak savaşı ve sonrasında Doğu Kürdistan’da yaşananları, dersler çıkarmak amacıyla objektif bir analize tabi tutmalıdır. Yine, ardından çok zengin deneyimler bırakarak bağımsız devlet olmanın eşiğine ulaşan Güney Kürdistan’ın mücadele deneyimlerini, son dönemlerde, referandum sürecinde yaşananları, bölge devletlerinin ve “müttefiklerin” tutumunu analiz etmeli, dikkate değer yeni derslerle dolu bu süreçleri “müttefiklik” ilişkileri açısından bir kez daha değerlendirmelidir. Yine tam bir kaosun içinde sürekli “müttefik” değiştiren, Suriye Rejimi, Rusya, ABD ile bölgesel devletlerin arasında gidip gelen, onların “kahramanlığına “soyunan Bati Kürdistan’daki Kürt siyasetçilerin sıcak deneyimlerini de amigoluğa soyunmadan ulusal çıkarlar perspektifinden değerlendirilmelidir. Kürt siyasetçileri ancak realist politikalar izleyerek halkımıza yararlı olabilirler.
|
|
|
|
|
|
|