|
Aziz Yağan |
|
|
|
|
|
|
|
PKK ile nereye doğru?
|
2016-11-20 20:27
|
Aziz Yağan
|
|
Derik Kaymakamı, odasına yerleştirilmiş bomba ile 10 Kasım günü öldürüldü. Eylemi PKK/YPS üstlendi.
Derik’te kaymakamın ‘makamında’ ve kaymakamın mesai arkadaşları olan ‘memurlar eliyle’ öldürülmesi basit bir olay değildir. Eylemin yol açabileceği olası sonuçları görmek ve üzerinde durmak gerekiyor.
PKK böyle bir eylemi yapabilecek kapasiteye, güce sahip olduğunu göstermek istemiş ya da kullanılmış/kullanmış olabilir ancak etkisi ve sonuçları bambaşka bir felaketin eşiğidir. Üstelik, Derik"te PKK"nin eylemi üstlenmesine kadar cinayetin yolsuzluk soruşturması yüzünden yapıldığı tartışılıyordu.
Bundan önceki aşamayı anımsamak gerekiyor! 29 Aralık’ta bir günlük iş bırakma eyleminin ardından bu boykota katılan memurların tamamına soruşturma açıldı. Ardından boykota katılan 11 bin 285 öğretmen sendikalı olup olmadığına bakılmaksızın görevinden uzaklaştırdı ve bir kısmı da ihraç edildi. İhraç ‘meslekten men’ anlamındaydı, diplomaları geçersiz kılındı. FETÖ içindeki Kürtler de benzer sonucu yaşadı.
KESK’in merkezi karar almasına ve karara Türkiye çapında uyulmasına rağmen, sadece bölgedeki memurların açığa alınmasına KESK’in sessiz kalması da dikkat çekicidir.
Görevden uzaklaştırılan ve ihraç edilen sendika üyeleri, yıllar ya da on yıllardır aidat ödedikleri halde, sendika onlara bir kuruş bile maddi yardım yapmıyor. Aksine, yardım kampanyası için banka hesapları açıyor.
Memurlar, boykot eylemi yüzünden 70 gündür görevden uzaktalar. Hemen hemen gelirlerinin yarısını kaybetmiş durumdalar ve ihraç edilme ihtimalinin sıkıntısını yaşıyorlar. Taksitler ödenemiyor, araba, ev satışları başladı. Memurların aileleri, akrabaları ve esnaf da düşünüldüğünde toplumun ciddi bir kesimini etkileyen bir süreç yaşanmaya devam ediyor, kriz gün geçtikçe derinleşiyor.
Derik kaymakamının bu tarz bir eylemle öldürülmesi ise yeni bir aşamaya çok daha yıkıcı bir dalgayla geçilebileceğinin işaretidir. Özellikle Derik benzeri eylemler devam ederse göz gözü görmeyecektir ve olacakları kimse kestiremez. Böyle bir süreçte böylesi bir eylemin yapılmasının amacı ve beklentisi ne olabilir?
Derik kaymakamının öldürülmesi eylemi, sadece bir grup memurun günümüzde yaşadığı mağduriyet sürecini de aşarak, tüm Kürt toplumunun mağduriyete sürüklemesine neden olabilir. Yani devlet, 11 bin 285 öğretmene yaptığını tüm kamu personeline (memur, sözleşmeli ve sözleşmesiz personel, sürekli ve geçici işçi) yapabilir. ‘Bunu yapamaz!’ diyen birinin çıkabileceğini sanmıyorum. Memurlar 29 Aralık boykotuna, ‘Bu zamana kadar eylemlere katıldık bir şey olmadı, bu boykotta da olmaz!’ rahatlığıyla katılmıştı.
Kaymakamın öldürülmesinden sonra gözaltına alınan 71 kişiden 28’i kaymakamlık ve belediye çalışanı. Kaymakamlık yazı işleri müdürü, yazı işleri şefi ve belediyenin zabıta amiri de gözaltında. Bırakalım kaymakamlık ve belediyeyi, bunların dışındaki her bir kamu kuruluşunda da birkaç Kürt çalışmıyor, aksine çalışanların büyük çoğunluğu Kürtlerdir. Ayrıca, bölge dışındaki kamu kurumlarında çalışan Kürtler de var (2014 verilerine göre Türkiye’de 3.2 milyon kamu çalışanı var).
Devlet isterse, Derik saldırısını ve OHAL’i dayanak yaparak tüm kamu çalışanlarımızı işten uzaklaştırabilir, ihraç edebilir. Şu aralar hukukun tanınmadığı tartışılmıyor mu? Ayrıca, ‘hukuksuzluğa uğradım’ diyene sahip çıkabilen de yok!
Oysa, bir statü talebi, demokratik yollarla basit bir hak mücadelesi süreci bile yaşanıyor olsaydı, toplum ne hışma aldırırdı, ne de zulme aldırış ederdi.
İnsanlarımız, PKK’nin akıl almaz, amaçsız ve kanlı eylemlerinden, bunlara alet olmaktan ve bu yüzden gelişen zararlardan kendilerini uzak tutabilmeli, koruyabilmelidir.
HDP ve DBP’nin eş başkanlarından belediye eş başkanlarına kadar binlerce ‘dava arkadaşı’ içeri alınmışken, bir kısmı kaçak hayatı yaşamaya başlamışken, vekiller dahil geride kalanlar içerideki arkadaşları için son derece sessiz.
‘PKK çevresine’ operasyon yapılıyor ve bu operasyon göründüğü kadarıyla hala Kürt toplumuna yönelik değil. PKK ise bu operasyonun etkisinden Kürtleri uzak tutmak yerine, Kürtlerin tamamını kaosun tam içine çekmeye ve zarar görmesini sağlamaya çalışmaktadır. Derik kaymakamının öldürülmesi, bunun için elverişli gerekçeyi sağlamaktadır.
Samimiyeti ve sorumluluk hissini anlamak açısından bilmek gerekiyor; Azadi ve Hoybun başaramayacağını anladığı anda durmasını bildi. Kürtler daha fazla zarar görmesin diye ya kendilerini feda ettiler ya da bölgeyi terk ettiler. Toplumun güvenliğini sağlama telaşına düştüler. Şener, Botan ve Dr. Süleyman hala da devam eden bu anlayışla başarılamayacağını anladıkları anda geri durmasını bildiler. Bu çevre ise hala ‘Kürt toplumu zarar gördükçe, meydanlara çıktıkça, tutuklandıkça, yerinden edildikçe, işini ve evini kaybettikçe, mekanlar Surlaştıkça Şırnaklaştıkça kendilerinin güçleneceğini’ sanıyor ama bu, 6-8 Ekim ve hendeklere kadar böyleydi.
Bu ağır koşullarda, duygusal insanlarımız 30 yıldır ilk kez cesurca, akıllıca ve sessizce geri çekilmiştir ve bu yabancı sağanağın kendi tufanına dönüşmesine bu kez izin vermeyen bir duruşu sergilemektedir. Realite bunu dayatıyor.
Şu kritik günlerde dili, dini ve kültürü ne olursa olsun süreci anlayan, çevresine ve toplumumuza yol gösterebilecek her bireyin ve kurumun sessiz kalmaması gerekiyor.
Toplumumuza zarar verenleri, yüksek risk hazırlayanları engelleyemiyoruz belki ama insanlarımıza yalnız olmadıklarını, bu günlerin de geçeceğini hissettirmek de çok önemlidir.
|
|
|
|
|
|
|