2025-01-16
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Yılmaz Çamlıbel
 
Kemalistler ve Apocular
2012-09-15 18:08
Yılmaz Çamlıbel
Feodal toplumdan burjuva toplumuna geçiş, insanoğlunun gerçekleştirdiği en büyük devrimlerdendir. Bu devrimle, eski dünya yıkılmış, yerine yepyeni bir dünya kurulmuştur. Bu devrimin en büyük meyvesi de, ulus devlet projesidir. İnsanlık ailesi, bu tılsımlı meyveye, iki ana yol üzerinde yürüyerek ulaşmıştır.

Bunlardan ilki, Avrupa burjuva sınıfının takip ettiği yoldur. Feodal toplumlarda ticaret erbabı olan kimseler, aristokratlarlar tarafından alay edilen, horlanan, aşağılanan ve sömürülen alt tabakaya mensup insanlardı.

Sömürgeciliğin başlamasıyla birlikte, Avrupa’nın liman kentlerine taşınan artı değerler sonucunda, bu yerlerde ciddi bir sermaye birikti. Ortaya çıkan bu sermaye de, kapitalist sınıfını doğurdu.

Tarih sahnesine çıkan bu yeni sınıf, eskinin durağan dünyasını, dinamik hale getirdi. Burjuva sınıfı çağ atlayarak devletin egemen gücü haline geldi. Burjuva sınıfı kendisiyle birlikte, toplumda var olan tüm toplumsal grupları da üst düzeylere çıkardı.

Örneğin, pazarda eşya gibi alınıp satılan köleler, bu durumdan kurtulup emeğini satan işçiye dönüştüler. Kısacası burjuva sınıfı, ezilen, horlanan, sömürülen zayıf kesimleri de peşine takarak, onların desteğini alarak, dünyanın en kapsamlı ve en köklü devrimini gerçekleştirdi. Bu yeni düzen içinde tüm bireyler ve toplumsal gruplar her bakımdan daha iyi bir yere geldiler.

Feodalizmin ana kimliği dindi. Kiliseler her şeye egemendi. Örneğin Fransa’daki toprağın yarısı, Katolik kilisesine aitti. Kiliseler, ticaret ve bankacılık yapıyorlardı. Devlet ve toplum üstünde güçlü bir egemenlik kurmuşlardı. Burjuvalar, bu güçlü mekanizmayı param parça ederek, malına mülküne el koyarak, Hırıstiyanlığı devletin dışına attılar. Irk kimliğini devletin ana kimliği haline getirdiler.

Bu yeni düzende dinamik hale gelen sosyo- ekonomik hayat, toplumdaki sömürünün biçimini de değiştirdi. Buna bağlı olarak, tarih sahnesine yeni bir sınıf -işçi sınıfı- çıktı. Bu sefer de bu iki sosyal sınıf arasında, kıran kırana bir rekabet ve mücadele başladı.

Bu mücadele içinde meteryalist felsefe ile sosyalist dünya görüşü, aydınlar ve emekçiler arasında yaygınlaşmaya başladı. Emekçiler hızla siyasallaştı. İşçiler, kendilerini sömürdüğüne inandıkları, makinaları kırmaya, iş yerlerini yakıp yıkmaya başladılar.

Toplumu bu şekilde yönetemiyeceğini anlayan burjuvalar, sınıf savaşı yerine sınıf uzlaşmacılığını öne çıkarmaya başladılar. Böylece iki ana sınıf kavga etme yerine, var olan toplumsal sorunları beraberce çözmek için tartışmaya başladılar. Yaşanan uzun tartışmalar sonucunda, günümüzdeki, çoğulcu, katılımcı, paylaşımcı, uzlaşmacı, barışçı sivil bir siyaset, kültür ve medeniyet şekillenmeye başladı. Günümüzde buna „Sosyal Demokrasi, Sosyal Hukuk Devleti“ diyoruz.

Peki Avrupa burjuva sınıfı, nutuk atarak mı, beyin yıkayarak mı ezilenleri uzlaşmaya ikna etti? Elbette ki hayır. Her şeyden önce onların farklı bir sınıf olduğunu kabul ettiler. Düşünme ve düşünceyi örgütleme haklarını kabul ettiler. Onların parti, sendika, sivil toplum örgütleri kurmasına izin verdiler. Bunun yanında, sömürgelerden ana yurda aktardıkları talanın bir miktarını da emekçilere dağıtarak onları uzlaşmaya razı ettiler.

Şimdi, ikici yola gelelim. Avrupa’da ortaya çıkan Burjuva ideolojisi ve ulus devlet olma özlemi, dalgalar halinde dünyaya yayılmaya başladı. Bu ideoloji, 120 yıl gecikmeyle Osmanlı sınırllarının içine girebildi.

Diğer toplumlardaki değişim ve dönüşüm mücadelesi, Avrupa’dan farklı bir yol izledi. Zira, Asya tipi üretim ilişkisi içinde yaşayan ülkelerde, topraktan büyük rant sağlamak mümkün değildi. Dolayısiyle bu ülkelerde burjuva sınıfı ortaya çıkmadı ve devrime öncülük yapamadı.

Ama tarihi gidiş, ağlarını örüyordu. Burjuva sınıfı ortaya çıkmadı diye, burjuva devrimini erteleme söz konusu olamazdı. İşte bu nedenle, Avrupa dışındaki ülkelerdeki Burjuva demokratik devrimlerine, küçük burjuvalar önderlik ettiler.

Küçük burjuva karekteri gereği, bu ülkelerde yürütülen mücadele, hastalıklı bir seyir izledi. Kitlelere çağ atlatacak birikim ve güce ulaşamadı. Kendi ülkesi sömürge olan bu ülkelerin, başkalarını sömürerek, kendi emekçilerine sus payı vermesi ve sorunları uygar diyaloglarla çözmesi, söz konusu değildi.

Bu mücadeleleri yöneten küçük burjuva devrimcileri, mücadeleyi başarıya ulaştırmak, kurulan ulus devleti yaşatmak ve ulusal kalkınmayı gerçekleştirmek için ezilenleri peşine takamadı. Bu nedenle, üniter, jekoben ve totaliter bir düzen kurmak zorunda kaldılar.

Örneğin Kemalistler birlik adına, Türk milliyetçiliğini, kapitalizmi, islamın Hanefi mezhebini, Türk dili ve kültürünü devletin ana kimlikleri haline getirdile, diğerlerini de yok sayıp yok etmeye çalıştılar. İtiraz edenleri acımasızca ezdiler. Resmi ideolojiyi yaşatmak için, var olan kimlikleri birbirlerine karşı kışkırtarak, gerektiğinde vuruşturarak toplumu yönetme imkanını bulabildiler.

Bilime göre, insanların duygu, düşünce, davranış, ideoloji ve siyasetini, içinde bulundukları maddi koşullar belirler. İşte bu nedenle, Avrupa toprağının içinde manolya, orkide ve zambak yeşerirken, Ortadoğu’nun toprağında, kaktüs, deve dikeni ve kaynana dili yeşerdi.

Kemalisler, Baasiler, Hümeyni mollarıyla PKK’nin benzerliğinin ana nedeni de, aynı maddi koşullar içinde yaşıyor olmalarıdır. Apocuların Kemalist taklitçiliğinin ana nedeni de budur.

Üniter, jekoben, totaliter, yasakçı ve baskıcı Kürdistan çıkması halinde biz Kürtler, yeni bir kurtuluş mücadelesi vermek zorunda kalacağız. 90 yıl süren zorlu bir mücadeleden sonra, Türk devletine Kürtlerin varlığını kabul ettirebildik. Bu uğurda acılar çektik, büyük bir bedel ödedik. Apoculara, çok renkli, çok sesli, katılımcı, paylaşımcı, demokrat çağdaş devleti kaç senede kabul ettirebiliriz, artık onu Allah bilir.

PKK dikenlerinin elimize batıp kanatmasını, daha fazla kan akıtmasını istemiyorsak eğer, yanlız düşmanlara karşı değil, üniterci Kemalist Kürtlere karşı da, çok dikkatli olmak zorundayız.





Print