|
Büyük Türk Demokrasisi
|
2012-11-15 13:36
|
Yılmaz Çamlıbel
|
|
„Bu da ne demek?“ diye düşünebilirsiniz, anlatayım efendim. Bilim adamlarının söylediğine göre, yükseklik ve aşağılık duygusunun kaynağı aynıdır.
Eğer bir insan karşıya güven vermek için, durmadan Allah ve Kuran’dan bahsediyorsa, onun dini inanç konusunda bir zaaf içinde olduğundan emin olabilirsiniz. Eğer bir insan durmadan namus ve hayadan bahsediyorsa, onun namus konusunda defolu olduğundan emin olabilirsiniz. Mertlikten çok bahseden namert, cesaretten çok bahseden korkak, dürüstlükten çok bahseden ise üçkağıtçıdır.
Bu nedenle, aşağılık duygusu içinde olanlar sürekli olarak, büyüklükten, ululuktan, yücelikten, erdemlilikten bahsederler. Böylece aşağılık duygusundan, yükseklik duygusuna terfi etmeye çalışırlar.
Türkler, bu konuda incelenmeye değer bir örnektir. Türkler, kendileriyle ilgili bir çok şeyin başına „Büyük“ sıfatını koyarlar. Herkesin milletin meclisi dediği kuruma Türkler „Büyük Millet Meclisi“ derler. Herkes düşmanına taarruz eder. Türklerinki „Büyük taarruz“ olur. Türk yöneticiler halka, „Büyük Türk Milleti“ diye hitap ederler. Bu nedenle ben de Türk demokrasisinin başına „Büyük“ sıfatını yazdım ki bir eksiklik olmasın.
Son günlerde Türk Başbakanının „Türk biçimi başkanlık sisteminden“ bahsetmesini dikkatlerinize sunarım. Bu düzenleme yapıldığında herkesin bu sistemi „Büyük Türk Başkanlık Sistemi“ biçiminde nitelendireceğine emin olabilirsiniz.
Bu girişten sonra, Türk demokrasisini incelemeye geçebiliriz. Türkiye 1936 yılında çok partili rejime geçti. 1950 seçimlerinde, Atatürk’ün partisi bir daha iktidara gelmemek üzere, muhalefete düştü.
İktidara gelen Demokrat Parti (DP) halkın demokrasiyi öğrenmesi ve özümlemesi için bir dizi projeler hazırlandı. Bunlardan birisi de öğrencilere yönelikti.
Öyle ya, öğrenciler geleceğin yöneticileriydiler. Mebus, bakan, başbakan, bürokrat olmadan önce, demokrasiyi bir güzel öğrenmeleri gerekiyordu.
Ben o dönemde, İstanbul Haydar Paşa Lisesinde okuyordum. Sınıfa giren matematik öğretmenimiz bizlere şöyle sesleniyordu:
„Arkadaşlar, esas konumuza geçmeden önce, biraz demokrasi çalışalım. Bu günkü konumuz sınıfın havalandırılmasıdır, buyurun tartışın.“
Bir arkadaşımız kalkıp şöyle konuşurdu.
-Arkadaşlar, bildiğiniz gibi oksijen gazı, bizler için çok önemlidir. Bana göre sınıfımızın oksijeni azalmış bulunuyor. Sizlere pencere açmayı öneriyorum.
Diğer bir arkadaşımız ilk konuşana kızarak ve bağırarak:
-Hayır, sınıfımızın oksijeni yeterlidir. Dışarının havası soğuktur. Pencereyi açarsak hepimiz hastalanırız. Bence pencere açılmamalıdır.
Dakikalarca pencerenin açılması ve açılmaması üzerine abuk subuk şeyler söylerdik. Herkes bir ağızdan konuşurdu, ama kimse kimseyi dinlemezdi. Öğretmenin „Yeter artık, kesin sesinizi“ zılgıtıyla birlikte, herkes süt dökmüş kedi gibi pısardı. Kısacası öğretmenimiz Türk generalleri gibi, emir-komuta zinciri içinde demokrasiyi sona erdirirdi.
Bir de, bol miktarda münazara yapardık. Öğretmenlerimiz önce, tartışılacak konuyu tesbit ederlerdi. „Sanat mı fen mi? Ahlak mı akıl mı? Çalışmak mı okumak mı? Ziraat mı sanayî mi?“ gibi bir konu seçerlerdi.
Daha sonra, üç veya dört kişiden oluşan iki ekip hazırlanırdı. Her ekip bir görüşü savunurdu. Tüm öğrenciler de dinleyici olurdu. Örneğin feni savunan ekip:
- Arkadaşlar, fen bilimi olmasaydı, binalar nasıl yapılırdı? Elektrik icat olmasaydı, nasıl ısırnıkdık. Ev ve iş yerlyeri nasıl aydınlanırdı? Elbisemiz, kitabımız, defter ve kalemlerimiz olur muydu? Fen yoksa, hayat da yoktur.
Karşı taraf şöyle söylerdi:
-Elektriği buldunuz da ne oldu. Onun aracılığıyla doğanın ve insanların üzerine bombalar yağdırıyorsunuz. Çocuklar yetim, analar dul kalıyor. Kısacası fen ölümdür, yıkımdır, vahşettir.
-Sen ne diyorsun arkadaş, sanatın insanlara ne faydası var? Şiir olmasa açlıktan mı ölürüz? Arya okuyarak mı evlerimizi ısıtıyoruz? Müzik olmasa çıplak mı kalırız?
-Bana bak geri zekalı, fen olmasa, karnını bile doyuramazsın. Bir yerden diğer bir yere gidemezsin. Adem baba gibi önüne arkana üzüm yaprağı koyar, hayvan gibi yaşamak zorunda kalırdın.
-Bırak bu palavrayı, fen, olumlu yönü olmayan bir beladır, bir vahşeettir.
-Hade yaaa sen de! sanat, insanların yaratıcılığını yok eden, insanları hayal alemine götüren, beynini uyuşturan tehlikeli bir hastalıktır.
Sözü uzatmıyayım, yapılan bu münazaralar sonucunda; yandaş olduğu insanı, örgütü ve ideolojiyi gözü kara savunan, karşidakine ise gözü kapalı saldıran, karşıdakini dinlemeyen, üste çıkmak için sürekli yalan söyleyen, demegoji yapan, fanatik insan tipi ortaya çıktı. Günümüzün politikacıları, yöneticileri, sanatçıları ve aydınları, işte bu kültürün tipik ürünleridir.
İçinde yaşadığımız ve bizleri çileden çıkaran bu düzenin anası, kısaca tanıtmaya çalıştığım bu Büyük Türk Demokrasisi Kültürüdür.
Ulu önderin yadigarı olan ve 90 yıl içinde şekillenip serpilen Büyük Türk Demokrasisi, Türk vatanına, Türk milletine, Kıbrıs Türklerine, Kafkasya ve Balkan Türklerine, Irak Türkmenlerine, îslam ümmetine, Ulu Önder Atatürk’e, Türk-İslam sentezinin nadide ürünü olan muhterem Recep Tayyip Erdoğan’a hayırlı ve uğurlu olsun. Amin.
|
|
|
|