|
Asimilasyon
|
2015-02-12 00:18
|
Yılmaz Çamlıbel
|
|
Ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, sömürü çarkı daha hızlı dönmeye başladı. Emek-sermaye çelişkisi derinleşti. Emekçiler, kurulu düzene baş kaldırmaya başladılar. Ortaya çıkan bu muhalefeti bastıramayan egemenler, emekçilere taviz vermek zorunda kaldılar. Emekçilere tavizler vererek bu muhalefeti yumuşatma yoluna gittiler.
Ama çelişkiler ve buna bağlı çatışmalar durmadı. Avrupalı kapitalistler, bu sefer gözlerini üçüncü dünya ülkelerine çevirdiler. Asya ve Afrika’nın yeraltı ve yerüstü zenginliklerini talan etmek için, buraları silah zoruyla işgal ettiler. Kaba güçle buraları soyup soğana çevirdiler. Bu talanın belli bir bölümünü de emekçilere aktararak, onları susturma yoluna gittiler.
Avrupa burjuvalarının önüne, bu sefer de ulusal kurtuluşçular çıktı. Bu sefer de dünya kapitalist düzeni emekçilerin önüne, daha ince ama daha etkin bir proje koydular. Bu, bilinç karartan, hedef şaşırtan, mazlumları kendine yabancılaştıran asimilasyon projesiydi.
Bu projenin özü şuydu. Kendini (ırkını, rengini, sınıfını, tarihini, dilini, dinini, kültürünü) olabildiğince yücelt, ötekilerinkini de olabildiğince aşağıla. Bir efendi-köle kültürü yarat, sömürü çarkını da bu anlayışın üzerine oturt.
Bu asimilasyon projesi sonucunda, efendisinin kendisinden daha akıllı, yetenekli, kibar, asil ve yaratıcı olduğuna inanan, efendisinin dininin, dilinin, renginin, kültürünün, kılık kıyafetinin kendisininkinden asil olduğunu düşünen, kendine ait kimliklerden utanan, efendisine imrenen, edilgen, pasifist ve teslimiyetçi bir insan tipi ortaya çıktı.
Beyazlar, uygulamaya koydukları asimilasyon projeleri aracılığıyla, Asya ve Afrika halklarını köle durumuna getirdiler. Öyle bir duruma gerildiler ki, Allahlarını bir tarafa atıp, efendilerinin Allahına tapmaya başladılar.
Afrikalı bir anti sömürgeci aşiret reisinin şu sözü, her şeyi kısaca özetliyor. Bu saygın adam diyor ki “Beyazlar buraya gelmeden önce, Afrika bizimdi İncil onların. Şimdi Afrika onların oldu İncil bizim.”
Bununla yetinmeyen sömürgeci beyezlar, Ortadoğulu kahverengi gözlü, esmer tenli, kıvırcık saçlı İsa’yı kendilerine benzettiler. Onu beyaz tenli, mavi gözlü, sarı saçlı göstererek asimile ettiler. Öyle ya! Soylu beyaz ırk dururken, Hiristiyan peygamberi hiç Ordadoğu’lu olabilir mi?
Sömürgeci beyazların vahşetini yazmaya sayfalar yetmez. Ama onların önemli bir niteliğine de parmak basmak gerekiyor. Avrupa’lı beyazlar, işgal ve talan ettikleri ülkelerde yaşayan halkların varlığını, dilini, dinini, tarihini inkar etmediler. Onları yok sayıp yok etmeye kalkmadılar. Sadece ülkelerinin zenginliklerini talan ettiler.
Şimdi de Kürtlerin durumuna bir göz atalım. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte, Kürtlerin varlığı, tarihi, medeniyeti, dili ve kültürü yok sayıldı ve yok edilmeye çalışıldı. Kürtleri aşağılayan binlerce fıkra türetildi. Yaratılan edebi ve sanatsal eserlerde Kürtler kaba saba, kültürsüz, cahil insanlar olarak gösterildi. Okulda, kışlada, sokakta çevrilen sistemaik prepogandalarla bu durum kitlelerin beynine şırınga edildi, toplum sürüleştirildi. Bunun sonucunda Türk bilim adamları, akademisyenleri, uzmanları, “Kürt diye bir halk, Kürtçe diye bir dil yoktur.” diyecek kadar aptallaştılar.
Sürdürülen bu sistematik asimilasyon sonucunda, tahsil gören, okuyan, şehirleşen, burjuvalaşan Kürtler arasında kendine yabancılaşma oranı hızla yükselmeye başladı. Mal, mülk, şan, şöhret ve ünvan kazanan bu kimseler, babalarının kasketinden, analarının şalvarından, ulusal değerlerinden utanır hale geldiler. Kürt oldukları anlaşılmasın diye Kürtlere karşı yürütülen yok etme politikalarının, buna önderlik eden Türk faşitlerinin yandaşı ve militanı haline geldiler.
Kısacası asimilasyon, toplumsal grupların ve halkların tarihi, siyasi, kültürel kimliklerine yönelik bir saldırıdır, bir insanlık suçudur. Bu iğrenç politikalar nedeniyle milyonlarca Kürt anadiliyle okuyamıyor, yazamıyor ve konuşamıyor. Milyonlarca kadın çocuklarıyla Kürtçe konuşuyor. Ama çocuklar annelerine, Türkçe, Arapça veya Farsca cevap veriyorlar. Böyle bir vahşet dünyanın neresinde görülmüştür?
Bir konuya daha dikkat çekip yazımı bitirmek istiyorum. Yanyana veya içiçe yaşayan halkların birbirlerinin dilinden, kültüründen, sanatından, edebiyatından, törelerinden, mutfağından, kılık kıyafetinden etkilenmesi doğaldır. Bu ilişki içinde zengin ve renkli olan, diğerlerini etkiler. Bu de doğal bir durumdur. Buna tabii asimilasyon deniliyor. Biz Kürtler bu tabii asimilasyona değil, yasak, baskı, korkutma, sindirme, boyun eğdirme politikalarına karşı çıkıyoruz.
Her şey apaçık ortada. Kürtler hayatın her alanında, var olma ve yok olmayla karşıya gelmiş bulunuyor. Varlığını korumak için, tüm ulusal değerlerini eşgüdüm halinde mücadele alanına sürmesi gerekiyor. Bu da ancak ulusal birlikle ve ulusal projelerle sağlanabilir.
|
|
|
|