|
Vahşi Emperyalizm
|
2015-11-17 20:03
|
Yılmaz Çamlıbel
|
|
Son yıllarda insanlık alemi, bir kaos içine yuvarlanmış durumda. Devletler, halklar, din ve mezhepler gırtlak gırtlağa gelmiş durumda. Dünyamız vahşi bir gezegen haline gelmiş bulunuyor. Durumu, üçüncü dünya savaşı biçiminde değerlendirenler de var. Evet, emperyalizm üçüncü kez, dünyayı yeniden parselliyor.
7 milyar insanı, yönetenler ve yönetilenler biçiminde, iki ana bölüme ayırabiliriz. Yönetenler bölümünde, erkekler, kapitalistler, sanayileşmiş devletler, yani egemenler var, sömürenler var. Yönetilen bölümde ise, kadınlar, emekçiler, geri bırakılmış ülkeler, yani sömürülenler var. Bunların hepsinin tepede ise, üst akıl olan vahşi emperyalizm var.
Bu iki ana grup arasında, hayatın her alanında kıyasıya bir mücadele sürüyor. Mücadele, giderek sertleşiyor.
Yönetenler, diğer bölümü nasıl yönetiyor ve sömürüyor? Önce, buna uygun bir maddi ve manevi ortam hazırlanıyor. Yönetenler, kendi sınıf, ırk, cins, renk, dil, kültür, din ve mezhep kimliklerini olabildiğince yüceltirken, yönetilenlerinkini de olabildiğince aşağılıyorlar. Böylece yönetilenleri, aşağılık duygusu içine sokuyorlar. Kendinden utanır hale getiriyorlar. Boyun eğdiriyorlar. Sömürü düzeninin işbirlikçisi durumuna sokuyorlar.
Bunun sonucunda iki grup arasında bir efendi köle kültürü oluşuyor. Sömürü de bu kültürel doku üzerine oturtuyorlar.
Peki bu sömürü çarkı nasıl dönüyor? Erkekler kadınları, sermaye sınıfı emekçileri, sanayileşmiş ülkeler geri kalmış ülkeleri, emperyalist ülkeler de tüm dünyayı sömürüyor. Burası, yasağın, baskının, savaşların, dökülen kanın, yani vahşetin mutfağıdır.
Bu tür tuzaklara düşmeyenler, aksine karşı çıkanlar da var elbette. Peki bunlar hangi yöntemlerle kurulu düzene karşı çıkıyorlar? Yönetilenler de tıpkı yönetenler gibi, mücadeleyi kutsal saydıkları kimlikler üzerinden yürütüyorlar. Zaten işin mantığı da budur. Önce milli ve manevi değerleri kutsal hale getireceksin. Daha sonra bu değerlerin tümünü, eşgüdüm halinde mücadele alanına süreceksin. Zaten başka türlü mücadeleyi kazanmak mümkün değildir.
Örnekliyelim: Kapitalistler, önce emekçileri kendine yabancılaştırıyorlar, sınıfından utanır hale getiriyorlar. Sonra onlara dönüp, “Ben işyeri ve fabrikalar açmasam, sen açlığından ölürsün.” diyorlar.
Peki, düzene başkaldıran emekçiler bu soruya nasıl cevap veriyorlar? “Hele şöyle bir dur bakalım, sen hayatın boyunca ne yaptın? yarattığın bir şey var mı? Bak bu dünyada gördüğün her şeyi ben yarattım. Bu nedenle ben yöneteceğim. Esasında ben olmazsam sen açlığından ölürsün.” Peşinden emekçileri sınıf bayrağı altında toplanmaya çağırıyorlar, “Dünyanın tüm işçileri birleşin.”
Sistematik propagandalarla emekçileri aptala çevirenler kibar, medeni, çağdaş oluyor. Emeğine sahip çıkan, bunun için mücadele eden, emekçileri sınıf bayrağının altında toplanmaya çağıranlar ise terörist oluyor, öyle mi?
Toplumu sürüye çevirmek, kurulu düzene boyun eğdirmek için, dini afyon gibi kullanmak kutsal değerlere saygı oluyor. Ama dini “İnsanları kula kul olmaktan” çıkarmak için harekete geçirmek, dine saygısızlık oluyor, öyle mi?
Bir karış toprağı, dikili ağacı olmayan, tapu nedir bilmeyen, milyonlarca insanı kutsal vatan için ölüme göndermek yurtseverlik oluyor. Ama 500 bin kilometre kare alana sahip bir ülkeyi işgalden kurtarma mücadelesi, terörizm oluyor öyle mi?
Bilenler bilir, Hiristiyanların peygamberi Hazreti İsa, esmer tenli, kıvırcık saçlı, siyah gözlü bir Filistinlidir. Ama Avrupalılar onu sarı saçlı, mavi gözlü birisi haline getirdiler. Öyle ya, sarı saçlı mavi gözlü Avrupalılar dururken, esmer tenli kıvırcık saçlı bir Asyalıdan peygamber olur mu? Bu dünyaya yakışır mı?
Bu kapitalistler var ya bu kapitalistler, Allahın hatalı işler yaptığını düşünüyor ve onu düzeltmeye kalkıyorlar. Kimin peygamber olması gerektiğine kendileri karar veriyorlar. Bunların dindar görünmelerine bakmayın siz. Bunların dini, imanı, Allahı para. Bunların topu Allahsız.
|
|
|
|