2025-01-16
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Yılmaz Çamlıbel
 
Bebekler, çocuklar ve büyükler
2016-03-02 21:25
Yılmaz Çamlıbel
İnsanoğlu belli bir yaşa kadar hile hurda bilmeyen, kıskanmayan, yalan söylemeyen, iftira atmayan, arkadan konuşmayan, çıkarı için başkalarına zarar vermeyi planlamayan, sömürü düzeni kurmayı düşünmeyen, zorbalık yapmayan, savaş çıkarmayan bir yaratıktır. Özellikle bebekler, melekler gibidirler. Emdikleri anasütü gibi, lekesiz ve temizdirler. Ne doğaya ne de insanlara zarar vermezler.

Büyüdükçe, benim, senin, onun gibi mülkiyet kelimelerini öğrenmeye başlarlar. Kurulan sömürü düzeni sonucunda insanlar, ezen-ezilen, sömüren-sömürülen, yöneten- yönetilen biçiminde iki ana eksen üzerinde kümelenirler. Ve insanlar arasında acımasız bir rekabet, çekişme ve çatışmı ortamı şekillenmeye başlar. Süreç içinde o tertemiz bebekler, acımasız birer canavara dönüşürler. Ve bebeklerin o güzelim dünyası kirlenir, yaşanmaz, çekilmez bir hale gelir.

Yazıma bir anektotla devam etmek istiyorum. 1950 yılında futbol oynamayı öğrenmiştim. O yıllarda henüz lastik topu görmemiştim. Arkadaşlarımla beraber çaput toplardık. O çaputları birbirlerine sarardık. Sonra etrafını iple sıkıca bağlardık. Bir kaç tekmeden sonra, çaputlar etrafa saçılırdı. Saçılan çaputları yeniden sarar, iple bağlar, maça devam ederdik.

Bir gün yine kasaba mezarlığının yanındaki sahada, arkadaşlarla maç yapıyorduk. Topumuz yine darmadağan olmuştu. Etrafa dağılan çaputları toplarken, Müdde-i umuminin “cumhuriyet savcısının” oğlu sahaya girdi. Elinde portakal gibi bir şey vardı. Onu yere vurduğunda, havaya zıplıyordu. Onu havada tutuyor, yeniden yere vuruyordu.

Hepimiz ilk kez gördüğümüz bu acayip yuvarlak şeye hayretle ve hayranlıkla bakıyorduk. Sözü uzatmayalım, biz bu acayip nesnenin top olduğunu, lastikten yapıldığını, yere vurunca dağılmayıp sıçradığını öğrendik. Top sahibi çocuğun önerisiyle iki takıma ayrılıp maç yapmaya karar verdik.

Lastik topun sahibi olan çocuk, “Takım arkadaşlarımı ben seçeceğim” dediğinde itiraz etmedik. “Takımın kaptanı ben olacağım.” dediğinde, bir tek arkadaşımız karara itiraz etti. Top sahibi “O zaman ben de oynamıyorum, topumla oynamanıza da izin vermiyorum” dedi ve topunu göğsüne bastırarak kasabaya doğru yürümeye başladı. Tüm çocuklar yanına giderek yavar yakar çocuğu geri dönmeye ikna ettik.

Maç yeniden başladı. Hepimiz lastik topla oynamanın zevkini çıkarıyorduk ki top sahibi oyuna müdahale etti. Malum çocuk, rakip takımın attığı bir şutu gol saymadı. Bütün çocuklar atılan şutun gol olduğunu söylemesine rağmen o görüşünde diretti. Biz de kendi görüşümüzde ısrar edince çocuk, “O zaman ben oynamıyorum.” dedi ve yine topunu alıp kasabaya doğru yola koyuldu. Biz yine yalvar yakar çocuğu geri dönmeye ikna ettik.

Oyun yeniden başladı. Bu sefer o çocuk attığı şutun kaleden çok uzaktan geçmesine rağmen bunu da gol saydı. Biz yine itiraz ettik, o yine “O zaman ben de oynamıyorum, topumu alıp gidiyorum.” dedi. Biz bir kere daha top sahibi çocuğun dediği kabul etmek zorunda kaldık.

Ergin yaşa geldiğimde, felsefe kitapları okuduğumda, hayata, insanlara ve insan ilişkilerine eleşteriyel bir gözle bakmaya başladığımda, geçmişte şahit olduğum olayları yeniden yorumlamayı alışkanlık haline getirdim. Bu alışkanlığım hala devam ediyor. Bu huyumu çok seviyorum.

Şimdi çocukluğumda şahit olduğum bu masum futbol maçını sizler için bir kere daha yorumlamak istiyorum. Bana göre, 65 sene önce yaşadığım bu olay, günümüzde yaşadığımız tüm toplumsal olayların kısa bir özetidir. Şimdi makarayı geri sayalım.

Babası bürokrat olan çocuğun lastik topu vardı. Lastik topu olan çocuk, takımın kaptanı oluyordu. Bu da yetmezmiş gibi, hangi şutun gol olup olmadığına, hangi hareketin penaltı olup olmadığına top sahibi çocuk karar veriyordu. Bu yanlışlık ve haksızlığa itiraz ettiğimizde, çocuk oyuna son veriyordu. Kısacası bu çocuk, sahip olduğu küçücük bir lastik top aracılığıyla, irademize ambargo koyuyordu. İstediği her şeyi bize dayatıyordu. İşin garibi, biz de bunlara uyuyorduk.

Şimdi günümüze bir göz atalım. Günümüzde de bazı kimselerin fabrikaları, bankaları, tarlaları, işletmeleri “yani lastik topları” var. Sahip oldukları bu güce dayanarak, ülkeye yönetici “yani kaptan” oluyorlar. Bunun sonucunda, ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel alanlarda koydukları kurallarla bizleri istedikleri biçimde yönetiyorlar. Nasıl düşüneceğimize, nasıl yaşayacağımıza, neye inanacağımıza, hangi kitap, gazete ve dergiyi okuyacağımıza, kimi sevip kimden nefret edeceğimize, yani “hangi şutun gol olduğuna, hangisinin auta çıktığına, hangisinin penaltı olduğuna” onlar karar veriyorlar.

Bu kararlara itiraz edildiğinde, Türk generalleri gibi, düdüğü öttürüp demokrasiye “yani oyuna” son veriyorlar.

Kısadan hisse: İşin özü, lastik topun mülkiyetinde yatıyor. Lastik topun mülkiyeti bir azınlığa ait olunca, baskıcı, totaliter, faşist bir rejim ortaya çıkıyor. Mülkiyet toplumda olunca, insan hakları, demokrasi, hukuka dayalı adil ve paylaşımcı bir rejim şekilleniyor.

Eğer insanlar, ilk kez bir toprak parçasını çitle çevirip, “burası benimdir” diyen insana müdahale etselerdi, dünyada yaşadığımız hiç bir bela, başımıza gelmezdi. Sonuç olarak şunu söylüyorum, mutlu mu olmak istiyorsunuz? O zaman dünyadaki mülkiyet anlayışını değiştirin. Bak yine çaktırmadan komünistlik yaptım, iyi mi?
Print