2025-01-16
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Yılmaz Çamlıbel
 
Karışık İşler
2016-07-27 13:11
Yılmaz Çamlıbel
İnsan- doğa, insan- insan ilişkileri zanettiğimizden daha karmışık ve çapraşıktır. Bilimsel yöntemleri kullanmamamız halinde, bu karmaşa içinde yolumuzu bulmamız ve sorunlarımızı çözmemiz mümkün değildir. Bunu, yaşadığımız alanı küçülterek ve oraya yoğunlaşarak yapabiliriz.

Örneğin, dünyamızın küçücük bir köy olduğunu, bu yerde sadece 101 insanın yaşadığını hayal edelim. Bu küçücük yerleşim biriminin altında kömürle demir cevherinin, yerüstünde ise bir tencere imalathanesinin bulunduğunu düşünelim. Doğaldır ki ekonomik, sosyal ve siyasal çarkın dönmesi için, bu insanlardan birisi kapitalist, diğer yüz kişisi ise, emekçi olacaktır.

Kapitalist kişinin kurduğu tezgah nedeniyle, emekçiler yeraltındaki demir ve kömür cevherini yerüstüne çıkarır. Kömürü yakar. Demir cevherini potanın içinde eritir. Bu eriğiyi tencere kalıbının içine döker. Sonra bu tencereyi kalaylar. Sonra da satılmak üzere piyasaya sürer.

Peki, bu tencerenin fiatını kim belirleyecek ve kim piyasaya sürecek? Elbette ki bu işi kapitalist yapacaktır.

Bu işin ham maddesi olan kömür ile demir cevherinin sahibi (insanın inancına göre) ya Tanrıdır ya da doğa. Bu iki varlık da, bu ham maddeler için kimseden para istemezler. Bu durum karşısında, her hengi bir mamul maddenin piyasa değeri doğal olarak, ona sarfedilen emek olacaktır.

Şimdi gelin bir hesap yapalım. O ülkede yaşayan her işçinin günde 10 tencere imal ettiğini, her tencerenin 5 euroya satıldığını kabul edersek, her işçi günde 50 euro değer yaratmış olur.

Patron, yaratılan bu 50 euronun hepsini o işçiye ödemez. Bu paranın bir miktarına “kar payım.” diyerek el koyar. Örneğin 50 euronun kırkını işçiye verir, kalan on eurosunu da cebine atar.

Şimdi, Zurnanın “Zırt” dediği yere geldik. Bu nedenle konunun iyi anlaşılması için, biraz daha netleşmeye ihtiyacımız var.

Malum, emekçiler hem üretendir, hem de tüketen. O nedenle yarattığı değerleri de kendisi tüketecektir.

Çevrilen kapitalist çark nedeniyle, işçiler kazandığı parayla yarattığı değeri satın alamazlar. Örnekte görüldüğü gibi, emekçinin yarattığı eşyanın piyasa değeri 50 euro, günlük kazancı ise 40 eurodur. 10 lira açık var.

Bu fark, kapitalistlerin emekçilerin alın terinden çaldığı paradır. İşte bu nedenledir ki bilim adamları “Sermaye hırsızlıktır, emekçilerden çalınan paradır.” diyorlar.

Şimdi soruna başka bir açıdan bakalım. Kurulan kapitalist soygun çarkı nedeniyle, bir emekçi günde 10 tencere imal ediyor, ama kazancıyla 8 tencere satın alabiliyor. Peki, artan bu 2 tencere ne olacak? Tabidir ki kapitalistin deposuna gidecek.

Hepimiz biliyoruz ki dünya genelinde kapitalistlerin kurduğu milyonlarca tezgah ve bu tezgahlardan artan milyarlarca mamul madde var. Kapitalistler mamul maddelerin tümünü satamazlarsa eğer, cüzdanları sürekli olarak şişmeye devam etmez. O nedenle kapitalist sistemde meydana gelen bu tıkanıklığı da aşmak gerekir.

Bunun iki yolu var. Ya emekçilerin ücretini arttıracaksın, ya da tencerenin fiatını düşüreceksin. Hangi yola gitseniz, patronun karı düşer. Buna da patron izin vermez.

İş bu aşamaya geldiğinde kapitalistler, sistemden meydana gelen tıkanıklığı aşmak için, yeni bir tezgah kurarlar. Ne yaparlar? Artan mamul maddeleri diğer ülkelere satmaya çalışırlar. Nasıl mı? Lütfen yazıyı okumaya devam edin.

Önce cin adamlardan çeşitli heyetler oluştururlar. Bu heyetler üçüncü dünya ülkelerini ziyaret ederler. Onlara iş birliği önerilerinde bulunurlar. Kendilerine yüzde 20-40-50 komisyon ödemeyi teklif ederler. Sonuçta işi sağlam kazığa bağlarlar.

İşbirliği önerisini kabul etmeyen ülkeleri de işgal edip sömürgeleştirirler. Kurulan bu ilişki sonucunda, gönüllü veya zorla işgal edilen bu ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını talan edip kendi ülkelerine taşırlar. Bunları mamul madde haline getirip yine onlara satarlar. Sanayileşmiş ülkeler işte bu nedenle geri kalmış ülkeleri sömürge haline getirmişlerdir.

Dünya kapitalist-emperyalist sistemi son üç asırdan beridir, bu soygun düzenini dünya insanlık alemine dayatmış bulunuyor.

Ama, dünya insanlık alemi de bu zorbalığa karşı çıkmış, sosyalist devrimler, ulusal kurtuluş savaşları başlamış, vahşi kapitalizmi köşeye sıkıştırmaya çalışmıştır. Sonra ne olmuş? Kapitalistler tıkanan her kanalı aşmak için, yeni tuzak projeler hazırlamışlardır.

Örneğin geri kalmış ülklere bu sefer mamul madde ihraç etme yerine, sermaye ihracına başlamışlardır. Dünya Bankası, İMF ve bir cümle kapitalist sistemi “Ona kredi buna teşvik, ona kalkınma fonu buna Amerikan donu diyerek” soygun düzenini vira revize ederek, sömürü çarkının dönmesini sağlamışlardır.

Bu projelere çarpıcı bir örnek daha vermek istiyorum. Bilindiği gibi savaş sanayi ürünleri, rantı en yüksek alandır. Örneğin bir tankın, bir uçağın bıraktığı kar, binlerce tır tencerenin bıraktığı kardan daha yüksektir.

Bunun için kapitalist sisteminin ağa babaları depolarını, otomotik tüfek, tank, top, tayyare, nükleer ve kimyasal silahlarla doldururlar. Krize girdiklerinde, dünyanın uygun bir yerinde kontrol altında tuttukları lokal bir savaş çıkarırlar. Bunun üzerine yörenin devlet yöneticileri, vatan, millet, Sakarya laflarıyla fanatize ettikleri milletleri ve toplumsal grupları savaş alanına sürerler. Onlara silah stokladıkları ambarların kapılarını açarlar.

Savaş kışkırtıcılığı yapan devlet yöneticileri, sağlık, eğitim, çevre, bilim, sanat konularına ayırdıkları bütçelerinin önemli bölümüyle artık silah almaya başlarlar. Depolar boşaldığında, yani satılacak mal kalmadığında, kapitalist sistemin baronları kontağı kapatarak savaşı durdururlar.

Şimdi yazımın başındaki küçücük köyden çıkıp dünyaya kuş bakışı bakalım. Dünya sermayesinin büyük bir bölümü Kuzey Yarıküre’de toplanmış bulunuyor. Güney Yarıküre’de ise, sefalet diz boyu. Bunun sonucunda halklar, ülkeler, sınıf, din, mezhep, cins, kültür kimlikleri üzerinden gırtlak gırtlağa gelmiş bulunuyor. Tabir caizse, kan gövdeyi götürüyor.

Sonuç olarak diyorum ki, günümüzdeki Ortadoğu’da karşımıza çıkan kaosa, bir de bu gözle bakmamızda yarar var.
Print