|
Osmanlı'da Oyun Çok Bextê Romê Tune
|
2017-05-29 21:01
|
Yılmaz Çamlıbel
|
|
Yüz yıldan beridir Türkiye’de bonbalar patlıyor, insanlar ölüyor, köyler, ormanlar, tarlalar yakılıp yıkılıyor. Kitlesel katiamlar yaşanıyor. İnsanlar ata-baba yurdundan kovuluyor. Acımasız bir asimilasyon çarkı çevriliyor. Bu nedenle bazı halklar tarih sahnesinden siliniyor.
Kimilerine göne son kırk yıl içinde 17 bin, kimilerine göre daha çok fail-i meçhul olay meydana gelmiştir. Toplumun önemli bir kesimi, devlet yöneticilerinin bu insanlık dışı suçları gizlediğini, kulak arkasına attığını, faillerin kasten ortaya çıkarılmadığını düşünüyor ve söylüyor. Bu nedenle ciddi bir toplumsal travma içinde yaşıyoruz.
Olayların ve faillerin deşifre edilmeleri için, duyarlı olan birey ve kurumların daha hassas olmaları ve duyarlı davranmaları gerekmektedir.
Her millet ve toplumsal gruplar, hayat içinde yaşadıkları acı ve sevinçlerini kitlelere aktarmak için, çeşitli yöntemler kullanıyorlar. Bunlardan birisi de özdeyişlerdir. Bir kaç kelimeden oluşan bu özdeyişler sayesinde toplumlar, tarihi geçmişini, sevinçlerini, elem ve acılarını, silinmiyecek biçimde, beyninin ve kalbinin içine yerleştiriyorlar. Onları bir sonraki nesillere aktarıyorlar.
Amiyane tabirle, yetmiş iki buçuk millet, altı asır boyunca, Osmanlı İmparatorluğu’nun emir komutasında yaşamak zorunda kaldılar. Bir asırdan beridir de, TC’nin yönetimi altında yaşıyorlar.
Osmanlılar, egemenliği altında tuttuğu halkları, yasak, baskı ve şiddetle yönettilar. Onlara çok acılar yaşattılar. Yaşanan bu tarihi acılar sonucunda yönetilen halklar, Türk yöneticileri hakkında, insanları düşünmeye zorlayan dikkat çekici özdeyişler, atasözleri ve fıkralar yarattılar. Bunlardan biri de “Osmanlı’da oyun çok” sözüdür.
Dünyanın her yerinde, halklar tarafından yaratılan bu tür özdeyişlerde, yalan, dolan, iftira çamur atma, haksızlık yapma yoktur. Bunların hepsi, halkların tarihi bilincinin yarattığı hilesiz, hurdasız rafine sözlerdir.
Osmanlı tarihe şöyle bir göz atalım. Osmanlı padişahları, kutsallaştırdıkları devletin bekası için, kardeşlerini ve oğullarını astılar, kestiler, boğdular, kellelerini uçurdular.
Padişah ve halife denilen bu yöneticiler, yanyana yaşadıkları halkların ülkelerini işgal ve talan ettiler. Bu halklara mensup yetenekli insanları bürokrat, güzel kadınları cariye, genç erkekleri de asker yaptılar. Daha sonra bunlar aracılığıyla başka ülkelerin vatanlarını işgal ve talan ettiler.
Uygulamaya konulan çeşitli asimilasyon projeleri sonucunda, bu insanların büyük çoğunluğu kendilerine yabancılaştılar. Sırp, bulgar, yunan, arnavut, çerkez, gürcü, yahudiler Türkleşti. Hiristiyan ve Museviler ise Müslümanlaştı. Bu vahşi asimilasyon politikası, günümüzde de tüm hızıyla devam ediyor.
TC’nin kurulduğu aşamada, ülke içinde 60 civarında farklı dil konuşuluyordu. Yani Osmanlı coğrafyası, dünyanın en renkli coğrafyasıydı. Günümüzün Türkiyesinde ancak bir elin parmakları kadar dil konuşuluyor. İnsanlık düşmanı olan vahşi asimilasyon politikaları yüzünden, dünyanın en renkli coğrafyası, tek renge, tek sese dönüşmüş bulunuyor.
Şimdi de Kürt tarafına bir göz atalım. Kürtler, ülkesi, milleti, kültürü ve medeniyetiyle Ortadoğu’nun en kadim halklarından birisidir. Bu niteliğinden dolayıdır ki Kürtler, Ortadoğu’daki savaşın da barışın da en güçlü dinamiğidir. Meydana gelen olayların ana aktörlerinden birisidir. İşte bu nedenle bölgenin egemen güçleri, onu kontrol altına almaya, yanlış yollara kanalize etmeye ve yok etmeye çalışıyorlar.
İlk Kürt başkaldırısı 1806 yılında gerçekleştirilmiştir. Demek ki Kürtler özgür olmak için iki asırdan beridir savaşıyorlar. Bu durum karşısında Kürtlerle ilgili olarak, iki temel belirlemede bulunabiliriz. Bir, Kürtler ulusal bir birlik oluşturamadığı için mücadeleyi kazanamıyor. İki, Tüm eksiklik ve kusurlarına rağmen düşmanlarına da boyun eğmiyor ve pes etmiyor.
Şimdi sıra Kürtlerin, Türkler için yarattığı özdeyişlerden birini, dikkatlerinize sunmaya geldi. Bu söz, Kürtlerin Türkler için söylediği en anlamlı, en rafine ve bu nedenle en çok kullanılan bir belirlemedir.
Ne zaman Türkler, Kürtlere bir haksızlık etse, onu kandırmaya kalksa, ona yalan söylese, kuyusunu kazsa, arkadan hançerlese, Kürtler anında “Bextê Romê tune” diye söylenmeye başlıyorlar.
Üç kelimeden oluşan bu özdeyişin anlamı üzerine saatlerce konuşup yazabiliriz. Buna ne yerimiz müsait, ne de zamanımız. Ama bu özdeyişin anlamını şu şekilde özetleyebiliriz. “Türkler, yalan söylerler, karşıdakilerini aldatırlar, verdiği sözleri tutmazlar, kuyusunu kazarlar, entrika çevirirler, arkadan hançerlerler, bu nedenlerle Türklere güvenilmez.”
Biz Kürtler asırlardan beridir, Türklerle yanyana içiçe yaşıyoruz. Bu nedenle onları çok iyi tanıyoruz. Bizler, dostluk, kardeşlik, eşitlik, dindaşlık ve yurttaşlık gibi süslü kelimelerle gizlemeye çalıştıkları vahşi çarkın nasıl döndürüldüğünü çok iyi biliyoruz. “Bextê Romê tune” sözü tarihin imbiğinden geçmiş, rafine bir Kürt atasözüdür ve de doğrudur. Ben buna kalıbımı basıyorum.
|
|
|
|