|
Ayşe Hür |
|
|
|
|
|
|
|
İNÖNÜ MÜ, BAYAR MI, ATATÜRK MÜ SORUMLU?
|
2023-06-27 10:59
|
Ayşe Hür
|
|
GÜNÜN TARİHİNDEN
4 MAYIS 1937, BİRİNCİ DERSİM "HAREKATI" BAŞLIYOR
İNÖNÜ MÜ, BAYAR MI, ATATÜRK MÜ SORUMLU?
Yıllardır, 1937-1938’de Dersim’de devletin yürüttüğü kanlı harekâtın “asıl” sorumlusunun kim olduğuna dair bir tartışma sürüyor. Sağ muhafazakâr ve İslami muhafazakâr çevrelere göre sorumlu, Tek Parti döneminin sembol ismi İsmetİnönü’dür.
CHP’lilere göre ise “asıl” sorumlu, 1946’da Demokrat Parti’yi (DP) kuran Celâl Bayar’dır. Suçun İnönü ve Bayar arasında paylaştırılmasını mümkün kılan, Dersim’in Tunceli’ye çevrildiği 1935’ten, Dersim’in dinî ve siyasi lideri Seyit Rıza’nın ele geçirilmesine kadarki dönemde İnönü’nünbaşbakan olması, 1938 yazındaki İkinci Harekât döneminde ise Bayar’ın başbakan olmasıdır. Her iki dönemde gerçekleşen insan kayıpları ve sürgünler karşılaştırıldığında (İnönü döneminde 350 civarında olan kayıp sayısı, Bayar döneminde 13 bini aştığı gibi, bir o kadar da sürgün vardır), ilk dönemin “yumuşakgeçtiği söylenebilir. Ancak ilk dönemde bölgenin karizmatik lideri Seyit Rıza ve adamlarının idam edilmesi, ikinci dönemdeki kayıp ve sürgün bilançosunu unutturmaktadır.
Suçu İnönü ile Bayar arasında paylaştıran tarafların tek ortak noktası ise, olaylardan Atatürk’ü sorumlu tutmama eğilimidir. Onlara göre, Atatürk o sırada hasta olduğu için, Dersim’de gerçekleştirilen katliamlardan habersizdir.
Bazı Dersimliler de Atatürk’ü Hazreti Ali’nin bu dünyadaki suretlerinden biri olarak kabul ettiklerinden, Atatürk’e toz kondurmayan çevrelere destek verirler.
Bazıları ise, gerçek sorumlunun Atatürk olduğunu bilir, ancak bunu, günümüzde Kürtlere karşı yürütülen baskı ve zulüm politikalarını meşrulaştırmak için kullanır.
Kısacası 1937-1938’de Dersim’de yaşananların kimin sorumluluğundaolduğu meselesi, sadece geçmişedeğil, aynı zamanda günümüze dair bir meseledir.
Atatürk’ün sorumluluğu
Olayların gelişimi göstermektedir ki, en büyük sorumluluk, ölümüne kadar iktidarın hem hukuken hem de siyaseten en güçlü adamı olan Atatürk’ündür.
Öncelikle Atatürk, Dersim’de iplerin kopmasına neden olan uygulamaların yürürlüğekonduğu dönemde, örneğin 1935’te Tunçeli Kanunu çıkarılırken, gücünün doruğundaydı.
Diğer yandan, 1 Kasım 1936’da TBMM açılışındayaptığıkonuşmada “Bu korkunç çıbanı tümüyle temizleyip koparmak, kökünden kesip temizlemek ve bunu her ne pahasına olursa olsun yapmak gerektiği”ni savunurken de ciddi bir sağlık sorunu yoktu.
Dersimlilerin üstüne uçaklarla “Teslim olmazsanız Cumhuriyet’in kahredici ordusu tarafından mahvedileceksiniz” bildirilerinin atıldığı 4 Mayıs 1937 günü, Dersim’in kaderini belirleyen Bakanlar Kurulu’na da Atatürk başkanlıketmişti.
Dersim’i bombalayan uçaklardan birini kullanan manevi kızı Sabiha Gökçen’i 22 Mayıs 1937’de Ankara’daki Devlet Hava Yolları salonunda karşılamış, 10-12 Haziran 1937 tarihinde Trabzon’u ziyaretinde, bugün Atatürk Köşkü denen konakta, Dersim’le ilgili harekât planlarını hazırlamıştı. Bugün müze olan köşkte sergilenen haritada, bizzat Atatürk tarafından konulmuş kırmızı ve mavi işaretler (“bizim kuvvetlerimiz” ve “isyancıların kuvvetleri” diye) halen görülebiliyor.
Atatürk, 1 Kasım 1937 günü yaptığı TBMM’yi açış konuşmasında “Milletimizin layık olduğu yüksek medeniyet ve refah seviyesine varmasını engelleyecek hiçbir engel düşünmeğe yer bırakılmadığını ve bırakılmayacağını huzurunuzda söylemekle bahtiyarım. Tunçeli’deki icraatımız neticeleri bu hakikatin ifadeleridir,” demişti.
12 Kasım 1937 günü yanına Sabiha Gökçen’i de alarak, Dersim’i de kapsayan bir geziye çıkan Atatürk, o sırada Elazığ’a da uğramıştı. İdamlarınyapıldığı 14 -15 Kasım 1937 gecesi, Seyit Rıza ile görüşmüş olduğuna dair ciddi emareler vardı.
İnsani bilançonun çok daha ağır olduğu ve fiilen 6 Ağustos 1938’de başlayan ikinci harekât da Atatürk’ün kararıyla başlamıştı. Bu kararın 1938 yılının Ocak ayında nasıl alındığını Celâl Bayar yıllar sonra (1986) gazeteci Kurtul Altuğ’a şöyleanlatmıştı:
"Şimdi, Mareşal [Fevzi Çakmak] Erkân-ı Harbiye Reisi (Genelkurmay Başkanı), ben başbakanım. Atatürk malum. Üçümüz Dersim’de yapılan büyük ordu manevralarındayız. Manevranın da sonuna gelmek üzereyiz. Üçümüz bir arada, “Ordunun emniyeti bakımından strateji ne olmalıdır”, onu görüşüyoruz. İkisi de Birinci Cihan harbinde muharebe etmişler. Ben daha çok izleyiciyim. Malumatları geniş... Şahsen casusları bile biliyorlar… O sırada biz konuşurken, Dersimlilerin jandarma karakollarımızdan üç-dört tanesini bastıkları haberi geldi. Atatürk’le göz göze geldik. Birbirimizi anlıyorduk. Atatürk benim yüzüme baktı. "Ne olacak?" dedi. Anlıyorum, orada emniyet tesis edilecek. Ne olursa olsun bana hitap edecekler. Hükümet reisi benim. "Anlıyorum efendim, bana hitap edişinizin manasını," dedim. Atatürk: "Sorumluluğu üzerime alıyorum, vuracağız Dersim’i," dedi ve vurduk… "
Atatürk’ün seyir defteri
İkinci harekât kararının alındığı 1938 yılının Ocak ayında Atatürk’ün sağlığında ciddi bir bozulma yoktu, hükümet ve devletle ilgili işlerini düzenli yürütüyordu. Atatürk’ün, harekât hazırlıklarının sürdüğü dönemin sonlarına gelindiği bir tarihte artık hastalığı onu rahatsız etmeye başlamıştı. Yine de 19 Mayıs 1938 günü Atatürk Stadyumu’nda henüz resmen “milli bayram olmayan gençlik ve spor gösterilerini izledikten sonra, 16:30’da stadyumdan ayrıldığını ve Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı projesi kapsamında planladığı Mersin-Adana gezisine başlamak üzere gara gittiğini biliyoruz. 50 yaş üstü kuşağın zihnine nakşolmuş, Atatürk’ün trenin penceresinden hüzünle bakan yüzünü gösteren o ünlü fotoğraf, bu geziden kalmıştır. Seyahat 24 Mayıs 1938’de tamamlanacaktır.
Utkan Kocatürk’ün hazırladığı Kaynakçalı Atatürk Günlüğü’ne göre harekâtın başladığı 6 Ağustos 1938 günü Atatürk’e yabancı ve yerli hekimlerden oluşan bir heyet tarafından konsültasyon yapılmıştı. Sağlığı giderek bozulurken dahi devlet işlerinden uzaklaşmadığının kanıtı ise o tarihten sonraki pek çok olaydı.
Söz konusu kaynaktaki sırayla gidersek, 8 Ağustos günü Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda Paris Büyükelçisi Suat Davaz’ı kabul etmiş; 10 Ağustos’ta Harf İnkılabı’nın 10. yıldönümü nedeniyle Kültür Bakanı Safvet Arıkan’ın telgrafına cevap vermiş, 18 Ağustos’ta Dolmabahçe Sarayı’nda Hatay’dan gelen Tayfur Sökmen’i kabül etmiş, 19 Ağustos’ta Dolmabahçe Sarayı’nda, izinli olarak Türkiye’de bulunan Moskova Büyükelçisi Zekâi Apaydın, Varşova Büyükelçisi Ferit Tek, Tahran Büyükelçisi Enis Akaygen, Brüksel Büyükelçisi Cemal Hüsnü Taray, Sofya Büyükelçisi Şevki Berker ve Bağdat Büyükelçisi Tahir Lütfi Tokay’ı toplu olarak kabul etmiş, görüşmüş ve direktifler vermişti. 20 Ağustos’ta Uluslararası 8. İzmir Fuarı’nın açılışı nedeniyle Başbakan Celâl Bayar’a telgraf çekmiş, 22 Ağustos’ta yine Dolmabahçe Sarayı’nda fuarın açılışından dönen Başbakan Celâl Bayar’ı kabul etmişti.
23 Ağustos’ta Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan Celâl Bayar, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve Maliye Bakanı Fuat Ağralı’yı kabul eden Atatürk, 28 Ağustos’ta “Doğu Manevraları”nın (İkinci Dersim Harekâtı) bitişi nedeniyle Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın telgrafına şöyle cevap vermişti:
Türk ordusunun yarattığı zaferin bu yıldönümü günlerinde kalbim orduya karşı takdir ve şükran hisleriyle doludur. Sizin ve tercüman olduğunuz aziz silâh arkadaşlarımın hakkımda gösterdikleri samimî ve asil duygular, o günlerdeki hatıralarımı canlandırdı, heyecanlarımı artırdı.
Atatürk 29 Ağustos’ta Dolmabahçe Sarayı’nda Birinci Dersim Harekâtı’na savaş pilotu olarak katılan Sabiha Gökçen’i kabulü sırasında şunları söyleyecekti:
30 Ağustos’u bensiz kutlayacaklar! Oysa o kadar isterdim ki törene katılmayı… Çocuklarımızı görmeyi, modern araç ve gereçlerle donanan ordumuzun geçişini görmeyi… Biliyor musun Gökçen, bayramımızı da özledim; onun şöyle anlı şanlı dalgalanışını, göklerle bütünleşmesini…
29 Ağustos’ta Dolmabahçe Sarayı’nda (harekât bölgesinin kalbi) Elâzığ’dan İstanbul’a dönen Başbakan Celâl Bayar ve Millî Savunma Bakanı Kâzım Özalp’la görüşen Atatürk, aynı gün İtalya Büyükelçisi Ottavio de Peppo’nun güven mektubunu kabul etti.
30 Ağustos’ta Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan Celâl Bayar’dan İstanbul’da yapılan 30 Ağustos töreni hakkında bilgi aldı, ardından Sabiha Gökçen’e o günkü tüm gazetelerde yer alan 30 Ağustos’la ilgili yazıları okuttu. 3 Eylül’de Hatay Millet Meclisi’nin açılması ve Devlet Başkanı’nın seçilmesi üzerine Başbakan Celâl Bayar’a, Trans-İran demiryolunun açılış töreni nedeniyle İran Şahı Rıza Pehlevi’ye ve 4 Eylül’de Hatay Devlet Başkanlığı’na seçilen Tayfur Sökmen’e tebrik telgrafları yazdırdı.
5 Eylül’de Dolmabahçe Sarayı’nda vasiyetini yazdırdı ve 6 Eylül’de vasiyetini, Dolmabahçe Sarayı’na çağırdığı İstanbul Altıncı Noteri İsmail Kunter’e teslim etti. Aynı gün Prof. Dr. Fiessinger, Paris’ten dördüncü defa geldi ve Atatürk’ü muayene etti. 7 Eylül’de Prof. Dr. Mim Kemal Öke tarafından ilk defa karınından su alınması ameliyesinin yapıldı, aynı gün Atatürk’ün, kendisine Meclis’in ve Hatay halkının minnet ve bağlılıklarını bildiren Hatay Millet Meclisi Başkanı Abdülgani Türkmen’in telgrafına cevabı yazdırıldı.
8 Eylül’de, Dolmabahçe Sarayı’nda, bir gün sonra Milletler Cemiyeti toplantısına katılmak üzere Cenevre’ye gidecek olan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’la görüştü. Aynı gün kendisine Dr. Nihat Reşat Belger, Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof. Dr. Fiessinger tarafından “Hepatite sclereusehypertrophique, typeHanot et Gilbert” teşhisi kondu.
Buna rağmen 9 Eylül’de Dolmabahçe Sarayı’nda, Paris Büyükelçisi Suat Davaz’la, 10 Eylül’de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Budapeşte Büyükelçisi Behiç Erkin’le görüştü. 11 Eylül’de Dr. Nihat Reşat Belger, Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof. Dr. Fiessinger’in müşterek raporu ile kendisine “Yatakta kesin istirahatin devamı” tavsiyesi verildi. Doktorların tavsiyeleri şöyleydi:
Ankara’ya dönüş, bütün yorgunluklardan kaçınmak, 100 metreden fazla yayan yürümemek, karın sarılı olmak ve ikinci ponksiyondan itibaren 6 gün geçmiş bulunmak şartıyla mümkün olabilir. Seremonilere gelince, en aşağı 4 ay müddetle seremoniler, yorulmamak ve ayakta durmamak ve yürümemek şartıyla kabul edilebilir. Aksi takdirde seremonilerden kaçınmak gerekir. Şimdilik ve ponksiyonların arası 3 ayı bulmadan evvel, otomobil veya deniz motoruyla gezinti uygun değildir. Radyo ile nutuk söylemek 15-20 dakikalık kısa zamanla sınırlı kalmak şartıyla mümkün olabilir. Mühim ziyaretler, şezlongda ve mümkün ponksiyonlardan 5-8 gün sonra kabul edilecektir; bu ziyaretler nadir ve kısa olacaktır. Alelâde ziyaretler, yorulmamak şartıyla günde 1-2 saati geçmemelidir. Özet olarak, mümkün olduğu kadar yatakta istirahate devam etmek ve her türlü yorgunluk sebeplerinden kaçınmak şarttır."
Ve nihayet, askerî harekâtın sonlandırılmasından önceki son eylemi 12 Eylül’de İzmir’in 16. Kurtuluş yıldönümü nedeniyle Belediye Başkanı Behçet Uz tarafından çekilen 9 Eylül 1938 tarihli saygı telgrafına cevabı oldu.
Bu kronoloji ve kendisine yönelik doktor tavsiyelerinin niteliği, Atatürk’ün İkinci Dersim Harekâtı sürerken fiziken rahatsız ancak zihnen sağlıklı olduğunu gösteriyor. Bütün bu bilgileri birleştirince, Dersim’le ilgili tüm hayati kararları Atatürk başkanlığındaki heyetin aldığıanlaşılır.
Kısacası, Dersim’de yaşanan korkunç olayların siyasi sorumluluğundan ne Cumhuriyetimizin kurucu babası Atatürk ne CHP geleneğinin sembol ismi İnönü, ne sağ muhafazakâr geleneğin temsilcisi Celâl Bayar, ne de İslami muhafazakârların saygıyla andığı Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak kurtulabilir.
|
|
|
|
|
|
|