|
İtaatkâr yurttaş
|
2014-10-28 22:31
|
Murat Belge
|
|
Kemal Kılıçdaroğlu hükümetin uygulamaları üstüne doğru bir tesbitte bulundu (tabii “hükümetin” demek çok doğru olmuyor. Cumhurbaşkanı varken başka kimse “uygulayamıyor”): devletin siyasîleştiğini söyledi. Evet, binlerce insanı kapsayan tayinler, sürgünlerle adalet ve güvenlik mekanizmalarında iktidar açıkça “benden olanlar/ benden olmayanlar” ölçütü üstünden yürüyen bir “yeniden- yapılandırma” sürecine girdi. İş, adalet ve güvenlik mekanizmalarından başladı ama devletin başka kurumlarında da benzer bir tutumun işlediğine dair birçok haber geliyor.
Bugün Cumhurbaşkanı’nın HSYK’ya seçtiği kişilerin haberi çıktı, örneğin: aralarında doğrudan doğruya parti üyesi olanları var. “Bu yaptığımız aşırı partizanlık olmuyor mu?” türünden bir kaygı duyulmadığı besbelli.
Bu “siyasîleşme” tesbitine İçişleri Bakanı Ala’nın tepkisi ilginçti. “Siyasîleşmek kötü bir şey mi?” anlamında bir soruyla cevap verdi. Efkan Ala’nın cahil bir kişi olduğunu sanmıyorum. Herhalde bilinçli olarak yapılmış bir çarpıtma. Büsbütün temelsiz değil tabii: 12 Eylül’ün bir uygulaması üniversitelerde “siyaset bilimi” bölümlerinin adını “idarî ilimler”e çevirmek olmuştu ki, bunun gerisinde yatan zihniyet hakkında iyi bir fikir veriyordu: “Devletin başında bilenler karar verir, memurlar uygular. Biri buna itiraz edecek olursa, ‘siyaset’ denen şey odur ve bu da kötü bir şeydir. ‘Siyaset’, tek fikir olması gereken yerde ‘ikinci fikir’ demektir, onun için kötüdür.”
Tabii Kılıçdaroğlu bunları kastetmiyor, partizanlaştırmayı eleştiriyordu; ama CHP’nin felsefesinde yukarıdaki anlayışın tortusu yoğun olduğu için, Efkan Ala da öyle bir gönderme yapıverdi.
Daha ilginci Davutoğlu’ndan geldi. Davutoğlu otuzları hatırlattı; illerin valilerinin aynı zamanda CHP il başkanı olduğu günleri. Ve Kılıçdaroğlu’na “Bari kendi partinin geçmişini öğren” diyerek cevap verdi.
Evet, CHP bu rezaleti ve daha birçoklarını becermiş bir partidir. Bunun için de sevilmeyen bir partidir. Bu da hâlâ devam ediyor. Ama Kılıçdaroğlu’na verecek cevap herhalde bu olmamalıydı. Aradan bunca yıl geçmiş --belki Kılıçdaroğlu henüz doğmadan önce yapılmış bir iş; Kılıçdaroğlu böyle bir şeyi savunmuyor, tersine, şu anda yapılan ona benzer işi eleştiriyor. “Senin partin de yaptı” demekle, Davutoğlu kendisi, yapılan işi savunma konumuna düşüyor; suçlamayı da zımnen kabul etmiş oluyor. Elbette niyeti bu değil ama nesnel olarak bunu yapıyor.
Kabul etse de, etmese de, yapılan şeyler ortada, tarz ve tutum ortada. Davutoğlu’nun benimsediği ideoloji ile eleştirdiği Kemalist ideoloji genellikle birbirinin karşıtı olarak gördüğümüz temellere dayanıyor. Ama iş pratiğe, somut uygulamaya geldiğinde, benzerliklerin sayısı birdenbire artıyor. Bu “yaklaşma”nın nedeni, her iki ideolojinin de demokrasiden uzak oluşu ve her ikisinin de zihinde tasarlanmış bir modeli topluma empoze etmek ve toplumu o modele uymaya zorlamaktan geri durmaması. Bu noktada birleşince, pratikteki yöntemde de birbirlerine yaklaşıyorlar. İkisinin de zihnî tasarımında ideolojik (ve militanlık ölçüsünde “bağıtlı”) bir devlet aygıtı var. Bu aygıt, bütün imkânlarını seferber ederek, “ideal” olarak tanımlanan yurttaşı biçimlendirecek, yoğuracak.
Bu “ideal yurttaş”ın belirli özellikleri sözkonusu iki ideolojide farklılık gösterebilir, ama “itaatkâr” olması gerektiği noktasında da tartışma yok.
------------------------------------------------
Taraf-28 Ekim
.
|
|
|
|