|
Bazı Sınamalar ve Sonuçları
|
2014-12-22 17:37
|
Murat Belge
|
|
Dün bir şey söylerken bugün bundan dönmek ve yarın tam tersini söylemeye başlamak siyasette görülmemiş bir şey değildir. Hattâ epey sık görüldüğünü de söyleyebiliriz.
Bazı toplumlar belki biraz daha unutkan oluyor. Böyle olunca, “pozisyon” değiştirmek de kolaylaşıyor herhalde.
Ya da sorun “unutkanlık” değil, belki “kasıtlı unutkanlık” denecek bir şey: bile bile unutmak. İşine öyle geldiği için.
Öncelikle Tayyip Erdoğan’ın dönüşleri var aklımda. Öyle böyle değil Erdoğan’ın dönüşümü. Ama bunun düşündürmesi gereken bir nokta var ki pek fazla vurgulanmıyor. Bir siyasî hareketin niteliğini o hareketin önderi ya da önderlerinin sözleri ve davranışlarıyla özdeşleme alışkanlığımız vardır. Tayyip Erdoğan belirli bir tarihe kadar bir adam, o tarihten sonra bambaşka bir adam olabiliyorsa, başında bulunduğu hareket de bu değişkenliği kaldırabiliyor demektir.
2002’de AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana Türkiye’de “siyasî İslâm” ya da İslâm’ı başlıca referans noktası olarak kabul eden siyaset kendisi ciddi bir dönüşüm geçirdi ve daha önce genellikle Necmeddin Erbakan’la özdeşlediğimiz “tarz-ı siyaset”ten farklı niteliklere (ve aynı zamanda “nicelikler”e) erişti. AKP seçim sandığında bu zaferi kazanırken bugün baş düşmanı olan “Cemaat” da kendi kanalında örgütleniyordu. Bu tarihlerde gene daha önce görülmemiş bir şey oldu ve AKP ile Cemaat arasında bir ittifak kuruldu. AKP’de bir hayli eksik olan “know-how” o sırada Cemaat’in elinde vardı. Birbirlerini tamamladılar.
Böylece, “Siyasi İslâm iktidarda” diyebileceğimiz bir konjonktür oluştu. Şimdi bu iktidarın başarısını tartışmak için yazmıyorum bunları, o ayrı konu; ama önemli başarılar elde edildi o dönemde. Bunun nedeni, bence, uygulamaya konan “politika”ydı: yani AB’ye girme perspektifinden Ergenekon tipi örgütlenmelere karşı mücadeleye uzanan, hayat tarzına karışmamayı içeren genel politika. Ve tabii ekonomide izlenen yol.
Gelgelelim, ne olduysa oldu ve bugün bunlarla hiçbir şekilde bağdaşmayacak bir düzene geçildi. Herkesle barışık olmaya özen gösteren, her alanda demokrasiyi genişletmekten yana görünen politika sandık odasına kaldırıldı. Şimdi yedi düvelle kavgalıyız.
Bu yeni politika ile elde edilecek bir başarı olduğunu düşünmüyorum. Türkiye için bir hayli hasar verecek bir sürece girdik. Dolayısıyla bugün AKP’de (ve tabii Tayyip Erdoğan’da) cisimleştiği biçimiyle “siyasî İslâm”ın “başarı”sından söz etme imkânının kalmadığını söyleyebilirim.
Ama bunu söyledikten sonra sıra Cemaat’a da geliyor. Bugün Erdoğan’ın elinde ve dilinde iblisleştirilen bir Cemaat var. Onunla yatıp onunla kalkıyoruz. “Cinayetleri de meğerse onlar işlemiş” havaları esiyor, estiriliyor. Bunlar değil benim kafamı kurcalayan.
Öncelikle “etik” bir noktadan başlayayım. AKP’nin başta Genel Başkanı, çeşitli ileri gelen kişilerini izlemiş, dinlemiş, ama bununla ilgili herhangi bir şey yapmamışlar. Demek ki Erdoğan ittifakını bozup onları da tasfiye etmeye karar vermese, ellerinde bu bilgilerle rahat rahat oturacak ve toplumun İslam’a doğru “evrilmesi”ni seyredeceklerdi.
“Nüfuz etme” ve “kadrolaşma” konularına girmek istemiyorum; bunları da bir hayli sakıncalı buluyorum ama onların böyle bir strateji seçmelerinde Türkiye’nin anti-demokratik yapılanmasının da önemli bir payı olduğu kanısındayım.
Ergenekon’la başlayan süreci daha ileriki aşamalarda kendi “düşman”larını cezalandırmak üzere kullanmaya girişmeleri bence çok daha ciddi bir durum. Kürt sorunu karşısında aldıkları tavır ayrıca kınanacak bir şey.
Dediğim o “kötüye kullanma”nın belli başlı hedeflerinden biri Ahmet Şık’tı. Zaman’a yapılan saldırıyla tırmanan kavgada Ahmet Şık örnek bir davranışta bulundu (dün bunun benzerini Amberin Zaman dolayımıyla söylüyordum). Bu davranışlar daha yaygın bir şekilde örnek alınırsa, Türkiye demokratikleşme yolunda ciddi mesafe alır.
-------------------------------------------------
Taraf-21 Aralık
|
|
|
|