|
Öğretmen olmak
|
2015-04-23 23:01
|
Murat Belge
|
|
Öğretmen olmak zorlaştırılacakmış.
Öğretmen olmak zaten zordur.
Öğretmen maaşıyla geçinmenin zorluğu ya da buna benzer şeyleri kastetmiyorum.
Öğretmen olmaya yetecek kadar bilgi edinmenin zorluğundan da söz etmiyorum.
Öğrenmekten zevk aldıracak şekilde öğretmenin zorluğundan söz ediyorum. Bilgiyi, sevilesi bir şey olarak sunmanın zorluğundan söz ediyorum.
Bunun okulu da yok. Bir “teknik”le olabilecek bir şey değil. Öylesinin yapaylığı hemen sırıtır. Oysa şu anlatmaya çalıştığım alışverişin gerçekleşmesi her şeyden önce doğal ve içtenlikli olmalı. Bir kişilik olgusu olmalı.
Dediğim türden öğreticiler dünyanın her yerinde azdır. Burada özellikle azdır. Çünkü burada eğitim anlayışı kendisi daha baştan sakattır. Burada “eğitim” adı altında sözünü ettiğimiz nesneye başka birçok yerde “beyin yıkama” diyorlar.
Şimdi “öğretmen olmak zorlaşacak” diye haberler çıkıyorsa, bunun anlamı, “Bizim öğretilmesini istediğimiz şeyleri öğretmeyen, başka konulardan, başka üslûpla söz eden, kafaca bize bağlı olmayan, sözümüzü dinlemeyen kişilerin öğretmen olmasına imkân vermeyeceğiz” demektir.
Peki, yani onlara bağlı olmayan bu öğretmenler yukarıda anlattığım biçimde öğreten, yani bilgiyi bir sevgi nesnesi haline getiren kimseler de, onun için mi onların isteklerine uymuyorlar? Hayır. Dedim ya, öyleleri zaten çok az. Onların değil de başkalarının sözcüsü oldukları için “makbul” değiller. Yani X takımı gözünde “makbul” oldukları için Y takımının gözünde yamuk duruyorlar. Başka bir ideolojinin gereklerine göre beyin yıkıyor, beyin masajı yapıyorlar.
Daha önceleri dindar olmayan nesil yetiştirmeye kararlı olanlar bu eğitim çarkını ellerinde tutuyorlardı. Onların da bilgi vermekle beyin yıkamak arasındaki farkı anlamayan kadroları vardı. Tabii o devasa Millî Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen kadroları arasında her türlü insan vardı: dindar ve Türkçü nesiller yetiştirmek isteyenler, “cemaat” değerlerine bağlı nesiller yetiştirmek isteyenler, ayıptır söylemesi, solcu nesiller yetiştirmek isteyenler bile vardı.
Vardı var olmasına, ama bir düzeyde sağcı- solcu, sağcının dızdızcısıyla sağcının bızbızcısı falan filan diye ayrılırken, “nasıl beyin yıkanır?” temel platformunda aralarında öyle kayda değer ayrımlar yoktu. Öğrenciler, ekilecek bir tarla gibi önlerine konuyordu; onlar da ellerine tohumları alıp serpiyorlardı taze dimağlar üstüne. Hareket aynıydı. Tohum, birinde arpa, öbüründe buğday vb. olabilirdi.
Şimdi ülkede bir büyük ideolojik kavga var. “Dindar nesiller yetiştirmek isteyenler” kesimi siyaseten ele geçirdikleri mekanizmaları toplumun geleceğinin “hendese”sini çıkarmak üzere işletecek konuma geldiklerine inanıyorlar. Dindar nesil yetişecekse, yetiştireceklerin de bu işe uygun olması gerek. Dolayısıyla oralara el atacak, o kadroları şöyle bir altüst edip kendi mizaçlarına uygun olanlarını bulup seçecekler, yeniden yapılandıracaklar.
“Öğrenci”, bu insanların gözünde, edindiği bilgilerden kendi sentezlerini yapmayı öğrenmiş bir “özne” değil de, bizim geçerli olduğuna inandığımız dogma ve düşünceleri yansıtan bir “nesne” olarak varoldukça, bu ülkenin eğitim/ öğretim sorunlarının sonu gelmeyecektir. Bu yaklaşımla “nitelik” denen hedefe hiçbir zaman varılmaz.
Ama belli ki böyle sorular sormamıza ve böyle çözümler bulmamıza daha çok zaman var. Biz şimdi, hâlâ, “Neyi ezberleteceğiz?” kavgası yapıyoruz. “Ezberletmeyeceğiz” aşamasına ne zaman geliriz –gelir miyiz?– hiç belli değil.
Ama bu ideolojinin daha çok zarar vermeye devam edeceği belli. Besbelli.
----------------------------------------
21 Nisan-Taraf
|
|
|
|