|
Silâh olarak hukuk
|
2015-05-09 21:32
|
Murat Belge
|
|
Nâzım Hikmet’in şiiri üstüne hazırladığım bir yazı dolayımıyla şair hakkında yazılmış birçok şeyi de okuyorum. Bunların arasında, doğal olarak, Memet Fuat’ın yazdığı 700 sayfalık biyografi de var. Memet Fuat’ın bu kitapta (Adam Yayınları, 2006) öncelikle uğraşı, Nâzım Hikmet’in uğradığı, daha doğrusu uğratıldığı büyük haksızlık, hukuksuzluk. Bu, benim “şiirsellik” kaygımdan farklı, ama çok etkileyici bir konu. İlk kez tanışmıyorum. Başkalarının yanısıra, ama “yanısıra” değil hepsinden ileri biçimde, Memet Fuat bu hukuksuzluğu öteden beri ortaya koymuştur. Mehmet Ali Sebük gibi hukukçuların (avukattı) zaten tamamen çürük olan davayı milimetre milimetre nasıl çürüttüğünü ta Yeni Dergi’de yayımlamıştı. Ama insan ne kadar bilse, yeniden okurken gene etkileniyor, kahroluyor.
Bu “kahrolma”nın bir ciddi nedeni var. Bu dünyada yaşayan her insanın ataları (kendi “ata”sı olarak bildiği kimse onlar) mebzul miktarda halt etmiştir, suç işlemiştir. Ama, zaman içinde, öyle ya da böyle, üstü açık ya da kapalı, bu haltlarından ötürü birileri özür dilemiştir. Biz şimdi Nâzım Hikmet’i bir biçimde –nasıl bir “biçim”se bu– “rehabilite ettik”. Herkesin ağzında bir “Nâzım Hikmet” var –“büyük şair”, “vatan şairi” falan filan. Ama biz Nâzım Hikmet’e karşı işlediğimiz somut suçlarla ilgili bir şey yaptık mı? “Biz” derken, elbette, zaten tarih boyunca bu gibi kepazeliklerle uğraşan bir avuç aydını kastetmiyorum; “resmî Türkiye”yi kastediyorum.
Nâzım Hikmet hikâyesi inanılmaz bir hukuk cinayetinin hikâyesidir. İki askerî mahkeme, kendilerine verilen emirle, gözlerini kırpmadan, hiçbir kanıt, hiçbir inandırıcı gerekçe olmadan, bu adamın burnuna 28 yılı dayamıştır. Sonraki süreçte de, askerî yargıç ya da doktor, Nâzım Hikmet’le ilgili verebileceği en kötü karar neyse onu, tereddütsüz, vermiştir.
Bugün dolaylı yollardan Nâzım Hikmet’e “cici şair” muamelesi yapmak bir şey kurtarmaz. Memet Fuat, “Nâzım şunu şunu göremeden öldü” diyor. O “şunu şunu”, örneğin bazı kitapları… Nâzım, pek çoklarının diline hiç değilse bazı dizelerini pelesenk ettiği Kuvayi Milliye Destanı’nın Türkiye’de yayımlandığını görmeden öldü. Onun neleri görmeden öldüğünü yazan Memet Fuat’ın görmeden öldüğü birçok şey var şimdi (şu değindiğim tuhaf “rehabilitasyon”). Şimdi ben bunları yazıyorum ve ben kimbilir neleri görmeden öleceğim. Etti üç kuşak! Bu üçüncü kuşaktan sonra, bu konuda bilinmesi gereken, bilinecek mi? “Biz, bu şair Komünist’tir diye, her türlü hukuk kuralını çiğneyerek adamı 13 yıl hapiste tuttuk ve bir hukuk cinayetine kurban ettiğimizi de sonuna kadar itiraf etmedik” diyecek mi “resmî ağız”? Hiç sanmıyorum.
Öyle bir “itiraf” olabilseydi şu Ermeni Kıyımı konusu bu biçimi almazdı.
Ve o konuda ve daha bir yığın konuda “doğru” konuşulabilseydi, belki bugünlerde yaşadığımız felâketler olmazdı.
Ne kastediyorum “bugünlerde yaşadığımız felâketler” derken? Tabii ki Tayyip Erdoğan’ı ve kurmaya çalıştığı düzeni kastediyorum. Belki “kurmaya çalıştığı”ndan da önce, bugün, iktidarını korumak için başvurduğu çareleri kastediyorum. Yolsuzluk iddialarının üstü görülmemiş uygulamalarla kapatıldı; bugünlerde Suriye TIR’larının aranması gerekçesiyle gene savcı tutuklanıyor. Yargı, yasama, yürütme, her şey, Tayyip Erdoğan’ın hoşlanmadığı, sevmediği, düşman bellediği kişileri kıstırmanın ve susturmanın araçları; hukuk, iktidarda olanın hasımlarına karşı kullanacağı bir silâh haline getirildi.
Bu toplumun hukukla ilişkisi başından beri böyle ters yürümüştür. İstiklâl Mahkemelerinden, işte sözünü ettiğim Nâzım Hikmet’i hapse tıkma mahkemesine (Fevzi Çakmak’ın emirlerini yerine getiren), oradan Yassıada’ya, 12 Mart’ın “Sabotaj Davası”na, 12 Eylül’ün anlı şanlı sıkıyönetim davalarına, kesintisiz bir hukuksuzluk hukuku işlemiştir. Bu saydıklarımın ardında aynı “toplum mühendisi” kurucular iradesinin etkin olduğunu söyleyebiliyoruz. Şimdiyse o iradenin karşıtını temsil eden Tayyip Erdoğan iradesi yürürlükte. Ama hukuk olarak hukuku çiğneyip yargıyı bir silâh olarak kullanma anlayışı çerçevesinde bu iradenin eskisinden bir farkı yok. Ya da, bilinen deyimle, “fazlası var, eksiği yok”.
------------------------------------------
Taraf-9 Mayıs
|
|
|
|