|
Barışmanın zorlukları
|
2015-07-30 22:58
|
Murat Belge
|
|
MHP’nin HDP ve Kürt sorunu karşısında tavrı bir hayli akıldışı ama Tayyip Erdoğan da bu konuda MHP’den aşağı kalmıyor. HDP hakkında sergilediği husumetin bir kısmı kişisel nedenlere dayanıyor olabilir. Demirtaş’ın “seçtirmeyeceğiz” retoriği, Erdoğan kişiliğinin kolay kolay unutabileceği bir şey değil. Üstelik o sözler söz olarak da kalmadı. Erdoğan istediği gibi başkan olamadı; olamamasının baş nedeni de HDP.
Ama bu gibi kişisel nedenlerin yanısıra MHP’nin tavrı da Erdoğan’ı bu konuda böyle konuşmaya zorluyor, sanıyorum. “PKK’ya taviz veren adam” olmak ya da bu şekilde suçlanmak onu ürkütüyor olmalı. Bu da daha büyük, daha derin sorunlara bağlı bir şey: toplumdaki milliyetçi geleneklere, alışkanlıklara.
“Barışçı çözüm” ve buna benzer adlandırmalar bu alışkanlıklara aykırı gelmeyebilir. Büyük çoğunluk, “tabii, barışçı olmalı. Bu işin sonu gelmeli” diye fikir beyan edebilir. Ama işin ayrıntılarını konuştukça, “uzlaşma kültürü” sıfır düzeyinde seyreden bu toplumda, bir tedirginlik başlayabilir. Başlı başına “hak” kavramı bile, genel ideolojiye aykırı. Bu genel ideoloji başından sonuna “patriyarkal”dır ve patriyarkalizmde “hak” yoktur, “lütuf” vardır.
Oyunu bu toplumdan alacak olan Tayyip Erdoğan aslında kendisinin de paylaştığı bu ideolojinin ona karşı kullanılması ihtimalinden tedirgin. Dolayısıyla, “Dolmabahçe de neymiş?” “Devlet onlarla pazarlık etmez!” ve benzeri çıkışlarla “taviz verme” imgesini korumaya çalışıyor. “Bizim başkan onlara yüz vermez.”
Sürecin başlarındaki “Âkil Adam” girişimi de temelde bu tip kaygılara dayanıyordu. Türkiye atlasındaki yedi bölgeye göre ayrılan ekipler arasında, Kürtler’in çoğunlukta olduğu iki bölge, stratejik bakımdan en son sırada gelenlerdi. Çünkü Kürtler’le “barışçı çözüm”ün iyi bir şey olduğunu Kürtler’e anlatmanın zaten fazla bir anlamı yoktu. Önemli olan bunu Türkler’e anlatmak ve onları ikna etmekti.
Tayyip Erdoğan’ın zihninde de bunu aşan tasarımlar olduğu kanısında değilim. Yani, Kürtler’in bu toplumda mutluluk duyarak yaşamalarını garanti altına alacak tedbirler almak bağlamında söylüyorum. Erdoğan, anketlerle, örgütüyle, her türlü yöntemle toplumun eğilimlerinden haberdar olmaya çalışan bir siyaset adamı. Kürtler’in yıllardan beri süren bu savaş halinden fazlasıyla bizar olduğunu biliyordu. “Barışçı çözüm” adı altında birkaç önemsiz tavizle halkın büyük kısmının kazanılacağına inanıyordu. Bu durumda, örgüt de izole olurdu.
Onun için de “Hepiniz Müslüman’ız”dan pek de ileriye geçmeyen bir zihnî donanımla süreci başlattı.
Bu, tabii, çok iyi oldu. Çünkü barışçı çözümden söz etmeye başlamak, kendi özerkliği olan bir süreci başlatmak demektir. Bunu bir hükümetin yapmış olmasının özel bir önemi, ağırlığı vardır. Aynı hükümet, olayın arkasını getirmek için gerekli adımları atmasa da (nitekim atmıyor), bu koridorun bir kere açılmış olması anlamlıdır. Dediğim gibi, sürecin kendi özerkliği işleyecektir, çünkü toplumda nesnel dayanağı, karşılığı vardır.
Ama “barışmak” kolay bir iş değil. En azından, “kavgaya başlamak”tan daha güç. Bir kere, “Ben yukarıdayım, sana lütufta bulunuyorum” diyen bir taraf, barışamaz. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan, kendi başlattığı “barış süreci”nin başarılı bir sonuca ulaşması önünde en önemli engeldir.
Nitekim o zamandan beri gelişen olaylar bunun böyle olduğunu kanıtladı. Umduğu kolay sonuca ulaşamayan Tayyip Erdoğan gözünü yummuş ve ağzını açmış durumda.
Ama süreç başlamış oldu. Sürecin sonraki aşamaları HDP’yi de başka bir yere taşıdı. Bunun sonucu şöyle ya da böyle olacaktır diye geleceği okuyacak durumda değiliz ama bu süreç başlamadan önce durduğumuz noktadan çok daha olumlu bir yerdeyiz
-----------------------------------------------
Taraf-21 Temmuz
|
|
|
|