|
‘Barış’ mı, ‘lütuf’ mu
|
2015-09-28 10:44
|
Murat Belge
|
|
“Barışçı Çözüm” ya da “Barış Süreci” gibi, içinde “barış” kelimesi geçen adlar verdiğimiz bir dönem oldu, “Kürt Sorunu” yerine bu adları kullandık. Çok da iyi oldu, ne kadar içi boş olursa olsun, bu “barış” kelimesini telaffuz etmemiz. Ağını açan ezmekten, parçalamaktan söz ederken “barış” kavramına iyi kötü bir yatırım yapıldı. İnsanlar ya da bazı insanlar bunun mümkün olabileceğini düşündüler; “mümkün”den öte, iyi bir şey olacağını düşündüler. “Barışmak” nasıl bir şeydir, “nasıl barışılır”, buna da biraz kafa yormaya başladılar.
O dönem içinde AKP kalemşorları da politikayı savunuyorlardı tabii –AKP’nin yaptığı her şeyi savunmak durumundalar. Ama sanki bir tutuklukları vardı. Bunu, şimdiki durumla kıyaslayarak söylüyorum. Şimdi “barış” kavramı rafa kalktı ve HDP’ye serbest atış dönemi başladı ya, bu işi daha bir aşkla şevkle yapıyor gibiler. Daha bir “kendilerini bulmuş” gibiler. Bunu daha iyi yakıştırıyorlar.
AKP iktidarı öncesinde siyasî İslâm’ın çeşitli sözcüleri “Kürt Sorunu”nu çözecek anahtarın İslâm olduğunu ileri sürerlerdi. Malûm “Hepimiz Müslüman’ız” edebiyatı. Din, “kavmiyet”in üstünde olmalı. O halde, din temelinde, sorun çözülebilirdi.
Görüldüğü üzere, çözülemedi. Bu “argüman”a bir zamanlar daha fazla güven duyan Kürtler’in de şimdi görüşlerini değiştirdikleri anlaşılıyor. AKP deneyimi bu varsayımın inandırıcılığını zayıflattı.
Ama AKP deneyimi başka şeyler de gösterdi: örneğin, en azından AKP’nin yönetim kadrosunda “kavmiyet”in öyle gerilerden gelmediğini gösterdi.
Bundan başka, Tayyip Erdoğan’ın telaffuz ettiği “barış”ın gerçekten bir barış olmadığını da gösterdi. “Gösterdi” dediğim, görmek isteyene göstermek. Onun için Kürtler bunu gördüler. Bu konuyu aslında Tayyip Erdoğan’ın düşündüğünden çok da farklı düşünmeyen Türkler pek bir şey görmüş değiller.
Tayyip Erdoğan’ın yaptığı Kürt halkıyla barışmak değil, Abdullah Öcalan’la pazarlık yapmaktı. Onun bu yolu seçmesinde Kürt siyasetinin de kısmî sorumluluğu var, çünkü ne zaman biri “Ne olacak bu işin sonu” diye soracak olsa, koro halinde “Gidin, Öcalan’la konuşun” diyorlardı. Tayyip Erdoğan tabii kendisi gidip konuşacak değildi ama adamlarına talimat verdi; onlar gidip konuştular.
“Barışçı Çözüm” sözünün herhangi bir yara almaksızın gündemde olduğu, gündemin başına geçip oturduğu günlerde Tayyip Erdoğan “anadilde eğitim” için net bir şekilde “Olmaz öyle şey” demişti. Roboski ve özür dilememe inadı gene o günlerin olayları. O halde nasıl barışıyor Erdoğan, kiminle barışır?
Tayyip Erdoğan kişiliğinde “barışmak” gibi bir fiilin yeri yoktur. İnsan eşitiyle barışır. Eşit kabul ettiği kimseyle barışır. Türkiye’nin başbakanı ya da cumhurbaşkanı olarak Tayyip Erdoğan Kürtler’le barışmaz; ancak onları affedebilir. “Şimdiye kadar yaptığınız serkeşlikleri unutacağım” diyebilir ve zaten “barış” bu demektir. Büyüklük göstermiş, onları cezalandırmamıştır ya, işte o kadar. Öpüp başlarına koysunlar.
Bir de, “müzakere”nin getirdiği bazı pratik gerekler var: Öcalan “ev hapsi”ne mi çıkacak, ne olacaksa, bunlar yapılır, bunlar da Kürtler açısından değerli armağanlar olarak kabul edilir. Bu arada MHP bağırır çağırır, CHP arada laf sokuşturur, ama silâhlı çatışma bitince Türk çoğunluk da memnun kalır, böylece Tayyip Erdoğan barışı getirmiş büyük önder olarak tarihe geçer.
Bu da az buz “gelecek perspektifi” değil ama her şey Tayyip Erdoğan’ın istediği gibi gitmedi. Aynı zamanda, “Tayyip Erdoğan kişiliği” kendini ele vermekten geri duramadı. Yani “güven” vermedi. “Barış” yapan değil, “lütuf” yapan olmak istediğini kendi tavrı, davranışlarıyla gösterdi, belli etti.
Şimdiki şiddeti, HDP’de cisimleşen derin nefretiyle, başından beri nasıl bir ruh haliyle yaşadığını gösteriyor; o da, çevresi de.
--------------------------------------------------
Taraf-27 Eylül
|
|
|
|