|
Buraya kadarmış
|
2015-10-13 13:17
|
Murat Belge
|
|
Murat Belge
Avrupa Birliği’ne girmenin Türkiye için önemli ve ciddi bir hedef olduğu günlerde, ilk olarak kimin ortaya attığını bilmiyorum, bir “köprü” kavramı çıkmış ve hemen yayılmıştı. Avrupa’nın sol veya liberal demokratları da tutmuştu bu kavramı, çünkü onlar da Türkiye’nin Birlik içinde olmasını gerekli kılacak bir neden arıyorlardı. Dolayısıyla bu “köprü” kavramı, ikide bir, bıkkınlık verecek bir sıklıkla telaffuz edilir oldu. Ne demek] “köprü” ? Neyin “köprü” sü? Türkiye daha 1876’da Meclis-i Mebusan kurmuş Osmanlı’nın devamı, çok-partili bir düzeni, arada askerî darbeler olsa da devam ettirebilen, NATO üyesi ve halkının neredeyse tamamı Müslüman olan bir ülke; “tek” ülke. Türkiye’nin deneyim birikimi, Batı’nın demokratik değerlerini Ortadoğu’ya, Müslüman toplumlara, hattâ “azgelişmiş” diye bilinen dünyaya ulaştırmada, yaymada çok hayatî bir rol oynayabilir. Aynı zamanda, o dünyaların anlayışlarını, değerlerini, beklentilerini Batı için anlaşılır kılabilir. Yani iki taraflı bir iletişim akışının dere yatağı gibi bir işlev üstlenebilir. 2002’de AKP’nin seçim kazanarak hükümet kurması bu görüşü zayıflatmadı, güçlendirdi. Çünkü, işte “Ben İslâm’cıyım” diyen bir parti iktidardaydı (gerçekten “iktidar” da olduğu bir hayli tartışmalı ama o başka konu) ve bu parti Avrupa Birliği üyeliği için canla başla çalışıyordu. Demokrasinin alanını genişleten adımlar atıyordu. İnsanların hayat tarzına müdahale etmiyordu. Kendini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlayan bu parti Avrupa’nın önyargılı muhafazakârlarının önyargılarını sarsamadı ama dediğim gibi demokrat sol ya da liberallerin desteğini kazandı. Onların Avrupa sağına, “İşte, bakın. Koşullar uygun olunca sizin yetersiz bulduğunuz insanlar da pekâlâ demokrat oluyor, hoşgörülü oluyor” demesine imkân verdi. Bir süre, Sosyalist Enternasyonal, AKP’yi üyeliğe davet etmeyi düşündü. Ya şimdi? Şimdi bütün bu anlattığım şeyler tersine döndü. “Köprü” edebiyatı bir absürd masala dönüştü ve zaten rafa kalktı. Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’si köprü möprü değil, kilitli, sürgülü bir kapı oldu. Tayyip Erdoğan’ın içeride yaptıklarıyla bir türlü, dışarıda yaptıklarıyla bir türlü. Gazete basmak, gazeteci dövmek artık işlerin çığırından çıktığının işareti. Buraya gelinceye kadar olanlar, açılan davalar, “Alo Fatih” konuşmaları zaten Batı’nın bir “kanaat oluşturma” sı için yeterliydi. Herhangi bir kılıfa sığmayacak yolsuzluk iddialarının, Dengê Kurdistan “Alo Bilal” konuşmalarının yarattığı ortamın bastırılması, bastırmak için başvurulan yöntemler, yargı erkine müdahaleler, Türkiye denilen bu memlekette işlerin değişmediğini, “değişme” denebilir bir şey varsa bunun bir “kötüye gidiş” olduğunu gösterdi. “Dışarıda yaptıkları” dediğim işlerin başında Suriye geliyor. “Diplomatik üslûp” falan bir yana Esad’a karşı alınan tavır bana temelde yanlış gelmiyor (ama bu durumda, önceki dostluk tezahüratına anlam vermek güçleşiyor tabii). Ama Esad’ın muhaliflerini destekleme yolunda IŞİD’e yapılan ya da genel olarak Sünni “fundamentalist” lere yapılan yardım, kabul edilebilir, hoşgörülebilir bir şey değildi. Kürtler’e karşı benimsenmiş tavrın da uluslararası toplulukta paylaşılmadığı belli. Ama bu daha çarpıcı, yakıcı davranışların yanısıra ya da onların temelinde “yedi düvele” meydan okuma, önüne geleni azarlama, çıt çıkaranın haddini bildirme tavrı var ki, zaten bir “dış politika” kurulmasını imkânsızlaştırıyordu. Dolayısıyla bugünkü durumda Türkiye Cumhuriyeti”, “Cumhurbaşkanı” “sayesinde bir “sıkıntı kaynağı” olarak görülüyor dünyada. Herhalde “Müslümanlar’ın demokrasi anlayışı buraya kadarmış” diyenlerin sayısı iyice arttı. Bu benim paylaştığım görüş değil. Kaç keredir yazdığım gibi Tayyip Erdoğan’ın davranışları, edası, üslûbu ile İslâmcılık arasında zorunlu bir ilişki olamaz. 2002- 2012 arasındaki düzgün dönemde de AKP vardı, hem belki daha İslâmcı kadrolarla vardı. Ama bu Erdoğan” “yeni Tayyip Erdoğan” la uyum sürdükçe “buraya kadarmış” yargısı da haklılık kaz ----------------------------------------------- Taraf-10 Ekim
|
|
|
|