|
Sürekli gerilim
|
2016-09-05 21:09
|
Murat Belge
|
|
Darbe girişimi sonrasında “cicim ayı” benzeri bir şeyler yaşandı ya (“cicim” neyse kısmı neyse de “ay” değil, “hafta” gibi bir şey), herhalde çok kişi bu bitmez tükenmez gerginlikten muzdarip, bir “barış” ortamına girildiği yolunda bir süre yazı yazıldı, yayın yapıldı, çağrı da yapıldı.
Gerilimden nefret ederim. Ederim de, olur olmaz “gerilim bitti” bayram edecek halim yok. Üstelik, bitmediğini işaret eden bir yığın belirti varken.
Kiminle kimin arasında oluyor bu “barış”? AKP ile MHP arasında mı? CHP’nin orada olması şüphesiz o günlerde AKP için önemliydi çünkü bununla dünyaya “Herkes bizim arkamızda” propagandası yapabildiler (Erdoğan üslûbunca, yani “yanımızda” değil “arkamızda”).
Ama HDP yoktu. Özellikle yoktu. İsmi de cismi de Cumhurbaşkanı tarafından yasaklanmıştı.
Şimdi KHK sorunu çıktı, başka sorunlar çıktı. Cumhurbaşkanı “Bu beyefendi”yi ciddiye alamayacağını beyan etti. “Beyefendi” Yenikapı’yı herkesin başka türlü anladığını söyledi. Böylece birkaç gün normal repertuvar dışında bir oyunu oynar gibi yaptıktan sonra kaldığımız yere döndük. Bu arada CHP de beklenen hizmeti sunmuş oldu.
Cumhurbaşkanı’nın canı tez. Farklı görüntü vermek gibi gerekçelerle mutad gidişatını değiştirmek zorunda kalsa da oldukça kısa bir süre sonra o geçici kılıktan çıkıp uzun vadeli, ciddi hedeflerin gerektirdiği tavrı takınıyor. Dışa karşı olduğu gibi “iç”e karşı da. Nitekim son olay Efkan Ala.
Ayrıca Cumhurbaşkanı 2002’den beri toplumda yaşanan tuhaf süreci analiz ederek ve değerlendirerek gerilimin kendisi için en yararlı siyasi zemini oluşturduğuna karar vermiş bulunuyor. Gerilim yaratan olaylar, sorunlar değişebilir ama şu nedene, bu nedene dayalı bir gerginlik ortamı her daim her şeye egemen olmalı.
Gerginlik olacak ama çatışan, tartışan tarafların eşit olmadığı bir gerginlik biçimi olacak. Taraflar eşit olamayacak, çünkü AKP duruma egemen olacak; belirleme gücü onun elinde olacak. O yapacak, öbürleri itiraz edecek; ama itirazların etkili olduğu bir merci de bulunmayacak. 2002’den bu yana kendini gitgide iktidarda gören bir kesimin sürekli olarak bu iktidarın tehdit altında olduğunu hissetmeleri sağlanacak ve dolayısıyla o iktidarı perçinleyen adımlar atılacak, hapishaneler dolacak, muhalif sesler susturulacak.
Efkan Ala’nın azledilmesi olayının arkasında da bu yolda bazı rahatsızlıklar olduğunu sanıyorum.
Bu gerilimden, polis devletine doğru hızlı gidişten iktidarın vazgeçeceği konusunda bir beklentim yok, “iktidar” gibi görece soyut bir kavram yerine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan diyeyim. Erdoğan’ın yapmak istediği, bir an önce gerçekleştirmek istediği daha bir yığın iş var: Topçu Kışlası’ndan “dindar nesil”e. Onun gözünde bunların gerçekleşeceği zemini yaratmanın yöntemi de bu. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın bir gün düşünüp, “Bu gerilim galiba fazla oldu. Biraz politika değiştirsem” diye karar vereceğine inanmanın da bir anlamı yok.
Tayyip Erdoğan istesin istemesin bir örgütle birlikte hareket etmek zorunda. Peki o örgüt bu gerilime “artık yeter” der mi-diyebilir mi?
Bu birinci duruma göre daha “olabilir” bir şey ama gene de çok zor. Bir kere örgüt dediğimiz, 2002’deki örgüt değil.
Tayyip Erdoğan’ın iradesi dışında, hele onunkiyle çelişen bir iradenin orada zuhur edebileceğine fazla ihtimal vermiyorum.
Ancak “örgüt” değil de, yani örgütün etkin kesimi değil de, geniş bir cephe olarak islâmcılar, şimdiye kadar AKP’ye oy vermiş olanlar, sempati duymuş olanlar diye baktığımızda, o genel planda epey bir hoşnutsuzluk var. Bunun azalacağı değil, artacağı kanısındayım.
Bunlar Türkiye’nin iç koşulları, onun da bir alanı. Uluslararası çerçevede baktığımızda Tayyip Erdoğan’a ya da politikalarına gerçekten olumlu gözle bakan aktörlerin sayısı iyice azalıyor. Ama dünyada böyle bir yalnızlaşmanın iç politika üzerinde etkileri ne olur?
Şimdiye kadar, daha faşizan (izolasyonist) bir ideolojiyi başat kılmaya katkıda bulundu.
Yani, sonuç olarak, durum parlak değil, gidişat hiç parlak değil.
------------------------------------------------------
T24-5 Eylül
|
|
|
|