|
Arkası var
|
2017-06-20 21:54
|
Murat Belge
|
|
Enis Berberoğlu"na giydirilen yirmi beş sene ve ardından pürtelaş tutuklanmasının nasıl büyük bir hukuk skandalı olduğu yazılıyor. CHP bunun için bir yürüyüş başlattı. Bu olaya muhalefetin vereceği en isabetli tepki bu mudur, pek emin değilim, ama iktidarın hemen hemen her gün yaptığı hukuk dışı işlere tepki göstermek de bir şart.
"Siyaset" denen şeyi meydana getiren ögeler arasında "inat" da var mıdır? Muhtemelen vardır ama siyasetin özel bir biçim aldığı durumlarda vardır. Bu özel biçim de, şimdi Türkiye"de olduğu gibi siyaset adamlarının kişilik özelliklerinden kuralları, yasaları ve teamülleri çiğneme imkânı bulduğu özel konjoktürlerde gerçekleşir.
Bu olayda (ya da "olaylar dizisi"nde), Tayyip Erdoğan"ın Orta Doğu politikasında yapılan kural dışı işlerin ayan olmasına duyduğu öfke ciddi bir rol oynuyor. "Casusluk" gibi ağır bir suçlama ama orta yerde herhangi bir kanıt olmadığı gibi kelimenin tanımına veya akıl ve mantığa uymayan bir suçlama ve yirmi beş yıl! Bu, tabii, Can Dündar"a mesaj (ona silâh da sıkıldı ve asıl cezasının bu olacağı bildirildi); Can Dündar"ın elden kaçırılması üstüne Cumhuriyet çalışanlarına biçilen tutuklamalarda da bunun payı olduğunu düşünüyorum. Varılan bu noktaya bütün dünya (yani, "medeni" dünya) itiraz edecektir. Tam da böyle olduğu için iktidar "inat" edecektir. Hukuka, yasaya uysun uymasın, zaten sözü yasa olanlar kızmış ve "Böyle şey yapılır mı? Bu, vatana ihanettir!" demişlerse, bu olayın "özel yasa"sını ilân etmişlerdir. Demokrasinin üçüncü erki değil (bu zaten hemen hemen hiçbir zaman olmamıştı), iktidarın militanı haline getiren "yargı" da, gereğin, yapacaktır. Dünya itiraz edebilir. Buradaki iktidarın iddialarından biri zaten dünyanın yanlış, bir tek kendisinin doğru olduğu. Şu Amerika"daki koruma rezaleti zaten her şeyi açıklıyor.
"Suriye"ye gönderilen malzemenin mahiyeti", bunun haber yapılması, muhalif sesler çıkararak sinir bozan Cumhuriyet"in haddinin bildirilmesi ve daha birçokları büyük bir tasarının tikel basamakları. "Büyük" tasarı ise Türkiye toplumuna giydirilecek kıyafet. "İslamofaşizm" diye bir terim son yıllarda sık kullanılır oldu. Evet, bu da bu terimin anlattıklarının Türkiye sosyo-ekonomik formasyonunda somutlaşma biçimidir, diyebiliriz.
"İslamo-" olması şart değil, "popülizm"in her türlüsü bir "lider tapınması" ile var olur. Her şeyin doğrusunu "lider" bilir. Liderin bildikleri, var olan yasal-kurumsal yapıyla uyuşmaz. Uyuşmazlığın su yüzüne çıktığı her durumda "lider haklıdır." Popülist siyasi hareketin başarısının ölçütü de, bu ilkenin topluma kabul ettirme derecesine bağlıdır.
Gene popülizmin bütün renklerinde gözlemlediğimiz gibi, "lider"in, yani Tayyip Erdoğan"ın bir büyük milleti, bir de küçük milleti var: Büyüğü, bütün Türkiye; küçüğü, Türkiye"nin Erdoğan"la hemfikir olan ve ona oy veren kesimi. Genellikle "büyük"ten yana olan Erdoğan"ın bu düzeyde yüreğini ısıtan, "küçük millet"; ama bu, büyüğünde gözü yok demek değil. Ne olmuşsa olmuş, bu büyük milletin aşağı yukarı yarısı "lider" gibi düşünmüyor, onun buyurduğu gibi yaşamıyor. "Lider" bu yanlış durumu bir an önce düzeltmek istiyor. İstiyor ama, hemen olmuyor bu iş, çünkü iç ve dış düşmanlar var. Büyük millet, küçük milletin kılığına girecek, Nişantaşı"nda oturan hanımlar tesettüre girecek, Boğaziçi Üniversitesi"ni kazananların en parlakları İlahiyat Fakültesi"ne girecek, bütün bunlar olacak ama, "iç ve dış düşmanlar" bunları engelliyor.
Bu mantığı ille de egemen kılmanız gerekmiyor - zaten kılamazsınız. Ama bunun da tartışma düzeyine girmesi meşrulaştırabiliyorsanız, zaten kazanacağınızı kazandınız.
Enis Berberoğlu"nu içeri tıktınız (o son örnek, ondan önce daha kaç kişiye aynı şey yapıldı), CHP de yürüyüş yapmaya karar verdi. Demek o gün başlıca tehdit "iç düşman"dan geliyor. Bu "iç düşman" tabii ki CHP (bütün bir geçmiş bunu kanıtlıyor); ama düşman olduğu "kanıtlanmış" FETÖ"nün de bu eylemi onayladığını söylediğimizde "iç düşman" iddiası biraz takviye görmüş olur. Yarın, diyelim Almanya"da birileri, "Türkiye"de hukuk doğru işlemiyor. Mahkemeler, yani yargı, bağımsız değil" diyebilir. Zaten herkes böyle düşünüyor da, bunu ne zaman, nasıl söyleyecek ona bakıyor. Biri bunları söylediğinde "iç ve dış düşmanlar" zincirlemesi tamamlanacak. "İşte, zaten dememiş miydik?"
Berberoğlu kararına itiraz edenlerden bazıları, "Bu gibi suçlamalarla mahkûm edince-farkında değilsiniz ama- devletin yasadışı bir şey yaptığını tescil etmiş oluyorsunuz" diyorlar. Bu şüphesiz doğru; ama bunu bilmeyen zaten yok. "Resimleri kim verdi?" soruşturması da varmış. Belki "Aman duymasınlar" dediğimiz kimlerse onlar vermiştir.
Şu yaşadığımız ortamda benim şimdi söylediklerimi söylemek "ütopya" mıdır, "saçmalık" mıdır, bilemeyeceğim ama ben gene de "gazetecilik" denen, "habercilik" denen işe dönmek istiyorum. Gazeteci/haberci insanlığa "doğru" bilgiyi ulaştırmakla yükümlüdür.
Adına "devlet sırrı" denen karmaşık nesneyi böyle kutsallaştırmak, bu "sır sahibi" devlet içinde suç işleme eğilimini beslemek demektir. Dünyanın her yerinde, kendince "vatanperverane" niyetlerle (ve özellikle böyle bir perde bulduğuna güvenirse) böyle işler yapmaya hazır olan insanlar vardır.
Seçim oldu, gittim kafama uygun birine oy verdim. Baktım ki benim oy verdiğim kişi ya da parti iktidar olmuş. Ne iyi! Derken bu iktidar bir iş yapıyor- diyelim X örgütüne şöyle ya da böyle yardım ediyor. İyi de, ben ona böyle yapsın diye oy vermemiştim. Bu arada "filanca" da, tam böyle yapsın diye oy vermiş olabilir. Öylesi de mutlaka vardır, ama ben başımda oturup beni yürüten kişi ya da kurulun ne yaptığını bilmek isterim. "Bilmek" isterim. En kutsal haklardan biri "bilme" hakkıdır.
"Gazeteci/haberci" dediğimiz kişi de, bizim bu kutsal hakkımızı gerçekleştirmek için çalışan kişidir.
Bunu yapan kişiye 25 yıl ceza kesen bir rejim de, demokratik dediğimiz türden bir rejim değildir; gösterdiği toplam özelliklere göre "bonapartist" ya da "otoriter" diyebiliriz; "diktatörlük" ya da "faşizm" de diyebiliriz"
Ama, "demokrasi" diyemeyiz.
---------------------------------------------------
T24-17 Haziran
|
|
|
|