|
Ayasofya konusu
|
2014-06-06 10:31
|
Murat Belge
|
|
Geçen hafta Cenova’da olduğumu yazmıştım. “Neo- Ottomanizm” oturumunda İtalyan konuşmacılar Ayasofya’nın camiye çevrilmesi ihtimalinden ve hazırlığından söz ettiler.
Dönüşte de İtalyanlar’la işim bitmedi. İstanbul’u tanımak üzere gelmiş bir grup için konuşma istemişlerdi. Burada bana soru soran emekli profesör de “Nedir bu iş” diye sordu.
Yani İtalyanlar bu konuda dikkatliler. Ve tabii, alkışlanacak bir hareket olarak değerlendirmiyorlar durumu.
İtalyanlar’la bunu konuşmak, bir rastlantı. Bugün Avrupa’da kiminle olsa, “Türkiye’de neler oluyor?” konusu açıldı mı, söz mutlaka buraya gelir. Hiçbir yerde de, böyle bir girişimin yaratacağı tepki, bundan farklı olmaz.
Her zaman örtülerin altında bir yerlerde varlığını bildiğimiz bir konuyu gene kim ısıttı, masaya sürdü, bilmiyorum. Bunun Tayyip Erdoğan’a karşı bir “provokasyon” olduğunu söyleyenlere de rastladım. Öneri olarak getirince Erdoğan zor bir durumda kalacak. “Haydi, yapalım,” derse Batı’nın artan şüphelerine yeni yakıt atmış olacak ve “ara açacak”; “Şimdi sırası değil” derse, fokurdayan tabanını hayal kırıklığına uğratacak... Olur mu, olur.
Olur da, böyle bir provokasyonun yapılmasının, yapılmasından önce geçerli bir taktik olarak düşünülmesinin ortamını Erdoğan kendisi yarattı. Batı’yı düşman ilân eden, ona buna hakaret yerme geçecek şekilde, “papaz” diyen, böylece Batı’nın bu “düşman” rolünü --son kertede-- Hıristiyan olmalarına bağlayan kendisi. Kazlıçeşme’den Köln’e insanlara kefen giydirip meydanlara salan, akıldışı bir ajitasyosn zemini yaratan, bir “iç ve dış düşmanlar” edebiyatı yapan da kendisi. Herhangi bir “Ayasofya cami olsun!” kampanyasının başarılı, etkili olabilmesi için en uygun zemini Başbakan kendisi hazırlamış durumda. Ayrıca, bu girdiği ruh halinde bunu kendisinin de isteyeceğini tahmin ediyorum.
Böyle bir şey de olur mu, bilemiyorum. Buna da, olur mu, olur, diyeceğim.
Bugünlerde sık sık karşılaştığımız bir durum var: herhangi bir “öyle mi, böyle mi” kararı bir politik karar, stratejik karar, rasyonel karar olmaktan çıkıyor; oldukça kör bir itişmeye bağlanan, varoluşsal bir karar haline geliyor. Son analizde bir “ahlâk seçme” yolçatında buluyoruz kendimizi. Ve bunu bir buhran olarak yaşıyoruz. “Buhran”, çünkü o yolçatını bir uzlaşmazlık vesilesi olarak kullanıyoruz.
Fatih Mehmed’in fetih sonrasında ilk işlerinden biri Ayasofya’yı camiye dönüştürmek olmuştu. Fatih Mehmed bu ülkede öncelikle İslâmcı kesimin sevgilisidir. Yani bugün Ayasofya’yı yeniden cami yaptığımızda, Fatih Mehmed’in çizgisini ve mirasını sürdürmüş oluruz.
Öyle mi gerçekten.
Osmanlı meşrebine ve İslâmiyet yorumuna göre, “ehl-i kitab” denilen cemaatler vardır: Hıristiyanlar ve Yahudiler. Onların kitaplarını biz de --özünde-- kabul eder, sayarız. Ama onlar çeşitli nedenlerle bozulmuştur. Allah en son Muhammed’i seçmiş ve “hak dini”ni onun ağzından yaymıştır. O, “ahir zaman peygamberi”dir.
Biz, “ehl-i kitab”ın ibadethanelerine de saygı duyarız. Bir yeri fethetmişsek, en belli başlı ibadethanelerini camiye çevirmemiz, bir fütuhat övünmesi değil, öncelikle bu saygının ifadesidir. Camiye çevirmekle, o binayı, aslında olması gereken şey yapmış oluyoruz.
Bufetih, 1453’te. O yıl ve yıllarda, bu bir hegemonya değil, bir medeniyet, hoşgörü ve açıklık ideolojisiydi.
Zaman geçer, zaman birçok şeyi değiştirerek geçer. Bir çağda “âdil”, “hoşgörülü” olarak kabul edilen şeyler öyle olmaktan çıkar. 815 yılında “kölene sevgi göster, yumuşak davran” diyen bir adam için, bugünün terminolojisinde “ilerici adam” diyebiliriz. 1915 veya 2015 yılında bu tavsiye hâlâ “ilerici” bir tavsiye midir?
2014 yılında eski bir kiliseyi camiye çevirmek, 1453 yılında camiye çevirmekle aynı şey değildir. Bunu yapanın niyeti, anlayışı, ahlâk ölçüleri aynı değildir; dolayısıyla dünyada algılanışı da aynı olamaz.
Daha çok şey var bu konuda söylenecek.
-------------------------------------------
Taraf-27 Mayıs
|
|
|
|