|
Dörtler, beşler, artılar, eksiler
|
2012-04-04 12:47
|
Murat Belge
|
|
Eğitimle ilgili kanun yumruklaşmalar arasında Meclis’ten geçmiş, yürürlüğe bu yıl girecekmiş. İlk sözü edilmesinden bu yana, üzerinde kopan kavga gürültüden, bu kanunun ne getirip ne götürdüğünü anlayamadım. Görebildiğim kadarıyla, muhalefet edenler, yani CHP ve genel Kemalist kamp, ilk dört yıldan sonra imam-hatip okullarına yeniden yol açılacağını düşünüyor ve asıl bunun için karşı çıkıyorlar. AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana, bu cephenin davranış biçimi “hükümetin her yaptığına karşı çıkmak” dışında bir içerik taşımıyor; bu da aynı mantık içinde bir davranış olabilir. Ama aynı zamanda biliyoruz ki iktidar da aynı mantıkla –yani imam-hatiplerin ihyasına takılmış bir mantıkla– hareket ediyor olabilir. Bu da pekâlâ mümkün ve muhtemel. Başbakan’ın “28 Şubat’ın son kalıntısı”ndan söz etmesi de ihtimali güçlendiriyor.
Türkiye’de eğitim sorunu bir dipsiz kuyudur. O kuyunun içinde yok yoktur. Onun için, böyle “dört-artı-dört” filan gibi formüller bana fazla anlamlı gelmiyor. Bu alanda bazı temel sorunlar toptan değişmedikçe, hangi formül uygulanırsa uygulansın, olumlu bir sonuç çıkmayacağını görebiliyorum. Sözünü ettiğimiz bu alanda, bir zamanlar olması gerektiği gibi yürümüş de sonradan bozulmuş bir şeyler yok. Başından beri sakat, kusurlu kurulmuş bir yapı var. Gelen buna yeni kusurlar yamamış.
En başta, “eğitim”, bir toplum mühendisliğinin en güvenilir âleti olarak anlaşılmış. Şu an erişkin olanların kafasının doğru işlemesini sağlayamıyoruz; ağaç yaşken eğildiğine göre, çocuklara iyi bir eğitim verelim, onlarla istediğimiz gibi bir toplum kuralım. Temel mantık bu. Sakatlık da buradan başlıyor.
Eğitim, insanın düşünme potansiyellerini harekete geçirmek üzere verildiği zaman eğitimdir. Atıl duran potansiyelleri açar, işletirsin. O kadar. “Senin düşünmene gerek yok. Ne düşüneceğini ben sana söyleyeceğim. Sen de bunu belleyeceksin,” dediğimizde, bu işin adı “eğitim” değildir. “Beyin yıkama”dır, “robot yetiştirme”dir.
Süregiden, kanun çıktıktan sonra da devam edeceği anlaşılan bu kavganın, bu dediğim ayrımla bir ilgisi olduğunu sanmıyorum. Kavga, okula giden çocukların zihnine hangi hamuleyi boca edeceğimizle ilgili. Bu yıllanmış, kemikleşmiş, nasır tutmuş “boca etme” mantığından nasıl çıkacağımız sorusunu soran eden yok. Başbakan bu kavganın ortasında “dindar gençlik yetiştirmek”ten söz edince, aslında bu mekanizmayı benimsediğini, sadece belletilecek malzemede değişiklik yapmak istediğini ortaya koyuyor. Muhalefet eden kesim ise kendi bildiği malzemenin devamını istiyor. Başka bir fikir görmüyorum bu hengâmede.
Muhalefet eden bu kesimin “Türk’üm doğruyum çalışkanım” diye çığıran çocukcağızlardan duyduğu bir sıkıntı yok. İçlerinden bazıları belki üniversitede de bunun devamını isteyecektir. “Bu sistemi reformdan geçireceğiz” diye sahneye çıkanlarsa, bakıyorsunuz, sözgelişi çocukları “Türk’üm dindarım doğruyum” diye bağırtırlarsa eğitimin amacına ulaşacağını söylüyor ve başka bir şey söylemiyor. Yapılacak iş buysa, bunu dört artı dört ya da altı artı dörtte yapmayı tartışmanın da uzun boylu bir anlamı yok. Beyin yıkama işleminin pratik süresini tartışıyoruz.
Kendi aklını kendi bildiği gibi çalıştırabilen mümkün olduğu kadar çok sayıda insan yetiştirmek; bunun için o insanlara mümkün olduğu kadar doğru bilgi vermek; ama bilgi vermekten çok bilginin sağlamlığını sınama, yöntemli biçimde muhakeme etme (Descartes) gibi yetilerini geliştirmek. Bu basit şey, ne kadar korkutucu geliyor bu toplumda yaşayan, birbirini gırtlaklarken aslında aynı yerden beslenen yığınla insana!
Karşımda, benim söylediğimi tekrarlayan değil de, kendi kanısını açıklayan birilerini görmek! Allah yazdıysa bozsun.
----------------------------------------------------------
Murat Belge-1 Nisan
|
|
|
|