2024-12-21
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Ali Bayramoğlu
 
Türk usulü başkanlık bu mu?
2016-04-03 19:14
Ali Bayramoğlu
Soru şu: Gitgide belirginleşen Beştepe merkezli hükümet etme tarzı yeni anayasada nasıl karşılık bulacak?

Bugün itibariyle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gerek AK Parti"nin gerek Türk siyasetinin asli belirleyici unsuru. AK Parti"nin başkanlık sistemi önerisi getirmesi önemli ölçüde bu durumla ilgili. Ancak bununla sınırlı değil. Önerilecek başkanlık modelinin içeriği de bu unsura bağlı.

Nitekim, referans arandığında, AK Parti"nin önünde ABD"deki zayıf başkanlık modelinden, Afrika ve Latin Amerika tipi başkanlığa kadar uzanan pek çok seçenek var.

Ancak malum, pratik olarak altı çizilen, Türk tipi başkanlık...

Bu, nasıl bir sistem olacaktır? Türk tipi nedir? Henüz bilmiyoruz.

Bu konuda AK Parti içinde farklı eğilimler ve bakışların olduğu muhakkak.

Erdoğan çevresinde “liderlik” esasına oturan bir model arayışının öne çıktığı görülüyor. Liderin halkın mütemmim cüzü olduğunu varsayan, liderin meşruiyetini halkla aynılığından, halkın onun şahsında özneleşmesinden aldığını varsayan, bir bakıma yeni bir “şeflik”tanımını akla getiren, “organik lider” fikri(!) bu arayışın bir sonucu.

Başkanlık rejiminin Erdoğan"ın konumuna değil, ülkenin yapısal ihtiyaçlarına bağlanmasını isteyen, muhalefeti böyle hareket etmemekle eleştiren bu çevrelerin, bugün söylediklerinin tam tersini yapıyor olmaları ironik bir durum, Ne var ki, Erdoğan"dan dolayı, Erdoğan"a göre ve Erdoğan için dolayısıyla, organik lider tabirinden de anlaşılacağı gibi “esasen buraya has, dolayısıyla, yeni” (şeflik söz konusu olunca o da şüpheli) bir başkanlık modeli arayışında olmaları aynı zamanda gerçek bir durum.

Ancak bu noktada şu uyarıyı yapmak gerek.

Evrensel değer, norm ve doktrinleri veri almayan, dahası yeterli bulmayan, kendisine has hukuk ve siyaset düzeni üretme iddiasını taşıyan tüm tarihi adımlar, tam kişiselleşmiş iktidarlar üretmiş ve tam otoriter nitelik taşımıştır. Keyfi güç kullanımı ve güç temerküzüyle iç içe giren, “toplumsal meşruiyetin yeganeliği”* iddiası, bu durumun taşıyıcısı olmuştur. Bunun istisnası neredeyse yoktur.

İşin diğer bir yönü daha var.

Türk siyaseti şu anda fiili bir başkanlık uygulaması içinde seyrediyor. Bu fiili uygulama anayasa metnine nasıl yansıyacak sorusu da Erdoğan"ın siyasi ağırlığı dikkate alınırsa kendi başına bir önem içerir.

Fiili başkanlık uygulamasından kastettiğimiz, cumhurbaşkanın “perspektif verme ve yönlendirme” işlevinin çok ötesinde, “yöneten ve direktif veren icracı bir çerçeve”de hareket etmesidir.

Peki bunu nasıl yapıyor?

Görünür üç yöntemi var.

Bunu bir ölçüde, bildik araçlarla, kurumsal düzeyde hükümet, kişisel düzeyde bakanlar ve milletvekilleri üzerinden gerçekleştiriyor.

Kullandığı diğer ve daha yeni bir yöntem “kürsü ve söylev siyaseti”dir. Televizyonlarca naklen verilen, basın tarafından ana haber haline getirilen, çeşitli vesilelerle yaptığı düzenli ve şeffaf toplantılarda cumhurbaşkanı, hemen tüm siyasi konularla ilgili karar çerçevelerini açıklıyor. Alınması gereken ve alınacak tavırları, kararları bir bakıma ilan ederek, bunları hükümetin önüne kamuoyunun üzerinden ve kamuoyu gözetiminde koyuyor. Hükümete kimi sürtüşmeli atama konuları gibi mevzular dışında bunları uygulamak kalıyor.

Erdoğan"ın kullandığı üçüncü kritik yöntem ise bürokrasiyle doğrudan temaslardan oluşuyor. Bu temasların da kamuoyuna açık olmasına özen gösteriliyor. Cumhurbaşkanının büyükelçilerle, daha önemlisi kaymakamlarla yaptığı, icrai talimatlar içeren toplantılar “kurumlaştırıcı” bir işlev görmüştür.

Bu yeni usulün devamı olarak, en nihayet Erdoğan"ın AK Partili TBMM komisyon üyeleriyle yaptığı toplantı ve bu toplantıda AK Partiye yönelik siyasi telkinleri ilginç bir noktaya işaret etmektedir. Zira bir bütün olarak ele alındığında bu ilişkiler ağı partili cumhurbaşkanı tablosunun ötesinde bir duruma, devlet-parti arasında bağ kuran bir siyasi aktöre işaret etmektedir. Bu bağ, çok tartışmalıdır ve çok tartışılacaktır.

Yukarıdaki diğer hususlar gibi...

*Meşruiyet kaynakları arasında toplumsal olanın tek kaynak kabul edilmesi, evrensel değerler süzgecinden geçmemiş bir toplumsal meşruiyete, bu ise bildik milli iradeciliğe, çoğunlukçuluğa işaret eder.

-------------------------------------------------

Yeni Şafak-2 Nisan
Print