|
Hasan Cemal |
|
|
|
|
|
|
|
60 yıl önce askeri darbe, 60 yıl sonra sivil darbe... Ne kadar hazin...
|
2020-05-30 12:18
|
Hasan Cemal
|
|
Hasan CEMAL
27 Mayıs 1960. 60 yıl geçmiş. O tarihte 16 yaşındaydım, Ankara"da Atatürk Lisesi"nin ikinci sınıf öğrencisi... Evimiz Bakanlıklar"daydı. 27 Mayıs sabahı silah sesleriyle uyanmıştım. Babam kapıyı açmayın, pencereye yaklaşmayın, diye uyarıyordu. Hemen radyoyu açmıştık. Albay Alpaslan Türkeş"in darbeyi ilan eden o boğuk, kalın sesi yükseliyordu Ankara radyosundan... Makineli tüfek sesleri ve ürkütücü patlamalar, bahçesinde futbol oynadığımız İçişleri Bakanlığı tarafından geliyordu. Sonra da Millet Meclisi"ne, Çankaya Köşkü"ne doğru uçan jet uçaklarının kulak tırmalayıcı seslerini duymaya başladık. Tedirgindik. Demokrat Parti"yi tutan babam üzgün görünüyordu: Ordu darbe yaptı! Apartmanın önünde bir askeri jip durdu. Silahlı subaylar, üst katımızda oturan Samsun mebusu Ferit Bey"i ite kaka alıp götürdüler. Çocukları arkadaşımdı, içim acıdı. Sonraki yıllar, yarım asrı geçen gazetecilik hayatım hep "darbe"lerle, başarısız darbe girişimleriyle iç içeydi. 27 Mayıs (1960) 22 Şubat (1962, başarısız) 21-22 Mayıs (1963, başarısız) 12 Mart (1971) 12 Eylül (1980) 28 Şubat (1997) 27 Nisan E-Muhtırası (2007, başarısız) 15 Temmuz (2016, başarısız) Bugüne kadar 14 kitap yazdım. Sonuncusu henüz basılmayan bütün kitaplarımda darbeler vardır, asker vardır. 2010"da çıkan Türkiye"nin Asker Sorunu adını taşıyan kitabımın kapağına şu damgayı özellikle vurmuştum: Ey asker, siyasete karışma! Neden? Çünkü askerin siyasete karışması, darbeler yapması Türkiye"ye iyilik değil kötülük getirmiştir. Demokrasiyi engellemiştir. Hukuk devletini engellemiştir. Özgürlük düzenini engellemiştir. İnsan haklarını engellemiştir. Nasıl denize girmeden yüzme öğrenilemezse, bu ülke de askeri darbe ve müdahaleler yüzünden demokrasi nedir bir türlü öğrenememiştir, taşlar bir türlü yerli yerine oturmamıştır. Tabii burada sormak gerekiyor: Türkiye"nin siyasal tarihinde "demokrasi kültürü"nden nasipsiz olan sadece asker midir? Elbette değil. Evet asker, "Memleketi biz kurtardık, Cumhuriyet"i biz kurduk" diyerek her zaman kurtarıcı rolünü benimsemiş ve "sivil siyasetçi"yi küçümsemiştir. Sivil siyasetçi ise askerin darbe anayasaları ile kurduğu oyunu genellikle kabullenmiştir. Askerin darbe anayasalarıyla çektiği kırmızı çizgiler çerçevesindeki oyunu demokrasi sanmış, oynayıp durmuştur. Sivil siyasetçi, tek tük istisnalar dışında, askere şöyle bir ağız dolusu hayır çekip, askere itiraz hakkını kullanıp demokrasi yolunu ne yazık ki açamamıştır. Sağdaki, soldaki sivil siyasetçiler bunun için kendi aralarında bir demokrasi ittifakı kuramamışlardır. "Demokrasi"yi sadece kendileri için, sadece kendi seslerinin çıkması için istemişlerdir. Oysa, askeri darbe sonrasındaki dönemlerde demokrasi açısından bir fırsat kapısı önlerinde aralanmıştı. 12 Mart ve özellikle 12 Eylül darbeleri sonrasında Demirel"le Ecevit demokrasi çatısı altında buluşup demokrasi ve Avrupa Birliği yolunu -Yunanistan"la Portekiz"in darbe rejimleri sonrasında yaptıkları gibi- açabilirlerdi. Yapamadılar. Bu fırsatı kaçırdılar. Böyle bir demokrasi kültürleri yoktu. Tek bildikleri şey olan birbirleriyle kavgaya ne yazık ki devam ettiler, üstelik bunu da demokrasi sandılar. 60 yıl önceye, 27 Mayıs"a döneyim. Bir zamanlar ben de 27 Mayıs"a darbe değil devrim derdim, buna da 27 Mayıs Anayasası"nı örnek gösterirdim. Evet, demokratik hak ve özgürlükler açısından 27 Mayıs Anayasası"nın olumlu çizgileri hiç kuşkusuz vardı. Ama bu olumlu çizgiler, siyasi tarihimizde 27 Mayıs"ın demokrasi sınavından çakmasını önleyemeyecekti. 27 Mayıs, en başta idamlarıyla, siyaset yasaklarıyla, hapis cezalarıyla, Demokratlar"a baskılarıyla, askeri vesayetiyle, Kürt sorununa bakışıyla devrim değil, ancak darbe olabilirdi. Hatırlıyorum. Cumhuriyet"te Genel Yayın Yönetmeni"yken, 27 Mayıs için gazete tarihinde ilk kez devrim değil darbe diye yazdığımda, nasıl bir tepki dalgasının kabardığı, yazının çıktığı gün İlhan Abi"nin odasına 27 Mayısçılar"ın bana dönük tepkileriyle nasıl akın ettikleri bugün gibi gözümün önündedir. Evet, 27 Mayıs devrim değil darbedir. Özellikle idamları ve siyaset yasakları ile Türkiye"de "siyasal kutuplaşma"nın kapısını ardına kadar açmıştır. Böylece, Türkiye"de siyasetin normalleşmesine ölümcül bir darbe indirmiştir. Bu noktayı vurgularken, siyasal kutuplaşma konusunda sivil siyasetçilerin rolünü kesinlikle gözardı etmiyorum. 1950"lerde Demokrat Parti iktidarının hak ve özgürlükleri hiçe sayan politikaları da bu memlekette kutuplaşmayı azdırmıştı. Yalnız Demokratlar"ın değil, Halk Partililer"in de uzlaşma ve diyalog kültüründen nasipsizlikleri Türkiye"de kutuplaşmanın, cepheleşmenin keskinleşmesine yol açmıştı. 27 Mayıs"tan bugüne bir çizgi çekin. 60 yıl sonra Türkiye"de siyaset hâlâ normalleşmiş değil. Bugün de kutuplaşma keskinleşerek sürüyor. Bugün de dediğim dedikçilik var. Uzlaşma, diyalog bugün de yok. Hâlâ böyle bir siyaset geleneğinden yoksun yaşayıp gidiyoruz. İktidar dizginleri "tek adam"ın elinde... 60 yıl önce askeri darbe vardı. 60 yıl sonra da sivil darbe... Ne kadar hazin. Demokrasi için birlik olamayacak mıyız? ----------------------------------------------------------------------------- T24- 27 Mayıs 2020
|
|
|
|
|
|
|