|
Doç. Dr. Ekrem Önen |
|
|
|
|
|
|
|
Yakındoğu, Ortadoğu ve Kürdistan'da ABD, Avrupa ve Rusya politikaları
|
2015-12-08 00:31
|
Doç. Dr. Ekrem Önen
|
|
Ortadoğu ve Yakındoğu her zaman Rusya ve Batılı ülkelerin savaş ve çekişme alanı olmuştur. Yalnızca Çarlık Rusyası ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 16. yüzyıldan 1917 yılına kadar 50’ye yakın savaşın yapılmış olması bunun belirgin bir örneğidir. 1916’da İngiltere ve Fransa arasında gizlice yapılan Sykes-Picot anlaşması uyarınca Osmanlı İmparatorluğu parçalanmış ve bölgenin temel düzeni Sevr ve Lozan anlaşmaları ile son şeklini almıştır.
Sykes-Picot anlaşması başlangıçta Çarlık Rusyası’nın desteğiyle hazırlanmıştı, ama daha sonra Ekim 1917 Devrimi’nin gerçekleşmesiyle kurulan Sovyetler Birliği bu ittifaktan geri çekildi. Bölgede İkinci Dünya Savaşı’na kadar süren bu düzen Joseph Stalin, Winston Churchill ve Franklin D. Roosevelt’in 1945 yılında Yalta’da yaptıkları ünlü anlaşmayla yeniden yapılandırıldı.
Yakın Doğu, Ortadoğu ve Kürdistan, Birinci Dünya Savaşı öncesinden başlayarak, 1991’de Sovyet Rusya’nın yıkılışına kadar bir yanını İngiltere, Fransa ve Almanya’nın, diğer yanını da Rusya’nın oluşturduğu taraflar arasında çekişme alanı olmaya devam etmiş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
ABD’nin Batılıların safına etkin bir biçimde katılmasıyla bölge sıcak bir çatışma alanına dönüştürülmüştür.
Bütün bu çatışmaların en önemli nedeni, Ortadoğu ve Yakındoğu’nun özellikle de Kürdistan bölgesinin, bu iki kutup arasındaki sınırlarda bulunuyor olmasıdır. Taraflardan birinin bu sınırları ihlal etmesi ve bölgedeki nüfuzunu artırması üzerine diğer taraf hemen duruma müdahale etmiş ve dengeyi yeniden kurmuştur.
Aslında bölgedeki nüfuz çatışmaları 200 yıldan beridir var ama bu durumu net bir şekilde görülür kılan şey Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması oldu. 1991 yılında Sovyetler Birliği de yıkılınca bu güçler dengesi yeniden bozuldu. Başını ABD’nin çektiği Batılı ülkeler Rusya’nın zayıflamasını fırsat görerek, kendi çıkarları doğrultusunda dünyaya yeni bir düzen vermek istediler. Ancak bu isteklerini 20 yıl boyunca, 2010’a kadar gerçekleştiremediler.
Bunun temel nedeni, bu süre içinde Çin, Hindistan, Mısır, İran ve Türkiye’nin, Batılıların bu projesine engelleyecek biçimde ön plana çıkması olmuştur. Bir diğer önemli neden ise, Batılı ülkelerin özellikle de ABD’nin, yanlış bir hesapla Rusya’nın artık yeniden güçlenip uluslararası bir güç olabileceğini düşünememiş olmasıdır.
Putin’in yönetime gelmesiyle birlikte Rusya yeniden uluslararası bir güç olduğunu gösterdi. Putin 20 yıl sonra 2007 yılında Münih’te yapılan uluslararası güvenlik konferansında, Rusya’nın artık tek kutuplu bir dünyayı kabul etmeyeceğini ilan etti.
Bunu pratikte de göstermek üzere Rusya 2008 yılında Gürcistan’la savaşa tutuştu. Daha sonra Kırım’ı topraklarına kattı, Ukrayna’da silah ve asker göndererek Rus ayrılıkçılarını açıktan destekledi ve şimdi de Suriye sorununda kendini uluslararası bir güç olarak gösterdi.
Öyle görünüyor ki, ABD’nin başını çektiği Batılı güçler, özellikle Suriye sorununda Rusya’yı uluslararası bir güç olarak kabul etmiş durumdalar ve yeni dünya düzeninin kurulmasında Rusya ile anlaşmaya gitmeye zorlanıyorlar.
ABD ve Kürdistan
Öncelikle bilinmesi gereken şey, uluslararası güçlerin Kürtlerle olan ilişkisinin, her şeyden önce geliştirmiş oldukları Yakındoğu ve Ortadoğu stratejilerine dayalı olmasıdır. Görüldüğü kadarıyla ABD’nin Kürdistan’a yönelik doğrudan bir politikası olmamıştır ve Kürdistan sorununa daha çok Türkiye, İran, Irak ve Suriye ile olan ilişkileri çerçevesinde bakmaktadır.
Bilindiği gibi Kürtler (Güney Kürdistan-PDK) ABD ile ilişkiye geçebilmek için özellikle 1965 yılında çok aktif bir şekilde çalıştılar. Özellikle 1968 Irak Devrimi’nden sonra Baas rejiminin kurulmasıyla Kürtler, ABD’nin kendileriyle ilişkiye geçmesini umut etmişti. Ancak ABD 1972 yılına kadar Kürtlere hiçbir şekilde yaklaşmadı. Çünkü yeni Baas rejimiyle iyi ilişkiler geliştirmek amacındaydı. Ne var ki, Baas rejimi ABD yerine Sovyetler’e yakınlaşıp askeri ve ekonomik anlaşmalar yapınca ABD de Kürtlerle gizliden gizliye bir ilişki kurma yolunu tercih etti.
Bu ilişki 1972 yılında, ABD’de Langley’deki CİA merkezinde gerçekleşti. Kürt delegasyonu, rahmetli İdris Barzani ile şu anda Irak parlamentosunda Kürdistan’ı temsil eden Dr. Mahmud Osman’dan oluşuyordu. O toplantıda CİA başkanı Richard Helms, bazı Pentagon sorumluları ve dışişleri bakanlığından az sayıda temsilciyle görüşmüşlerdi.
ABD’nin isteği İran üzerinden Kürtlerle ilişkiye geçmekti. Bu gizli ilişki ve destek 6 mart 1975’e kadar devam etti. 1975 yılında İran ve Irak arasında gerçekleşen Cezayir Anlaşması’yla birlikte ABD ve İran, Kürt Devrimi’ne yardımı kesti ve Kürt halkına o çok iyi bilinen büyük trajedi yaşatıldı. Bu dönemde Kürt Hareketi’nin lideri rahmetli Molla Mustafa Barzani, ABD dışişleri bakanı Henri Kissinger’e bir mektup yazarak tehlikeli sonuçlar yaratacak olan bu trajediyi vurgulamış ve Kürt halkının şikayet ve isteklerini dile getirmişti. Ama Kissinger’in cevabı kısa olmuştu: ”Bu siyasettir. Siyasette değer yargıları yoktur. İki taraf bir konuda anlaşırsa, bu üçüncü tarafın zararınadır"".
80’li yıllarda Kürtler ABD ile yeniden ilişki kurmayı denedi. Fakat ABD hiç oralı olmadı ve Kürtleri dinlemek bile istemedi. Çünkü o zamanlar İran-Irak Savaşı devam ediyordu ve ABD Irak’a arka çıktığı için Kürtlerden uzak duruyordu. 90’lı yılların başında Sovyetler’in çökmesi ve Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle birlikte bölgede yeni bir durum ortaya çıktı. ABD Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkarttı ve ABD Başkanı, Saddam rejiminin yıkılması için Irak halkına çağrıda bulundu.
Kürt Hareketi bu aşamada ABD’nin kendilerini koruyacağı umuduyla baş kaldırdı. Ancak ABD sessiz kalınca Saddam Kürtlere saldırdı ve Kürtleri bozguna uğrattı. 10 binlerce Kürt dağlara çekilmek zorunda kaldı, yüzlerce çocuk, kadın ve yaşlı soğuktan öldü. Bu olaydan sonra Kürtler arasında "ABD’nın Kürtleri tekrar yalnız bıraktığı’" kanaati pekişti.
YNK lideri Celal Talabani’nin Bağdat’a giderek Saddam’la görüşmesinden sonra ABD bu insani felaketle sonuçlanan olayın farkına vardı. Bunun üzerine Kürtlere güvenli bir bölge oluşturuldu. Saddam devrildikten sonra Irak’ta iktidar boşluğu doğdu ve istikrarsız bir denge oluştu. Kürtler, Saddam’dan sonra getirilen yasalarla federasyon hakkını elde ettiler ama Irak taraftarları bunun meşruiyetini kabul etmemektedir.
Şu anda Kürtlerin ABD ile ilişkilerinde hâlâ bir belirsizlik söz konusudur. Öyle görünüyor ki bu durum daha çok, ABD’nin askeri stratejisi, jeostratejik ve jeoenerji çıkarları ve Rusya ile olan çelişkilerine göre şekillenecektir.
Rusya ve Kürdistan
Rus-Kürt ilişkileri aktif olarak ilk kez 1850’de başlamıştır. Ruslar yüzyıllık "sıcak denizlere ulaşma stratejisi" nedeniyle hem Osmanlı İmparatorluğu hem de İran"la savaşırken Kürtlerin varlığını da bölgede bir faktör olarak görmüştür. Bu bağlamda önemli olan Çarlık Rusyası’nın jeopolitik çıkarlarıydı. Bu nedenle Kürtlere askeri strateji çerçevesinde yaklaşmıştır.
Rusya Kürtleri kendi tarafına çekmek için Kürtlerin dili, kültürü ve sosyal hayatı üzerine araştırmalar yapmıştır.
Bu araştırmalar 1850’li yılların başında Bitlis, Van, Erzurum, Hoy ve Musul’da kurdukları konsolosluklarda başlatılmıştır. Rusya’nın o zamanki konsolosluk ve elçiliklerinde görev yapanların çoğu akademisyendi. Örneğin Alexander Jaba ve Minorsky adlı diplomatlar Kürt dili, kültürü ve toplumsal hayatı üzerine önemli çalışmalar yapmışlardı. Daha sonra Petrograd Rus Akademisi de Kürtler üzerine araştırmalar başlatmıştır.
Çarlık Rusyası’nın Kürtlerle siyasi ilişkiye girmesi de işte o tarihlerde başlıyor. Bu süreç Şeyh Übeydullah’ın başkaldırısından Bedirxaniler’e, Barzaniler’e, Kör Hüseyin Paşa, Cihangir Ağa, Seyid Taha, Simko’ya kadar uzuyor. Çarlık Rusyası arşivlerine göre Ruslar, İran Kürdistanı’nın Hoy kentinde 1913 yılında Abdürrezak Bedirxhan ve Simko’nun (İsmail Axayê Şikakî) yardımı ile Kürt dilinde (kiril alfabesi ile) bir okul ve hastane açıyorlar. Ayrıca bir basım evi de kuruyorlar. Aynı dönemlerde Mahabad’ta Kürdistan Gazetesi yayına başlıyor.
Çarlık Rusyası Kürtlere hep pragmatik olarak yaklaşmıştır. İlk elde Kürt kartını, Osmanlıları ve Acemleri hizaya getirmek için bir koz olarak kullanmıştır. İkinci olarak da İngilizler, Fransızlar ve Almanlar gibi Batılı ülkelerin Kafkasya’ya ulaşmalarını engellemek için Kürdistan’ı bir tampon bölge olarak kullanmıştır. Kürtler de Rusya ile olan ilişkilerini ata sözünde denildiği gibi "Düşmanımın düşmanı, dostumdur" ilkesine göre kurmuştur.
Bilindiği gibi İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusyası gibi emperyalist ülkeler (müttefikler) Birinci Dünya Savaşı’ndan önce bu bölgeleri kendi jeostratejik çıkarlarına uygun biçimde dizayn etmek istiyorlardı. İşte bu amaçla bölge ülkelerini sınırları içinde barındıran Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak için 1916 yılında gizli Sykes-Picot anlaşması yapıldı.
Buna göre Irak, Ürdün, Kürdistan’ın güneyi (bir bölümü), Hayfa’nın etrafı yani Filistin İngiltere’ye; Suriye, Lübnan, Kürdistan’ın güneyi Fransa’ya ve Kürdistan’ın kuzeyinin bir kısmı ile bugünkü Türkiye topraklarının bir kısmı Rusya’ya bağlanacaktı. Ama 1917 yılında Rusya’da devrimi gerçekleştiren Bolşevikler bu "emperyalist paylaşım anlaşmasını" reddettiler.
Sovyetler döneminde de Rusya’nın Kürtlere olan tutumunda temelde bir değişiklik olmadı. Tek değişiklik, Kürt sorununa ideolojik olarak antiemperyalist açıdan bakmalarıydı. Yoksa aynı pragmatik yaklaşımı onlar da sürdürmüştür.
1920’lerde Sovyet Rusya’nın Kürtlerle olan ilişkileri devam ediyor. Birçok aşiretle ve Kürt beyi ile temas halindeler. Sovyet Rusya arşivlerinden görüyoruz ki, Rusların Molla Selim’le, İstanbul Özgürlük Komitesi’yle ve bazı Kürt liderleriyle, örneğin Yusuf Ziya Bey ile ilişkileri vardı. 1930 yılında Erivan Radyosu’nun açılması resmiyette her ne kadar Sovyet Kürtleri için geçerli olsa da gerçekte önceliği Kürdistan içindi.
Sovyetler 1940 yılına kadar Kuzey Kürdistan’da olaylar olunca, doğrudan ya da dolaylı olarak Kürtlerle ilişki içindeydiler. 1930’lu yılların sonlarında ve 1940’lı yılların başında Nazi Almanyası’nın o zamanki Tahran Hükümeti üzerindeki nüfuzu artınca Sovyet Kızıl Ordusu ve İngiliz Ordusu İran topraklarına girdiler. Sovyetler bu müdahaleyle birlikte Çarlık Rusyası’ndan beri İran’daki Kürtlerle olan ilişkisini tazeledi.
1931 yılında Rusya ile Türkiye arasında saldırmazlık ve tarafsızlık anlaşması yapıldı. 1945 yılında Stalin, bu ittifakın hukuki olmadığını ve anlaşmanın Sovyetler’in zayıf döneminde yapıldığını ileri sürerek bu anlaşmayı geçersiz ilan etti. Stalin bunun ardından Postdam Konferansı’nda ""Türkiyenin antlaşmalar çerçevesinde oluşan Gürcistan ve Ermenistan topraklarını geri vermesini açık bir şekilde talep etti.
Ona göre Türkiye ile Sovyetler arasındaki sınırın 1914 yılında olduğu haline dönülecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Stalin’in amacı Sykes-Picot anlaşması ile 1916’da Çarlık Rusyası’na peşkeş çekilen Kuzey Kürdistan’ı şimdi Sovyet topraklarına katmak idi. Bilindiği gibi Rus ordusu Birinci Dünya Savaşı’nda Kuzey Kürdistan’ın içlerine kadar ilerlemişti.
Şimdi baktığımız zaman, Rusya Suriye’ye gelirken aynı zamanda Rusya Türkiye ve Ermenistan sınırında Ermenistan"da ODKB işbirliği çerçevesinde askeri tatbikatlara başladı. Rusya hem Akdeniz’de hem de Kuzey Kürdistan Ermenistan sınırlarında Türkiye’ye "komşu oldu". Bu stratejik açıdan Türkiye için tehdit içeren bir sinyaldi. Bundan dolayı Türkiye tekrar (arada bir gösterdiği ikircikli tavırları bırakıp) NATO ile yakınlaşmaya başladı.
1946 yılında Sovyetler öncülüğünde Kürdistan Mahabad Cumhuriyeti kuruldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kızıl Ordu İran’dan çekilince İran Kürtlere saldırmaya başladı. Kürtler bu savaşı kaybedince Mahabad Kürt Cumhuriyeti ortadan kaldırıldı. Mahabad Kürt Cumhuriyeti başkanı Qazi Muhemmed ve arkadaşları asıldılar. Mustafa Barzani ve Peşmergeleri bu olaydan sonra Sovyet Rusya topraklarına çekildiler.
Barzani ve arkadaşları yaklaşık 12 yıl Sovyet Rusya’da kaldı. 40’lı ve 50’li yıllarda hüküm süren Soğuk Savaş koşullarında Sovyetler’in amacı, Kürt hareketini kendi çıkarları doğrultusunda Batılı ülkelere karşı kullanmaktı. Sovyetler’in bir Kürt cumhuriyeti kurma fikri, İngiltere ve ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzunu azaltmayı hedefliyordu.
Sovyet arşivlerindeki belgelere göre Sovyetler Politbürosu 1950’li yılların sonunda Suslov aracılığıyla Barzani’ye Kürtlerin otonomi hakkını tanıyacaklarına dair söz vermiştir. 1958 yılında İngilizlere yakın olarak bilinen Nuri Said hükümeti devrilmişti. Bunun üzerine hemen Irak’a dönen Barzani, Sovyetler aracılığıyla Kasım’la görüştü. Kasım Irak cumhurbaşkanı olmuştu. Onun kurduğu hükümetin istikrarlı olması Sovyetler için önem arz ediyordu.
Daha sonra Kürtlerle Bağdat’ın ilişkileri bozuldu ve iki taraf arasında savaş başladı. 1966’ya gelindiğinde Sovyetler aracılığıyla Kürtler ve yeni cumhurbaşkanı Arif arasında görüşmeler başladı. Sovyetler’in bölgedeki çıkarları Irak’ta istikrar olmasını gerektiriyordu. Bu nedenle Kürtleri ve Bağdat’ı anlaşmaya zorluyordu. Sovyetler’in aracılığıyla 11 mart 1970 tarihinde Irak anayasasında Kürtler için otonomi hakkı açık bir şekilde beyan edildi.
Denilebilir ki, 1950’lerin sonuna kadar Sovyetler’in Yakındoğu’da tek müttefiki Kürtlerdi. Sovyetler Irak’taki İngilizlere yakın olan Nuri Said hükümetini Kürtlerin yardımıyla devirdi. Nuri Said hükümetinin devrilmesiyle birlikte Sovyetler Yakındoğu’da Suriye ve Mısır gibi ülkelerle de ittifak kurdu. Bu gelişmeler Sovyetler’e bölgede belirgin bir siyasi nüfuz sağlamıştı. Bu nedenle artık Kürtlere ihtiyacı kalmamıştı. 1970’ten 1990 yılına kadar Kürtler ile olan ilişki açık bir şekilde kesildi, Kürtler görmezlikten gelindi.
Saddam Hüseyin’in 2003’te devrilmesinden sonra Kürtler yeniden Rusya’nın gündemine geldi. Rusya’nın Sesi radyosunun Kürtçe bölümü Kurmanci ve Zazaca lehçeleriyle açıldı (2008). Rusya dünyanın güçlü devletleri arasında Erbil"de ilk konsolosluk açan ülkelerden biri oldu.
Avrupa Birliği ve Kürtler
Avrupa Birliği (AB), dünyanın en önemli ekonomik güçlerinden biri olduğu için uluslararası politikada da küresel bir rol oynamak istiyor. Ancak etkin bir askeri gücü olmadığı için bu rolü oynayamıyor. AB ülkeleri dış politika konularında ortak tavır almakta da ciddi zorluklar çekiyor. Kürt sorununa yaklaşımlarının politik olmaktan daha çok insan hakları bağlamında olduğu da söylenebilir.
AB Kürt sorununu ulusal ve politik bir sorun olarak görmemektedir. Bu nedenle Kürt sorununu Kürdistan’ı parçalayan ülkelerle olan ekonomik ilişkilerinde kazanç sağlamak için bir kart olarak kulanmaktadır. Mülteciler sorununu da buna ekleyebiliriz.
İkinci Dünya Savaşı öncesi uluslararası egemen güç olan İngiltere, Fransa, Almanya gibi AB ülkeleri, özellikle de Fransa ve İngiltere, Kürdistan’ın parçalanmasının mimarlarıdır.
Bu devletler, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyet Rusya ile ABD çekişmesinin arasında kaldılar. Bir yandan Sovyet Rusya’yla ilişkileri iyi tutmaya çalışırken öte yandan fazlasıyla ABD’nin etkisi altına girdiler. Son dönemlerde uluslararası politikada yeniden baş rol oynama çabaları görülmektedir.
ABD başlangıçta açık bir şekilde Avrupa Birliği’nin oluşmasına karşıydı. Rusya ise böyle bir birliğe stratejik olarak daha olumlu bakıyordu. Çünkü Avrupa böylece ABD’nin karşısında ayrı bir güç faktörü olacak ve ABD’nin uluslararası dengelerdeki etkinliği azalacaktı. ABD hâlâ belirgin bir şekilde AB’nin varlığından pek hoşnut değil. Bu nedenle Rusya’nın zorlaması halinde AB dağılabilir.
AB’nin birleşik bir askeri gücü olmadığı için uluslararası dengelerde ve özellikle de Ortadoğu’da tayin edici bir taraf olamamaktadır.
AB ülkeleri arasında bölgede önemli bir rol oynamak isteyen iki ülke vardır: İngiltere ve Fransa. İngiltere burada ABD ile işbirliği halinde hareket etmektedir. Fransa daha bağımsız davranmakta, ancak ABD ve Rusya ile aşık atma gücüne sahip değildir.
Bilindiği gibi Fransa"nın geçmişte Suriye’de önemli bir rolü vardı. Osmanlı’nın parçalanmasından sonra Suriye koloni olarak Fransa’nın yönetimine verildi. Fransa, Suriye"yi etnik ve dini farklılıklara göre 1920 yılında 4 otonom parçaya böldü: Büyük Lübnan, Alevi Devleti, Şam Devleti ve Halep Devleti. 1921 yılında Dürzü Devleti, Cebel-i Dürzi ve İskenderiye Sancağını kurdu 1925’de bunların hepsi kaldırılarak önce Şam ve Halep devletleri Suriye Federasyonu adı altında birleştirildi.
Sonra da bu federasyonun adı Suriye olarak değiştirildi. Bir yıl sonra da Lübnan"da Hıristiyan çoğunluğa dayalı ve Fransa’ya bağlı bir Cumhuriyeti kuruldu. 1936 yılında Alevi ve Dürzü devletleri de Suriye’ye bağlandı. O dönemde Fransa’nın Levanten (Troupes du Levant) ordusunda Alevi, Dürzü, Çerkez ve Kürt azınlıklarından oluşan bir birlik kuruldu.
Suriye 1946 yılında bağımsızlığına kavuştu. Kısa bir süre sonra da birçok askeri darbe birbirini izledi. Darbelerle birlikte ordunun en üst kademelerini Aleviler oluşturdu. Bu durum hâlâ devam etmektedir.
Kürtler ve Yeni Durum
Kürtlerin Rusya ile olan ilişkisi, ABD ile olan ilişkisinden hem daha eskidir hem de daha zengin bir tecrübeye dayanmaktadır. Rusya’nın 300 yıl boyunca İmparatorluk olması ve Sovyet Rusya döneminde Rusya’nın dünyanın iki askeri ve politik kutbundan biri olması bunun başlıca nedenidir. ABD’nin uluslararası gücü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra arttı. Kürtlerin Rusya ve sonra da Sovyetler’le olan ilişkisi, yaklaşık 150 yıldır sürmekte. ABD’yle ilişkiler ise 1960’lı yılların sonu ve 70’lerin başlangıcında başlamıştır. Fakat bu görece yeni olan ilişki, son 20 yılda ABD’ye Kürtler hakkında çok tecrübe kazandırmıştır.
İkinci Dünya Savaşı"ndan sonra NATO ve Varşova Paktı’nın kurulmasıyla Dünya Rusya-ABD ekseninde ikiye bölünmüştür. İki tarafın egemenlik alanları belliydi ve kimse kimsenin sınırına müdahale edemiyordu. Fakat taraflar bazı bölgelerde rekabet içindeydiler. Ortadoğu, Yakındoğu, Latinamerika bu rekabet bölgelerinin en önemlileriydi. Bu rekabet Sovyetler’in 1991’de dağılmasına kadar devam etti.
Sovyetler’in ardılı olan Rusya güçsüzleşti ve uluslararası arenada tek süper güç olarak kalan ABD, Ortadoğu ile Yakındoğu’ya yeni bir düzen getirmek istedi. Ancak ABD’nin bu yeniden dizayn etme projesi, bölgedeki yerleşik güçlerin çıkarlarına uygun değildi.
ABD bu girişimini başlangıçta Renkli Devrimler adı altında uygulamaya soktu. Fakat, işin ”rengi değişince” bu kez askeri güce başvurdu. Ne var ki, 20 yıl sonra yeniden bir süper güç olarak sahneye çıkan Rusya, şimdi ABD’nin bölgede istediği gibi at koşturmasına izin vermiyor. Rusya şimdi ”yeni düzenin kurulması benden de sorulur” diyor.
Uluslararası güçler Ortadoğu ve Yakındoğu’ya özellikle Kürdistan’a “Makroregion” konteksinde bakmaktadırlar. Kürdistan’ın büyük bir coğrafyada parçalı olmasını ve nüfusu en büyük ""transnationale"" -uluslararası- bir ulus olmasını bir sorun olarak gündemlerinde tutuyorlar. Kürdistan’ın bu parçalı durumu uluslararası güçlerin ve bölgede çıkarları olan ülkelerin işine geliyor.
Bu ülkeler Kürt sorununa her zamanki gibi jeoekonomik, jeostratejik ve askeri çerçeveden bakıyorlar ve Kürdistan’ı parçalayan ve Kürdistan’a yakın olan ülkeleri Kürt sorunu aracılığıyla hizaya getiriyorlar.
Şüphesiz ki, büyük ülkeler Kürt sorununa kendi çıkarları doğrultusundan bakıyorlar, ama bu yeni dönem, Kürtler açısından amaçlarına ulaşmak için elverişli koşullar yaratmıştır.
Özellikle ABD’nin son 20 yılda tek uluslararası süper güç olması ve dünyaya hükmetmesi Kürtlerle olan ilişkilerini derinleştirip iyileştirmiştir. Kürtlerin onlara olduğu kadar, onların da Kürtler’e muhtaç olduğu belirgin bir biçimde ortaya çıkmıştır. Kürtlere aslında amaçlarına ulaşmak için bu altın fırsatı bıraktılar.
Şimdi dünyada ve bölgede yeni bir düzen oluşmuş durumda. Dünya artık tek kutuplu değil. Rusya yeniden uluslararası bir süper güç konumuna geldi. ABD artık Rusya’yı da hesaba katmadan Ortadoğu ve Yakındoğu’da kendi başına hareket edememektedir. Bu da Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi için yeni bir durumdur.
Eğer dikkatli bakılırsa bu yeni durumun Kürdistan için çok olumlu olduğu görülecektir. İki süper güç de Kürdistan sorununa pozitif bir şekilde yaklaşmaktadır. Her ne kadar Suriye, Irak, Türkiye ve İran politikalarında çelişkiler olsa da Kürt sorununda ciddi bir çelişkileri yoktur. Bu yeni durum Kürtler için ustalıkla değerlendirilmesi gereken tarihi bir fırsattır.
Şüphesiz şimdiki durum Kürtler için geçmiş 20 yıla oranla daha karmaşıktır. Çünkü bu dönemde ABD bölgede tek egemen güçtü ve Kürt Hareketi’yle yakınlaşmıştı. Kürdistan’ı parçalayan Türkiye ve İran gibi ülkelerle ilişkileri pek iyi değildi. Ancak şimdi İran’la yapılan uluslararası atom anlaşmasından sonra İran’ın Avrupa ve ABD ile ekonomik ve siyasi ilişkileri canlanmaya başladı.
Türkiye’nin İncirlik Hava Üssü’nü ABD’ye açması ve ISID’e karşı uluslararası koalisyona katılmasıyla ABD ve Türkiye’nin arası da yeniden düzelmeye başladı.
Ayrıca Rusya’nın tekrar bölgeye gelmesiyle Türkiye’nin ABD’yle işbirliği daha da arttı. Açıktır ki, bu durum Kürtler’in çıkarlarına uygun düşmüyor. Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığı sorunu daha da karmaşıklaştırıyor.
Ancak şimdi var olan bu geçeklik çerçevesinde bile Kürtler kazanabilir. Çünkü bu dönemde hem dünyada hem de Ortadoğu ve Yakındoğu’da siyaset çabuk değişim göstermektedir. Dün dost olanlar bugün birden bire düşman olabiliyorlar. Son zamanlarda Kürtlerin arasında yayılan sözde "taraf tutma" lar yanlış eğilimlerdir ve böyle bir tavır almak için çok erkendir. Kürtlerin pragmatik bir siyaset uygulayıp açık bir şekilde taraf tutması gerekmiyor.
Yapılacak olan şey, her iki tarafla da iyi ilişkiler geliştirmektir. Ne Rusya’nın ne de ABD’nin Kürtleri taraf tutmaya zorlaması söz konusu değildir. İki taraf da böyle bir zorlamanın kendi çıkarlarına uygun olmayacağının farkındalar. Böyle bir durumda Kürtleri tamamen kaybedeceklerini görmektedirler. Kürtler bu dengeyi iyi değerlendirmeli ve bu nedenle taraf tutmaktan kaçınmalıdırlar.
Her iki taraf da zaten en az Kürtler kadar Kürtlerin ne istediğini biliyorlar. Rusya’nın bölgeye gelmesi hakkında Mesud Barzani’nin "Biz İSİD’e karşı uluslararası koalisyonun içinde yer alıyoruz. Fakat Rusya’nın da İSİD’e karşı savaşmasından memnuniyet duyarız” demesi olumlu bir söylemdir. Mesud Barzani bu yeni durumda ne bir tarafı tutmak ne de bir tarafın karşısında olmak istiyor. Bu realist, yararcı ve ulusal bir siyasettir. Bu yeni durumda Kürtlere tarihi fırsatlar doğuyor.
Kürdistan sorununu çözmek için 3 alternatif
1-Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı 2-Güney ve Batı Kürdistan’ın bağımsızlığı (birbirine bağlanması) 3-Büyük birleşik (4 parça) Kürdistan’ın bağımsızlığı (Kuzey Kürdistan’ın bazı bölgeleri olmaksızın. Örneğin Antep, Sivas, Adıyaman vb.)
Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi kendini bu değişimlere hazırlamalıdır. Kürt Haraketi uluslararası siyaseti izlemek ve ulusal bir politika geliştirip uygulamak için bir koordinasyon ve danışma merkezi oluşturmalıdır. Özellikle ABD ve Rusya’nın politikaları çok yakından izlenmelidir.
Kürdistan sorunun çözümünde Güney Kürdistan, hem tek parçada hem de birleşik Kürdistan sorununun çözümünde motor rolü oynayabilir. Bunun uluslararası güçler tarafından makul görüldüğünün işaretleri vardır.
Bu son birkaç yılda Kürdistan’da gerçekleşen olaylar her ne kadar Kürdistan’a büyük tahribatlar vermiş olsa da çok olumlu bir sonuç da yaratmıştır: Kürtlerin bilinç altında Kürdistan’ı parçalayan düşmanlarla ayrılma fikri güçlenmiş ve bu düşmanlara hiçbir şekilde inanmamaları fikri yerleşmiştir. En küçük fırsatta onlardan kopma isteği pekişmiştir.
Her ne kadar Kürtlere düşmanlarını hoş göstermeye çalışanlar olsa da (Stockholm Sendromu) artık bunun hiç yararı yoktur. Kobane ve Şengal’deki katliamlardan sonra Siyasi İslam’ın maskesi de yere düşürüldü. Siyasi İslam’ın oynadığı Truva Atı rolü Kürtler için gözbağı olmaktan çıktı.
Bugün Kürtler için en büyük tehlike, dört parçada Kürtler adına oluşturulmuş olan örgütlerden geliyor. Bu örgütler "Halkların Kardeşliği, Demokratik Cumhuriyet" sloganlarıyla Kürtleri oyalamakta ve Kürtler için hiçbir statü istememektedirler. Bu sloganlar, Kürtlerin bilinçaltına asimilasyon ve entegrasyonu kabullenme teslimiyetini yerleştirmektedir.
Ortadoğu ve Yakındoğu’da bugün gerçekleşen olaylar, açıkça bölgenin tekrar parçalanacağı sinyallerini vermektedir. Ama bu parçalanma Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndaki gibi jeopolitik bir parçalanma olmayacak. Bu parçalanma ulusal ve mezhepsel ”ethnoconfessional” bölünme biçiminde olacak. Bölgenin bu temelde yeniden yapılandırılması halinde bu stratejinin en büyük favorisinin Kürdistan olduğu görülmektedir. Son 20 yılın ardından gelinen bu aşamada bölgede "mezhepler ve halklar arası" düşmanlık net bir şekilde baş göstermiş ve bunların bir arada sağlıklı bir şekilde yaşayamayacağı ortak bir görüş haline gelmiştir.
Rusya ve ABD görünürde bölgedeki ülkelerin formel birliğini resmi dille savunurken, gerçekte bölge ülkelerinin parçalanmasını ve paylaşılmasını öngören bir siyaset yürütmektedirler. Eğer bu büyük devletler bölgenin paylaşımını birlikte ve bu temel üzerinde inşa ediyorlarsa, Kürtler adına hareket ettiğini ileri sürüp aslında Kürtlerin devletleşmesini engellemeye çalışan örgütler, ileride çok rahat bir şekilde Rusya ve ABD ile de savaşabilirler.
ABD ya da Rusya, Kürdistan’ın bir parçasının ya da Büyük Kürdistan’ın kurulmasını isterse, bu güçlerle karşı karşıya gelebilir. Böyle bir durumda bu örgütler, ya savaşmadan kurulacak bir Kürt devletini kabul edecek ya da bu ülkeler ikinci bir yol izleyerek Kosova, Asetya ya da Abaza devletleri örneği ortadadır.
ABD ve Rusya gibi ülkeler stratejilerini küçük gruplar için değiştirmezler. Rusya bölgeye girerek AB ve bazı bölge ülkelerini, örneğin Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ı Suriye sorunundan uzaklaştırdı. Bir yandan ABD Türkiye ve Suudi Arabistan’ı Suriye sürecine sokmak isterken, öte yandan Rusya da AB’yi, Mısır, İran ve Ürdün gibi ülkeleri bu sürece sokmaya çalışmaktadır.
Bölgedeki gelişmeler böyle devam ederse, Kürtlerin bölgede ŞANGAY, BRISK, Avrasya Birliği Ülkeleri ve ODKB’ye üye ülkelerin de dahil olabiliceğini bilmesi gerekir. Eğer yarın Çin’in uçakları, Rusya’nın Suriye"deki Tartus üssüne inerse kimse şaşmasın. Sürpriz olmaz!
Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi, bu tarihi ve siyasi çalkantılı dönemde gözünü açmalı ve ulusal bir politika yaratmalıdır. Politika imkânlar sanatıdır. Politikada daimi dost ya da düşman yoktur, daimi çıkarlar vardır. Kürtler de pragmatik bir politika izlemeli ve kararlı bir biçimde kendi ulusal çıkarlarını savunmalıdır.
Kaynak:
-Евгений Примаков Конфиденциально. Ближний Восток на сцене и за кулисами. Россисйкая газета. 2006.
-Судоплатов П.А разведка и кремль. Издательство: Гея, 1996.
-Мосаки Н.З Курдистан и Курдский вопрос в политике запада и Россий (90-е годы ХХ века-начало ХХI века ).
-Никитин В. Курды. М., 1964
-Лазарев М.С. Курдский вопрос (1891–1917). М., 1972 -Жигалина О.И. Национальное движение курдов в Иране (1917–1947гг.), М., 1988 -Гасратян М.А. Курды Турции в новейшее время. Ереван, 1990
-Васильева Е.И. Юго-Восточный Курдистан в XVII – начале XIX в. М., 1991
-Мгои Ш.Х. Курдский национальный вопрос в Ираке в новейшее время. М., 1991
-Вадим Макаренко: Стоит ли России поддерживать США в их давлении на Иран?http://pda.iarex.ru/articles/5116/
-ЦГВИА, ф. 2000, д. 1002, л. 203. Донесение из штаба КВО от 3 января 1909 г.
Arşîva Tarîxê a dewletê ya navendî a artêşê rapora artêşa navça kafkasyayê. 3 januari 1909
- ЦГА ВМФ, ф. 418, оп. I, 1908 г., д. 10048, лл. 3-8. Краткие сводки донесений штаба КВО за июдь-август 1908 г
Arşîva Tarîxê a dewletê ya navendî a artêşê hêzên deryayî. rapora artêşa navça kafkasyayê. Temûz-tebax 1908.
- ЦГВИА, ф. 2000, д. 1002, л. 203. Донесение из штаба КВО от 3 января 1909 г. Arşîva Tarîxê a dewletê ya navendî a artêşê. rapora artêşa navça kafkasyayê. 3 januari 1909.
-АВПР, ф. "Политархив", 1907-1914 гг., д. 380, л. 68; ф Донесение Вице-консул в Ване Акимовича от 2 июля 1913 г.
Arşîva siyaseta Ûrisyeta Qeyserî a derve ‘arxîva sîyasî’ 1907-1914. Rapora konsulê Ûrisyeta Qeyserî li Wanê Akîmşvîç 2 Temûzê 1913.
-Ahmed Davutoğlu Stratejik Derinlik Türkiyenin uluslararası konumu. İstanbul. Küre yayinlari. 2001.
-Pehlivanoğlu,Öner,A.,Orta Doğu ve Türkiye,Kastaş Yayınevi,İstanbul,2004
- Erdal Şimşek Türkiyede İstihbaratçilik ve MİT.Kumsati Yayınları. İstanbul 2004
-Knut Ståhlberg Två kära ovänner Churchill och De Gauelle. Norsteds, Stockholm 2011.
-Bagda-Bob, menige Jessice Lynch och cirkus Saddam. Irakkriget iscensat i Svenska medier. Gert Z Nordsröm.Krisberedskaps Mundigheten 2003.
Not: Bu yazı Kürtçeden Cevrilmiştir.
ekremonen@hotmail.com
|
|
|
|
|
|
|