2024-10-07
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Kemal Burkay
 
Kürtler Türk okuluna, Aleviler camiye…
2012-08-09 23:28
Kemal Burkay
Şu günlerde bir yandan Suriye’deki gelişmeler, diğer yandan Hakkari yöresindeki çatışmalar gündemi Kürt sorununa kilitledi. Öte yandan, cem evlerinin statüsü nedeniyle, ülkemizdeki Alevi kitlesini ilgilendiren önemli tartışmalar da yaşandı.

Türkiye sınırları içindeki Alevi kitlesi nüfusun kaçta kaçını oluşturuyor? Bu konuda sağlıklı bir istatistik yok. Nüfusun %15’inin Alevi inancından olduğunu söyleyen var. Öyleyse bu 10 milyonun üzerinde bir nüfus demek. Alevi çevrelerinde ise daha yüksek oranda, 15-20 milyon dolayında bir Alevi nüfusun olduğu söyleniyor. Ama ister 10, ister 20 milyon olsun bu önemli bir kitledir ve Alevi inancı Osmanlı döneminde ağır baskılar gördüğü, Cumhuriyet döneminde de bu devam ettiği, hatta tümden yasaklandığı ve bu tutum son yıllara kadar sürdüğü için, Alevi sorunu da Kürt sorununun yanı sıra bu ülkenin önemli bir sorunu olarak süregeldi.

Dili-tarihi yasaklanan Kürtlere “siz Türksünüz” dendi ve eğitim için Türk okulları gösterildi. Alevilere ise “siz Müslümansınız” dendi ve ibadet için cami gösterildi.

12 Eylül döneminde bu politikanın adı “Türk-İslam sentezi” idi. Aslında bu politika Cumhuriyet’in başından, hatta Osmanlı’nın son döneminden, İttihat ve Terakki’den beri vardı ve bugün biraz yumuşamış olsa bile, hâlâ esas olarak sürüp gitmekte. Bu siyasetin hedefi bu ülkedeki herkesi Türk ve Müslüman yapmak. Üstelik sadece Müslüman değil, Sünni Müslüman yapmak… Yani Müslümanlığın diğer versiyonları da bu siyaset bakımından kabul edilemezdir.

Laik bir ülkede asla olmayacak, resmi bir devlet kurumu olarak düzenlenmiş Diyanet İşleri Teşkilatı, okullardaki zorunlu din dersleri hep bu amaca yönelik.

Bu siyasetin bugün bir parça yumuşamış olması şudur: Kürtler artık yok sayılmıyor, onlar adlarını “kart-kurt sesinden alan Türkler” ya da “Ergenekon’dan çıkıp gelmiş Oğuz Türkleri” olarak adlandırılmıyor. Artık “Kürt var” deniyor. Ayrıca Kürt sorunu zaman zaman var, zaman zaman yok sayılsa da yaygın biçimde tartışılıyor. Oysa eskiden olsa “Kürt var” diyen o anda mahkemeyi ve zindanı boylardı.

Ancak bu kadarcık “kabul” Kürt sorununu çözmeye yetmiyor. Çünkü Kürtler var deniyor, ama onlara temel hakları tanınmıyor. Sözde Kürt haklarını tanımaya yönelik bazı “reformlar” ise gıdım gıdım ilerliyor. Bir Kürtçe televizyon açıldı. Haftada iki saatlik Kürtçe ders için de hazırlık var. Ama salt Türkiye sınırları içinde 20-25 milyonluk bir kitle oluşturan kadim bir halk için bunlar devede kulak bile değil. Ülkeyi yönetenler eşitlik temelinde bir çözümü eskisi gibi “ülkenin parçalanması, Kürt devletinin kurulması” diye niteliyorlar. Bu konudaki korku ve kaygıları tüm şiddetiyle devam ediyor. Bu nedenle anadilde Kürtçe eğitim talebini, Kürtlerin kendi bölgelerini yönetme talebini, yani otonom veya federatif bir çözümü duymak bile istemiyorlar.

Tabi Kürdistan adını da duymak istemiyorlar. Bu konudaki sansür resmi dilde ve medyada tam bir dikkat ve ısrarla devam ediyor. Irak’ın kendi anayasasına göre adı “Kürdistan” olan ve resmi statüsü şimdi “Kürdistan Federe Bölgesi” olan Güney Kürdistan’ın adı “Kuzey Irak”, bazen de sadece “Barzani…” Güney Batı Kürdistan’ın, yani Suriye Kürt Bölgesi’nin adı “Kuzey Suriye.” Ki burası Suriye devletinin sınırları cetvelle çizildiğinde “hattın”, yani demiryolunun güneyinde kalan Kürdistan parçasıdır. Lozan’da Kürdistan bir kez daha bölünürken yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde kalan Kuzey Kürdistan’a, yani en büyük parçaya gelince, burası maazallah, zaten yok! Buranın adı “Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimiz…”

Bölgenin Türk olduğunu kanıtlamak için Cunta döneminde tüm köy adları da Türkçeleştirildi. Böylece Kürdistan Türkiye olup çıktı! Sözde bu adlar yeni ve şefkatli AK Parti hükümeti döneminde geri veriliyordu. Ama bir kımıldama yok. Biz de bu birbirinden hoş Türkçe adların hangisi hangi köye aittir, şaşırıp kaldık, komşu köyleri bile çıkaramaz olduk.

İşin Kötüsü (!) Van Gölü’nün, Süphan Dağı’nın, Agıri’nin, Tijle (Dicle) ile Ferat’ın adları öylece duruyor. Vatan kurtaran generallerin aklına bunları değiştirmek gelmemiş. Angora (Ankara) ile orijinali Konstantinopıl olan İstanbul’un ve yine orijinal adı Smirna olan İzmir’in de… Belki ilerde bu eksiği de tamamlarlar! Mesela Angora’nın adını “Atakent”, İstanbul’unkini “Boğazkent” yaparlar, İzmir’e “Batı Güzeli” derler… Ayrıca da buraları şu zamanda fethettik filan demezler, zaten buralar ezelden beri Türk’tü der, işin içinden çıkarlar...

Aleviler konusuna gelince, bu alanda da son yıllarda bir yumuşama oldu. Aleviler artık biz de varız diyebiliyorlar. Orda burda, Atatürk resimli ve ayyıldız bayraklı da olsa, Alevi dernekleri kuruldu, cem evleri açıldı. Ama rejim hâlâ cem evlerini Alevilerin inanç yeri saymıyor. Buraları kültürel bir merkez, cem ayinini ise bir folklor gösterisi sayıyor. Hükümet adamları Alevilerin Alevi olalı beri, yani yüzlerce, binlerce yıldır camiye gitmediklerini, inançlarında cami kurumu olmadığını bilmezden gelip “madem ki Müslümansınız işte cami!” diyorlar.

Bu olacak şey mi? Aleviler Müslüman mı değil mi, Alevilik Müslümanlık içinde Şia benzeri bir mezhep mi değil mi, ayrı bir konu. Bu tartışılabilir. Bugün, Hazreti Muhammedi peygamber, Hazreti Ali’yi ise halife olarak tanıdıkları için Aleviliği Müslümanlık içinde sayan var. Alevilerin de çoğu bu kanıda. Ancak Alevilerin “Müslümanlığın beş şartı” denen şartlarla bir ilgisi olmadığı da bir gerçek. Aleviler namaz kılmaz, camiye gitmez, otuz günlük Ramazan orucunu tutmaz, Mekke’ye hacca gitmezler. Zekat kurumu Alevilikte yoktur ve Kelime-i şahadet getirme de Alevilerde sık rastlanan bir olay değil…

Öyle olunca bu ne biçim Müslümanlık, diyebilirsiniz. Bu nedenle Alevi dedelerinin ve aydınlarının bir bölümü bugün daha açık biçimde Aleviliğin Müslümanlık kapsamı içinde düşünülemeyeceğini, ayrı bir din olduğunu söylüyorlar.

Ben kendi payıma işin bu yanını tartışmıyorum. Buna karar verecek olanlar Alevi inancına bağlı olan insanların kendileridir. Onlar, kendilerini ister Müslüman saysınlar ister saymasınlar, Aleviliğin Sünni ve Şii Müslüman kollarından, Hanefi ve Şafii mezheplerinden çok farklı olduğu ortada. Alevilerin dışındaki inanç mensuplarına, özellikle de bu ülkeyi yönetenlere, hükümet edenlere düşen buna saygılı olmak. Alevilere söylenecek söz, “madem Müslümansınız, buyurun camiye!” demek değildir.

Bunu yaptığınızda Alevilere de “Öyleyse biz Müslüman değiliz, bizimkisi ayrı bir din, buna saygı gösterin!” demekten başka yol kalmıyor.

Buna saygı gösterecek misiniz? Yoksa bugüne kadar yapılagelen uygulamayı sürdürerek bu ülkenin vatandaşı olan herkesi, Alevi, Hıristiyan, Yahudi ve Yezidiler dahil, sayısını bilemediğimiz ve herhalde az olmayan ateistler de dahil, zorla Sünni Müslüman mı yapacaksınız? Olmak istemeyenleri ezecek, ürkütecek ve bazen kırıp, sürüp yok mu edeceksiniz?

Tüm olup bitenlere, darbelere, zulümlere ve sözde bundan alınan derslere rağmen, bugün hâlâ amaç tek tip insan, tek renk bir toplum mu yaratmaktır? Dili, dini, milliyeti, ideolojisi tek tip toplum?..

Demokratik bir ülkenin özelliği çoğulculuktur. Herkesi dili, inancı ve başka özellikleriyle olduğu gibi kabul etmek, onun hak ve özgürlüklerine saygı göstermek, farklı olanla birlikte barış içinde bir arada yaşamak.

Demokrat kişi olmanın da özelliği böyle bir anlayıştır. Başkasının farklı özelliklerine saygı göstermek. Onları kendimiz gibi olmaya zorlamamak.

Bu anlayış ve bu tür bir uygulama demokratlığın turnusol kağıdıdır.

Türkiye’deki uygulamaya bakınca bu konuda iyimser olmak ne yazık ki oldukça zor. Ama bu tür politika ve uygulamalarla Türkiye demokrasiye ve barışa ulaşır mı? İşte bu da zor.

Son sözüm de şu anda bu ülkeyi yönetmekte olan AK Partili dostlara: Sayın Başbakan, sayın Ak Parti yöneticileri! Giydiğiniz elbiseler, kravatlarınız, gömlekleriniz, çoraplarınız tek renk mi? Bu ülkenin ağaçları, hayvanları, otu çiçeği, tek renk mi? Tek renk olsun ister misiniz? Öyleyse neden vatandaşları inanç bakımından tek renk yapmaya çalışıyorsunuz?

Dünyada 1,5 milyar Müslüman olduğu söyleniyor. Camiye gidenler 10 veya 20 milyon eksik olsa da herhalde kıyamet kopmaz. Bizden ve cennete gidip gidemeyeceğimizden yana gönlünüz rahat olsun, o işi bize bırakın, e mi!

Siz, bu ülkenin yöneticileri, elinizden geliyorsa, burayı cennet yapmaya, yaşanılır kılmaya bakın.

8 Ağustos 2012








Print