2024-03-28
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Ahmet Altan
 
Uçak ve savaş
2012-08-14 00:12
Ahmet Altan
Geldiğimiz nokta şu, büyük gazetelerden biri “yayınlayacağım, ortalığı sarsacağım” diye bir gün öncesinden duyurduğu haberi hükümetten baskı gelince yayınlamaktan vazgeçiyor.

Yeryüzündeki hiçbir gazete kolay kolay kendini bu duruma düşürmez, böyle bir şeyin olabilmesi için çok büyük bir baskının yapılması gerekir.

Ya da artık oraları bile geçtik, öyle büyük baskıya falan gerek kalmıyor, “yayınlamayın” diyorlar, gazete de yayınlamıyor.

Yazarların yazılarını da sansür ediyorlar.

Sadece iktidarın ve Başbakan’ın övülmesini istiyorlar, en küçük bir eleştiriye bile tahammülleri yok.

Ama Türkiye’de olaylar çığırından çıkıyor.

Köşe yazarlarının Başbakan’ı övmesi işleri düzeltmeye yetmiyor.

Zaten, bugün Başbakan’ın kendisine “gerçek” soru soracak ve sorusunun cevabını ısrarla isteyecek sahici hiçbir gazetecinin karşısına çıkamaması da durumun vahametini gösteriyor.

İktidarın açıklayamayacağı o kadar çok fiyaskosu birikti ki Başbakan’ın sahici gazetecilerden ödü patlıyor.

Hem televizyona çıkmak istiyor, hem de hiç bir ciddi soru sorulmasın, çarpıtılan gerçekler yüzüne vurulmasın istiyor.

Şu Suriye’de düşürülen uçak konusunu alın mesela.

Birbiriyle çelişen birçok açıklama yaptılar, ilk yaptıkları açıklamalardan döndüler, lafları evirip çevirdiler ama o uçağa gerçekten ne olduğunu, bu kadar kritik bir dönemde niye Suriye hava sahasında uçtuğunu, o uçağın orada uçması için kimin emir verdiğini, hükümetin bir savaş uçağının Suriye hava sahasında dolaşmasından haberi olup olmadığını asla açıklamadılar.

Ciddi yabancı kaynaklar o uçağın Suriye hava sahasında düşürüldüğünü söylüyor.

Ellerinde belgeler ve kayıtlar olduğu da anlaşılıyor.

Neden hükümet, müttefiklerinden, NATO’dan, Amerika’dan, İngiltere’den, “bizde kayıtlar var” diyen Rusya’dan bu belgeleri istemiyor?

Başbakan ve Dışişleri Bakanı, neye ve kime güvenerek televizyonlara çıkıp “uçağımızı Suriye uluslararası sularda vurdu” açıklamalarını yaptı?

Askerler, hükümeti kandırdı mı?

Hükümet, askerî konularda denetimi tümden kayıp mı etti?

Peki, ya Şemdinli?

Şemdinli’de ne oluyor?

Hiç kimse bilmiyor, Başbakan “115 PKK’lı öldürdük” diyor.

Orada toplam kaç PKK’lı var?

Başbakan 115 PKK’lıyı öldürmekle “övünürken” saldırılar nasıl hâlâ devam ediyor?

O PKK’lılar, o ağır silahlar nasıl kimsenin haberi olmadan bölgeye sızdı?

Yüz binlerce askeri ve korucusu, uçakları, Heronları olan bir orduya karşı PKK yirmi gündür bir“cephe savaşını” nasıl sürdürüyor?

Tabii, asıl temel soru şu:

Hükümet, “115 vatandaşını” öldürmek zorunda kalacağı bir savaşın “sosyal zeminini” ortadan kaldırmak için ne yapıyor?

Irak’ta, Suriye’de Kürtler kendilerine “özerk bölgeler” elde ederken Türkiye’de Kürtlerin “anadilde eğitime bile sahip olmadan” yaşamaya devam edeceğine gerçekten inanıyor mu hükümet?

Tamam, PKK yönetimi barışa yanaşmıyor.

PKK’nın savaşı sürdürebileceği “sosyal şartları” ortadan kaldırdı mı hükümet, Kürtler çocuklarını istedikleri gibi eğitebiliyorlar mı, “kendi devletlerinin” resmî dairelerinde anadillerinde konuşma hakkına sahipler mi, “ne mutlu Türk’üm diyene” anlayışı değişti mi, Türk olmayanın“mutsuzluğu” bitti mi, Kürtler kendilerini bu ülkede güvende hissediyor mu?

Hükümet, kendi vatandaşlarının huzuru ve güvenliği için gerekenleri yapmazsa, “savaşa” da “barışa”da PKK karar verir.

PKK, bir anda bütün ülkede bir savaş havası yaratmayı başarabiliyor.

Ünlü Fransız devrimcisi Saint-Just’ün bir lafını çok sık hatırlıyorum bugünlerde, “devrim silahların değil yasaların patlamasıdır”.

Sen yasalarını genişlet, bütün herkesi kapsayacak hâle getir, koşullar o yasaları “patlatamasın”, o zaman bak bakalım böyle günlerce süren “cephe savaşları” oluyor mu?

Açılım dönemlerinde PKK gene gidip karakollara, askerlere saldırıyordu, o zamanlarda PKK’lıların bir bölümü bile eleştiriyordu o saldırıları, toplumdaki “ümit” PKK’nın yaratmak istediği “ümitsizlik”havasını boğuyordu.

“Barış” isteyen bir hükümet karşısında PKK “savaşa” destek bulmakta çok zorlanıyordu.

Bugün “savaş” diye bağıran bir iktidar karşısında, PKK “daha da fazla savaş” diyerek olayların belirleyicisi hâline gelebiliyor.
“Silahla yazıyı” eşdeğer gören bir İçişleri bakanının olduğu ülkede silahlar susmaz.

Uludere’de devletin öldürdüğü insanlar için “dolap beygirleri” dersen, Uludere’de ne olduğunu açıklamazsan, Uludere için özür dilemezsen, Kürtler PKK istedi diye gidip “halk savaşına” katılmaz ama PKK’nın saldırılarını da “açılım” günlerinde olduğu gibi eleştirmez.

Türkiye’nin kaderine, Türkiye’deki Kürt ve Türk vatandaşların oy verip seçtiği Türkiye hükümeti karar verir, kaderi belirleme gücünü ve rolünü PKK’ya kaptırıyorsa, kolaya sapıp PKK’ya sövmek yerine,“ben bu gücümü nasıl kaptırdım” diye sorup, aklı başında bir cevap bulması gerekir bence.

------------------------------------------

Taraf-10 Temmuz
Print