2024-10-14
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Kemal Burkay
 
Bahar havası, umut ve kaos
2012-09-16 22:49
Kemal Burkay
2011 yılının baharında seçimler öncesi ülkede iyimser bir ortam vardı. Silahların tümden susabileceği, başta Kürt sorunu olmak üzere ülkenin yüz yüze olduğu sorunların barış ortamında diyalog yoluyla çözüm bulabileceği umudunu veren.

Ama her zaman olduğu gibi kaygılı bir iyimserlik…

Çünkü bu ülkede baharın her an kışa dönebileceğini deneyimlerimizle biliyoruz. Öyle de oldu. Haziran seçimlerinin üzerinden çok geçmeden bir yerlerden düğmeye basıldığı belli biçimde, Parlamento’yu boykot ve silahlı eylemler birbirini izledi. Diyalog koptu, hızla kanlı bir çatışma ortamına yöneldik.

Son günlerde ise ülkede yaşananlar, biri bitmeden öteki başlayan korkulu, acılı sahnelerin birbirini izlediği, iç içe geçtiği akıl almaz bir aksiyon filmini andırıyor.

Sınır boylarında PKK’nın saldırılarından kaynaklanan giderek artan asker ve gerilla ölümleri…

Yol kesilip kaçırılan insanlar, yakılan iş makinaları, taşıtlar…

Foça’da, Antep’te patlayan, sivil masum insanların, çocukların ölümüne yola açan, kamuoyunu ayağa kaldıran bombalar…

Afyon’daki patlamanın bir anda yok ettiği 25 genç hayat…

Ege kıyılarında kısa yoldan yüklerini tutmak isteyen vurguncuların küçük ve çürük bir teknede suya gömdüğü 61 mülteci; 30’u çocuk, 19’u kadın…

Trafik kazalarında, savaş kayıplarını da aşan toplu kıyımlar… Yanlış sollama, viraj alamama, aşırı hız vb…

Her gün ırzına geçilen, öldürülen 3-5 kadın…

Her gün iş kazalarında yiten 3-5 can…

Yaz boyu süregelen orman yangınları…

Üstüne bir de Suriye’deki iç savaşın sınırın bu yanına yansıyan kıvılcımları ve büyük mülteci akını…

Özetle, geçen yılın başlarında bir bahar havası ve umut vardı. Ama kısa sürdü bu ve şimdi, 1,5 yıl sonra ülke tam bir kaosu yaşıyor.

Elbet olup bitenlerin bir bölümü, trafik ve iş kazaları, kadın cinayetleri, umuda yolculuk edenlerin trajedileri her zaman vardı. Ama yeniden ısınan çatışma ortamıyla birlikte, sorunlar daha da ağırlaşmakta. Toplumun sinirleri boşalmış gibi.

Elbet kişisel hayat da toplumsal hayat da sorunsuz olmaz. Hayat, doğumdan ölüme, bir bakıma uç veren, birbirini izleyen sorunlar ve onlara çözüm bulma zinciridir. Bunu yapabildiğimiz oranda hayat çekilir ve yaşanır olur.

Ama bunu ne kadar başarıyoruz?

Sorun çözmek, her şeyden önce bilgi ve beceriyle olur. Sorunları doğru tanımlamak ve doğru tedavi…

Sorunlar karşısında başını devekuşu gibi kuma gömen, gerçeği görmek, bilmek istemeyen biri onu nasıl çözebilir?

Örneğin Kürt sorunu… Rejim, başından beri Kürtleri yok saydı ve haklarını tanımadı. Kürt gerçeği inkâr edilmese, Kürtlerin hakları tanınsa böyle bir sorun, tüm bu kavga gürültü yaşanır mıydı?

Ya Alevi sorunu? Aleviler yok sayılmasa, inançlarına saygı gösterilse bu ülkede bir Alevi sorunu olur muydu?

Bugün bile çözüm aslında zor değil, aksine oldukça basit. Yapılacak iş eşitlikçi bir tutumdur. Kürtlerin hakları tanınmalı, Alevilerin inancına saygı gösterilmeli.

Ama sistem, Kürtlerin kendi anadillerinde eğitim hakkına bile hâlâ saygı göstermiyor. Bir Sünnileştirme uygulaması olan zorunlu din dersini bile kaldırmaya yanaşmıyor.

Ya Hıristiyan azınlıklara yapılan baskılar? Devlet Hıristiyanlara baskıyı sonlandıramaz mı, onlara yönelik cinayetleri engelleyemez mi?

Besbelli bu ülkede bir “Türk-İslam sentezi” ezberi var ve sistem insanları tek kalıba dökmeye, tek biçimli, tek renkli bir toplum yaratmaya çalışıyor. Yıllarca beyinler buna koşullanmış. “Vatanın ve milletin” iyiliği için böylesi bir politika gerekli sayılmış. Bu koşullanma şimdi sorunların çözümünün önünde bir ayak bağı, bir pranga.

Yaşadığımız sorunların önemli bir nedeni budur. Bu çağdışı, aptalca paradigmayı, resmi ideolojiyi bir kenara bırakıp ülkenin çok renkli yapısına uygun demokratik, adil bir uygulamaya geçelim, eşitliği lafta değil gerçekte hayata geçirelim, ülke rahatlar. Kaosu aşarız. Gerçek ve kalıcı bir bahara ulaşırız.

Böylesi bir baharda da elbet sorunlarımız olacak; ama onları çözmek daha kolay olacak. Enerjimizi artık birbirimizi boğazlamaya, yakıp yıkmaya değil, yapmaya yönelteceğiz. Ayağımızda prangalar olmadan yürüyeceğiz.

16 Ağustos 2012



Print