2024-03-19
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Kemal Burkay
 
Açlık grevi ve ölüm orucu üzerine
2012-10-24 19:04
Kemal Burkay

Cezaevindeki PKK-KCK davalarından tutuklu veya hükümlü 500 dolayında kişi epeydir açlık grevinde. Uzayan açlık grevi artık bir ölüm orucuna dönüştü. Bu insanların sağlıkları ve hayatları tehlikede.

Bu tür açlık grevleri iki yanıyla ele alınmalı. Bir yanı insanları böylesi riskli, ağır bir eyleme sürükleyen nedenler, diğeri koşulların böyle bir eyleme uygun düşüp düşmediği.

Ben öteden beri açlık grevlerine olur olmaz başvurulmasına karşıyım. Hele bunların ölüm orucuna çevrilmesine, sonuçta insanların hayatlarını yitirmelerine, ölmeseler bile, ruhsal ve fiziksel sakatlanmasına yol açacağı için, karşıyım.

Açlık grevleri elbet şu veya bu türden bir haksızlığa karşı bir protesto biçimidir. Sesini kamuoyuna duyurmak ve söz konusu haksızlığı gidermek için, kamuoyunu harekete geçirip karşı tarafı zorlamak için. Ama bunun için kanımca şu koşullar uygun düşmeli:

1- Dile getirilen talepler kamuoyunu etkileme açısından meşru veya akla yakın türden olmalı.

2-Bu eyleme başvuranların sesini duyurmaya uygun bir ortam olmalı.

Eylemin sonuç vermesi bu koşulların bir arada bulunmasına bağlıdır. Ve eğer koşullar uygunsa, ona başvuranların hayatını ve sağlığını riske sokmayacak, yani çok uzun olmayacak sürelerle ona başvurulabilir.

Yani açlık grevleri ha deyince başvurulacak türden eylemler değildir. Ayrıca onları gereğinden çok uzatmak, ille sonuç alma adına işi insan hayatı üzerinden bir inatlaşmaya vardırmak yanlıştır. Eylem kamuoyunda ses yapabilir, belli bir oranda destek de sağlanabilir, ama buna rağmen sonuç alınmayabilir.

Son olayda bu açıdan durum nedir? Öncelikle taleplere bakalım: Öcalan’ın tecrit koşullarının kaldırılması, anadilde savunma hakkı ve anadilde eğitim…

Her üç talep de meşrudur elbet. Bu taleplerden ikisi anadilin kullanılması ile ilgili. Mahkemelerde Kürtçe savunma istemiyle ilgili sorun, KCK davasında sanıkların bunu istemesi, mahkemenin de kabul etmemesiyle başlamıştı. Kürtlerin savunmalarını kendi anadillerinde yapmalarının yanı sıra, anadilde eğitim hakkı, ekmek ve su kadar helal bir haktır. Şimdiye kadar tanınmamış olması hiçbir şekilde savunulamayacak haksız bir uygulamadır, temel insan hak ve özgürlüklerinden birini çiğnemektir. Ancak bu talebi dile getirmenin, uzun süreli açlık grevinin ötesinde başka yolu ya da yolları yok mudur? Bu yüzlerce siyasi tutuklunun hayatını riske sokarak, onları ölüme sürükleyerek mi sağlanabilir?

İşte bu bakımdan eylem isabetsizdir, seçilen yöntem yanlıştır. Kürt halkının anadilini her alanda özgürce kullanmak, bu kapsamda anadilde eğitim hakkına ulaşmak için yürüteceği mücadelenin onlarca yolu yöntemi vardır. En başta da bunu kitlelerin bir talebi haline getirmek, Kürtlerin parlamentodaki temsilcileri eliyle taleplerini ileri sürmek, kitlesel yürüyüş ve mitinglerle duyurmak vb… Açlık grevlerine de elbet, bunun yanı sıra, süreleri sınırlı olma koşuluyla başvurulabilir. Başka bir deyişle, rejimin sahip ve sorumlularına böyle bir talebi kabul ettirmek, çok daha kitlesel, yoğun, kararlı eylemlerle ve zamanla mümkündür. Bu talebin karşılanması aynı zamanda Kürt sorununun çözümüne bağlıdır ve bu doğrultuda köklü, radikal adımlar atılmasını gerektirir.

Ancak, görüldüğü üzere yapılan bu değil. Adeta sonuç alınamayacağı biline biline insanlar kendi hayatlarını riske atıyorlar veya başkaları onları, ajite ederek böylesine bir “feda” eylemine yöneltiyor.

Öcalan’ın tecritinin kaldırılmasını istemek, ya da cezaevi koşullarını iyileştirmek de, elbet haklı bir taleptir. Bunun için taraftarlarının kısa süreli açlık grevine gitmeleri anlaşılır bir şeydir. Ama bunu ölüm orucuna çevirmek, hiç de anlaşılır gibi değil. Öcalan önemli de bütün bu insanlar önemsiz mi? Onların hayatının hiç mi değeri yok? Görüldüğü üzere bu konuda da yöntem hiç de amaca uygun değil.

Peki, bu talepleri, bir başka deyişle sesini kamuoyuna duyurmak ve onu harekete geçirmek için uygun bir ortam var mı? Onun da olmadığı ortada. 40 gündür süren ve yüzlerce tutuklunun katıldığı bu açlık grevine rağmen, işin, bu insanların sağlığı ve hayatı bakımından riskli, tehlikeli bir aşamaya vardığı son birkaç güne kadar yazılı ve görsel medyada hiçbir yankısı yok. Toplumun ezici çoğunluğunun açlık grevinden, ölüm orucundan adeta haberi bile yok.

Bu durumda kamuoyu etkilenip harekete geçer mi? Böyle olmasının, yani medyadaki ve siyasi çevrelerdeki bu suskunluğun elbet nedenleri var. Türk kamuoyu, medyası ve siyasi çevreleriyle henüz böyle bir talebi karşılamak için olgunlaşmış ve harekete hazır değil. O bir yana, Kürt kamuoyu da bu alanda henüz yeterince hazır ve hareketli değil.

Öcalan’ın tecrit durumunun kaldırılması elbet, eğer istense çok daha kolaylıkla karşılanabilir bir talep. Nitekim daha önce tecrit yoktu, bazı talepleri karşılandı, yanına, çoğu PKK’lı olmak üzere, başka siyasi hükümlüler gönderildi. Şimdi böylesine bir tecrit durumuna düştüyse bunun da karşı taraf bakımından bazı nedenleri var. Diyalog sürerken, hatta bu diyalog sonucu, bizzat Öcalan’ın deyişiyle, “devletle artık anlaşmış ve Kürt tarihinin en büyük anlaşmasını(!) yapmış”ken, “savaşa artık gerek yok”ken, 11 Haziran seçimlerinin ve bu sözlerin ardından BDP Parlamento’yu boykot etti, PKK ise silahlı eylemler başlattı. Bunun sonucu hükümet de tutumunu sertleştirince (bu sertliğin bir yansıması da Öcalan’a uygulanan tecrittir) bugünkü kanlı kaos ortamı doğdu.

Bu ortamın söz konusu taleplerin gerçekleşmesine uygun olduğu söylenebilir mi? Yani her gün ülkenin dört bir yerine asker, polis, korucu ve gerilla cenazeleri taşınırken, psikolojik ortam bu talepler için uygun mudur?..

Böylesi bir ortamda bir yandan Anayasa komisyonu başkanı, “anayasacı” Prof. Bay Kuzu, “anadilde eğitim şeytana uymaktır”, öte yandan ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, “bir ülkenin bir tek resmi dili olur, bu ülkenin de Türkçedir” derlerken, anadilde eğitim talebinin kısa sürede, böylesi bir eylem sonucu karşılanmasını beklemek gerçekçi değil.

Öcalan’ın tecrit durumunun giderilmesi elbet bu çapta bir sorun değil. Bu da eğer hükümet onunla avukatlarının görüşmesini gerekli ve yararlı görürse olabilir. Diğer bir deyişle, tecritin son bulması açlık grevine veya ölüm orucuna değil, başka etkenlere bağlı. Son açıklamaların bazısına bakılırsa böyle bir ihtimal var ve önümüzdeki günlerde böylesi bir gelişme beklenebilir.

Sonuç olarak, ortam böylesi bir açlık greviyle bu taleplerin hayata geçirilmesine, yani sonuç alınmasına uygun değil. Bu nedenle böylesi bir eylem, bunca insanın hayatı ile oynamaktan öte bir sonuç vermez. Geçmişte cezaevlerindeki bu tür ölüm oruçları pek çok insanın hayatı üzerinde yıkıcı sonuçlara yol açtılar. Dileğim o ki bu kez eylem o türden acı sonuçlara yol açmadan bir an önce son bulsun.

24 Ekim 2012
Print