2024-03-28
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Yılmaz Çamlıbel
 
Bakış Açısı ve Algılama Üzerine
2012-10-30 11:47
Yılmaz Çamlıbel
Her hangi bir davranışa, olaya ve nesneye bakan insanlar, sahip oldukları ırk, sınıf, cins, dil, kültür, din mezhep ve içinde bulundukları maddi ortam nedeniyle farklı yorumlarda bulunurlar. Yani insanlar, gördükleri her şeyi, birbirinden farklı şekilde algılarlar. Bu nedenle kişisel ve toplumsal olaylara farklı açılardan bakmasını beceremeyen kişiler, olay ve nesneleri gerçekçi bir biçimde değerlendirmezler. Onlarla ilgili uygulanabilir projeler yapamazlar.

Örneğin, hayata kapitalistlerin gözüyle bakarsak „Patronlar işyeri açmasalar, işçiler açlığından ölür“ deriz. Hayata emekçilerin gözüyle bakarsak bu sefer „İşçiler çalışmasa, patronlar açlığından ölür.“ deriz.

Örneğin tarihi ve toplumsal bilgisi olmayan bir Eskimo veya Aborjini Türkiye’ye getirsek, Cuma namazını kılan müslümanlarla, ulusal bayramlarda Anıtkabiri ziyarete giden Atatürkçüleri izletsek, bu kişiler büyük bir ihtimalle cuma namazını kılanları, toplu spor yapan insanlar biçiminde algılarlar. Anitkabir ziyaretine giden smokinli, cüppeli kafileyi de, dini ayine giden muminler biçiminde algılarlar.

Şimdi de Türk ve Kürt çocuklarının, panzer, top ve tankları nasıl algıladıklarına ve nasıl bir tepki verdiklerine bakalım. Türk çocukları bu savaş aygıtlarını 23 Nisan, 19 Mayıs ve Cumhuriyet bayramlarında görüyorlar. Bayram havasın içinde gördükleri bu savaş makineleri türübünlerin önünden geçerken, onlara öpücük gönderiyorlar, el sallıyorlar.

Kürt çocukları ise bu aletleri savaş havası içinde görüyorlar. Bunların sıktığı biber gazlarıyla, savurdukları toplarla yıkılan evlerini, ölen arkadaşlarını, feryat-figan eden anne, abla, hala ve teyzelerini seyrediyorlar. Kürt çocukları da bu nedenle Türk çocuklarının aksine onlara taş atıyorlar.

Türk devlet yöneticileri, PKK’li savaşçılarını aşağılamak için onlara „Terörist“ diyorlar. Kürt çocuklarına „Büyüyünce ne olmak istiyorsun?“ diye sorduğunuzda önemli bir bölümü „Terörist olmak istiyorum“ diye yanıt veriyorlar. Çünkü onlara göre terörist olmak, hak hukuk, özgürlük istemektir, yurdunu ve milletini sevmektir, onun kurtuluşu için mücadele etmektir.

Şimdi, konuyla ilgili dikkat çekici bir fıkra yazmak istiyorum. İkinci Dünya Savaşında hayatını kaybeden Japon ve Amerikalı askerlerin gömüldüğü bir bir mezarlıkta, iki ziyaretçi savaşta yaşamını yitiren arkadaşlarının mezarı başında dua ediyorlar. Amerikalı ziyaretçi duadan sonra, arkadaşının mezarının üstüne, bir demet çiçek koyuyor. Japon da arkadaşının mezarına, bir avuç pirinç koyuyor. Amerikalı alayla Japona soruyor „Senin arkadaşın ne zaman uyanıp pirinç pilavını yiyecek?“ Japon da şöyle cevap veriyor „Seninki uyanıp gülü kokladığında, benimki de uyanıp pilavını yiyecek.“

Şimdi de rahmetlik annemin bakış açısıyla ilgili bir anımı sizlere aktarmak istiyorum.

Tahminen 50 yıl öncedi. Yatağımda Hegel, Engels ve Marksın resimlerinin bulunduğu bir felsefe kitabını okuyordum. Arkamda bir ses kulağıma geldi. Doğrulup arkama baktım. Annem baş ucumda durmuş, okuduğum sayfada yer alan bu üç felsefecinin resimlerine bakıyordu.

Ona sevgiyle gülümsedim. Annem bana dedi ki „ Lawê min, ev şêxên kuderê ne?“ (Oğlum, bunlar nerenin şeyhleridir?) Bunların dinsiz, imansız, Allahsız felsefeciler olduğunu söyleyerek onu şaşırtmak ve üzmek istemedim. Ona „Anne, bunlar Almanya’nın şeyhleridir“ dedim.

Bu cevabım üzerine ne yaptı biliyor musunuz? Okuduğum kitabı elimden aldı. Her üç resmi, büyük bir huşuyla öperek başına koydu. Daha sonra da „Wey ez qurbana wan binbaraka bim. Lawo! Hele binêre, ji rûyên wana nur dibare.“ (Vay ben sizlere kurban olayım. Evladım hele bak, mubareklerin yüzünden nur akıyor) dedi. Annemin bakış açısına ve algısına göre, saçı sakalı bir birine karışmış insanlar, dinsiz ve Allahsız kimseler olamazlardı. Olsa olsa, şeyh, dede, evliya veya embiya olabilirdi.

Ruhsal ve zihinsel olarak kaos içinde debelenen insanlarda, tutarlı ve kalıcı bir bakış açısı şekillenmez. Onların kıblesi yoktur. Esen rüzgara göre yön değiştiren deniz içine yerleştirilmiş serseri mayınlara benzerler. Ne zaman ve nerde patlayacakları belli olmaz. Türk yöneticilerinin Kürt sorununa bakış açısı, buna tipik bir örnektir.

Türk yöneticileriyle, onların söylediklerini aynen tekrar eden Türkler, eskiden „Kürt diye bir halk, Kürtçe diye bir dil yoktur“ diyorlardı. Kürtler, bu aptal söyleme yıllar boyu karşı çıktılar. Bunun doğru olmadığını onlara kabul ettirdiler.

Bunun üzerine „Kürt var, ama her şeyleri de var. Mebus, bakan, hatta cumhurbaşkanı bile oluyorlar.“ demeye başladılar.

Yıllarca yapılan bu demegojiyle mücadele ettik. Şimdi “Kürt var, bir eksiklik, noksanlık varsa eğer, onları düzeltiriz“ demeye başladılar.

Daha sonra da, „ Biz Kürt kardeşlerimizi teröristlerin baskısından kurtaracağız“ demeye başladılar.

Son olarak da „Halka şevkatle yaklaşıp yanımıza alacağız, teröristleri ezeceğiz ve Kürt sorunu çözeceğiz“ diyorlar.

Buraya gelmek için, aradan tam 90 yıl geçti. Bu süre içinde bize kelimenin tam anlamıyla kan kusturdular. İşte bizleri böylesine ilkesiz, kıblesiz, tutarsız, kalın kafalı insanlar yönetiyorlar. Bu çağdışı kalmış insanlar, aradan geçen bir asra rağmen, hala Kürt sorunuyla ilgili bakış açılarını değiştirme becerisini gösteremiyorlar.

Bu hazin tablo karşısında, “İnsanlar, laik oldukları şekilde yönetilirler.” Atasözü doğruysa eğer, Kürtlerin kendilerini nasıl tarif etmesi gerekiyor acaba?


Print