2024-03-28
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Umur Talu
 
Balkondan düşüş!
2012-10-31 21:55
Umur Talu
Kişinin oyları yükselebilir.

O oylarla daha da yükselebilir.

Yükseldiği yerden de yükselebilir.

Lakin, hem laf anlamında sözleri, hem vaat manasında sözleri balkondan düşebilir.

Yani, kişi piramidin en tepesine çıkmışken de, en umut verici sözleri yere kapaklanabilir.

Ne oldu şimdi?

Memleketin yarısı kadarı “terörist, anarşist, zındık, Zerdüşt” vesaire!

Tribünde yuh demek ayıp olabilir de, terörist oluyor burada.

Yürüyenlerin içinde türlü niyet olabilir de; anarşist oluyor burada.

Yazanların eleştirisi olabilir; velev ki yanlışı, hatta önyargısı da olabilir de; kovulası, dövülesi oluyor burada.

Gençlerin, ses çıkaranların, yazının, çizinin, pankart açanların, puşi takanların alayı copluk, gazlık, hapislik oluyor burada.

Anlaşılan, kelimeleri yere çakılırken, balkon aşırı yükseldi; mini minnacık görüyor ötekileri.

Ama kimse böcek değil; kimse kızdın mı ezilecek, büzülecek değil.

Nasıl sizi öteki, aşağı görenlere öfkelenmişseniz hep…

Siz de kimseyi öteki, aşağı göremezsiniz.

Şahsiyet, haysiyet, öfke sadece size mahsus değil!

***

Bir de…

(Tamam, anladık, bir Çankaya mücadelesidir de…)

Ne demek iki başlı yönetim olmaz; burası öyle böyle demokratik hukuk devleti; güçler ayrımı mayrımı mevcut kağıt üstünde.

Tek başlı yönetim de olmaz; dik başlı yönetim de!

Bırakın yöneteni; yönetiliyoruz diye, hepimizin başını eğecek hali yok.

Halk için halk tarafından yönetimi diyorsanız ders mers kitabında; çok sesli, çok kültürlü, çok başlı bir halk da var burada!

(Tabii bu arada memleketin En Beyaz kısmı da; teniste, baskette, cumhuriyette ötekini hala öteki saymaya devam ederken, bir yandan da, öteki olmayı, manevi ya da fiziki şiddete maruz kalmayı öğreniyor; devlet şiddetinin, otoritenin, baskının ne olduğu üstüne, abartıp devrim demeyelim de, çok gecikmiş çakma bir burjuva ihtilali yaşıyor!)

Psikolojik sorunları vardı!

Savaşlar, iç savaşlar bazen “tarihin o anında kaçınılmaz” olabilir…

Ama sel gidip kum kalınca…

Savaş, farklı devletlere mensup yoksulların birbirini katletmesidir.

İç savaş da sadece yoksulların birbirini katletmesidir!

***

Polis memuru İbrahim Ergin, kulübede nöbet tutarken roketatarlı saldırıda “şehit” oldu.

Görevi, Şırnak’ta belki ölmek, belki öldürmekti.

Ankara’da, İstanbul’da belki gaz atmak olacaktı.

Belki de o da Diyarbakırlı, belki artık “etkisiz hale getirilmiş terörist”in hemşerisiydi.

Geride kalan iki aylık hamile eşi Merve de öyle.

İbrahim, varlıklı aileden olsa, var olurdu; “şehit” polis olmazdı.

Esasen, belki babası da öğretmen diye, okudu, önce öğretmen oldu.

Ama öğretmen olamadı.

Bakan’ın “Yenicami’de güvercin”e de benzetebildiği, atanmayan, “ucuz milli eğitim emeği” olsun diye, sözleşmeli köle olarak, ancak yarım sayfa hayat vaat edilenlerden oldu.

Memleketi Diyarbakır’da bir öğretim mevsiminde, “mevsimlik okul ırgatı” yapıldı.

Sözleşmeli eğitim kölesi veya işsiz kalmak yerine; kadrolu güvenlik kulu oldu.

Eline defter kalem vermeyi reddeden devlet; eline silahı tutuşturdu.

Mesai saati anormal; amirlerin manevi şiddeti normal; beden yorgun, ruh fırtınalı; ölüm kıyısında, öldürmeye hazır.

Şahin olması istenen, bir kulübe önünde yatan güvercin!

Şahsında…

Eğitimi yerine nesil nesil silah, kan devreden bir tarihin kanlı bedeni de yatıyor oracıkta.

Birbirini vuran yoksullar; birbirini yağmalayan şiddet; birbirinin açlığına kurşun sıkanlar.

Birbirinden nefrete adanmış yarım hayatlar; çeyrek ömürler; ruhu paramparça olmuşlar.

***

O yüzden…

“Şehit” diye kutsayan devlet (ve millet) için; misal, askeriyede piyade tüfeğini ağzına dayamış evlatları (21 Ekim, Şanlıurfa, Emrah Yalçın) , bileğini kesip kendini denize atmış kınalı kuzuları ( 26 Ekim, Tekirdağ, Cezmi Özbek) hep resmi açıklamada “psikolojik sorunlu”.

Evladını deli etmiş, manyak ilan etmiş pişkinlik!

Tabii ki kimse intihar etmesin; sonuçta namlu kendi elinde, bilek kendi kolunda!

O vakit şikayet etsin!

***

Hakkari’de, arifede, iki komutanın elleri bir uzman çavuşun gırtlağına yapıştı. Tokatları, tekmeleri birbiriyle yarıştı.

Şimdi elinde dilekçesi, “Komutanım küfretti. Gırtlağımı sıktı. Askeri Ceza 117. maddeye göre suç. Tabur komutanı şikayetimle ilgilenmedi. Şikayet dilekçesi kabul etmemek de suçtur” diye, bir mercii, biraz adalet ve suça suçlu arıyor!

Çünkü bu işler şöyle:

Askeri Ceza Kanunu, hakarette üst ve astı ayrı insan sayıyor.

Siz deyin ki, astı altta olduğu için insan da saymıyor!

Askeri Mahkeme, sürpriz yapıp bunu eşitliğe aykırı bulsa; bu kez Anayasa Mahkemesi bu ayrımcılığı yerinde buluyor!

Psikolojimizde, bir yanlış var temelde; ama imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz!

(O yüzden aylar önceki “Tabuta girebilirsin, havuza giremezsin” başlıklı yazı hala elden ele, mailden maile geziniyor! http://www.haberturk.com/yazarlar/umur-talu/761365-tabuta-girebilirsin-havuza-giremezsin )

Kasırga

Dünyayı sarsan imparatorluk, dünya finans merkezi sular, seller altında.

Doğa, kendini alt ettiğini sanan insanı, en güçlü yerinden bile çarpabiliyor.

Tabii fark şu:

Bütün dünya ABD’yi, New York’u, 20 milyar dolar denen zararı konuşurken; yoksul Karayipler’de ölü sayısı misliyle. Haiti’nin birkaç milyon dolar zarar denecek kadar bile varlığı yok; sadece sıvasız hanelerin sayısız ölülerini sayabiliyor!

108 yıllık metroyu ilk kez su basmış; dev dalgalar, yangınlar; 7 milyon kişi elektriksiz; hastane jeneratörleri durmuş, hastalar tahliyede. Gökdelenlere tepeden bakan kule vinç iki büklüm. Borsa 1888’den beri, bir felaket yüzünden ilk kez kapalı. Nükleer santraller, kulaklara küpe, alarm veriyor.

Bunları gece yarısı, sabaha kadar elektriği kesik kadim bir İstanbul semtinde, jeneratör sayesinde izledim!

31 Eki. 12, Habertürk



Print