2024-03-29
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Ali Haydar Koç
 
Yüzyıllık Tarihsel Hafızada Kürt Diplomasisi ve Sömürge Kürdistan
2014-11-02 01:09
Ali Haydar Koç
Ortadoğu’da, 19.yüzyılın ikinci yarısından beri ekonomik zenginlikleriyle, sıtratejik öneme sahip sınırlarıyla,enerji kaynaklarıyla, renkli kültürleriyle, çeşitli dinsel/mezhepsel yapısıyla, geleneksel örgütlenen toplumsal siyasetiyle, dünya üzerindeki diğer bölgelerden farklı bir siyasal konuma sahip olan sömürge Kürdistan ve Kürtler, 20.yüzyılın başında Batı Avrupa ülkeleri ve Sovjetler birliğinin etkin siyasal ve diplomatik çabalarıyla dört devlet arasında paylaştırılarak, Kürt ulusunun devletsiz bırakılmasını sağlamışlar idi. Kürtler, 20.yüzyıl boyunca devletsiz bir toplum olarak Ortadoğu’da Batı Avrupa, Sovyetler Birliği (1990’a kadar) ve ABD’den askeri, siyasal ve ekonomik destek alan Türkiye, Arap devletleri ve İran tarafından soykırım başta olmak üzere çeşitli zulümlere maruz bırakıldılar. Fakat 1990’dan beri Ortadoğu coğrafyasına yönelik 21.yüzyıl koşullarına göre çıkarlarını/hakimiyetlerini koruyabilmek için yeni siyasal politikalara ihtiyaç duyan Batı avrupa ülkeleri, ABD ve Rusya, Ortadoğu ve sömürge Kürdistan’a yönelik politikalarında değişiklikler yapma gereği duyarak, „yeniden bir düzen/siyasal yapılandırma“ adı altında savaşlar dahil olmak üzere çok çabalar harcamaktadırlar. Bahsi geçen devletler Ortadoğu’da bulunan bir çok devletin sınırlarını değiştirme ve yeni siyasal yönetimlerinlerin kurulması isteğinde olduklarını da söylemek mümkündür. Kuzey Afrika’dan yani Fas’tan Kafkasya hatına kadar 1990’dan beri gelişen olaylar ve savaşlar, bu siyasal değişimlere iyi birer örnek teşkil etmektedir. Örneğin Irak’ta Baas rejiminin ve onun yürütücüsü Saddam Hüseyin’in ortadan kaldırılması, uluslararası diplomatik ve siyasal statüsü olmasa da bir Kürdistan devletinin ortaya çıkmasına siyasal bir zemin hazırlamış/hazırlamaktadır.

Bu yazımda, Ortadoğu’nun değişkenlik içerisindeki “yeni oluşan/oluşabilecek” sınırları çerçevesi içinde sömürge Kürdistan ve Kürt diplomasinin tarihi önemi üzerinde kısaca durarak, yaklaşık yüzyıldır sömürge Kürdistan’da,Kürtlerin,Türk unsuru karşısında diplomasiden yoksun bırakılmaları, Kürt siyasal temsilcilerinin diplomasi ilişkilerine yönelik hemen hemen hiç olmayan zayıf çabalarından sözedeceğim. Ortadoğunun yeniden yapılandırılması Kürtler ve Türkiye için çok önemli siyasal anlam ifade etmektedir. Kürtlerin diplomatik çabalarla da devlet kurma ideallerı, Türkiye’nin birtakım siyasal kaygı ve korkularını açığa çıkartmaktadır. Kürtler, Ortadoğu’da ortaya çıkan bu siyasal değişimleri, bölgesel dengeleri belirleyen ve küresel rekabete yol açan savaşların neden ve sonuçlarını ancak diplomatik çabalarla kendi lehlerine çevirerek, bununla bir Kürdistan devletini kurabilme amacına ulaşabileceklerini düşünmek mümkündür. Yirminci yüzyıl boyunca diplomasiden yoksun bırakılan Kürtler, bu yoksun bırakılmaya dair yüzyıllık tarihi „diplomatik hafızada“ „diplomatik arşivde“ canlı tuttukları sürece, Türkiye gibi Kürtlere soykırımlar uygulayan devletlere karşı daha sağlıklı dıplomatik çalışmalar yapabilecekleri düşüncesindeyim. Bu siyasal olgu aynı zamanda Batı avrupa ülkeleri,ABD ve Rusya’ya karşı yapılacak diplomatik çalışmalarda da geçerlidir.

Tarihsel olarak yüzyıl öncesine bakıldığında 20. yy.boyunca Kürtlerin bağısmsız devlet kurma hakkını“Türk milli egemenliğini” Kürdistan’da hakim kılma adı altında tamamıyle yok eden Türkiye yönetimi, 21.yy.’ın başlarında da Türk ırkçılığına dayanan aynı siyasal egemenliği sömürge Kürdistan’da sürdürebilmek için, biçimsel olarak çeşitli siyasal çabalar harcamaktadır. Son yıllarda Türkiye yönetimi, planlı bir şekilde Kürdistan’a yeniden uzun süreli sahip olabilmek için, 1923-1940 yılları arasında Kürtlere yönelik geliştirilmiş olan siyasi yaklaşımları esas alarak, sömürge Kürdistan topraklarında ortaya çıkan ulusal ve toplumsal tepkileri Türkiye’nin bir iç güvenlik meselesi olarak değerlendirmektedir. Cumhuriyet döneminden beri Türkiye,“sömürge Kürdistan siyasetini” “iç güvenlik ve Türkiye’nin iç meselesi”anlayışıyle belirlemiş ve hala aynı anlayışı önemli bir siyasal ve diplomatik öge olarak devam ettirmektedir.

“Milli birlik projesi“ “Kürt açılımı/Çözüm süreci,Türk çözümü”,Türk demokrasisi gibi oyalama siyasetine dayanan biçimsel söylemleri dillendiren günümüzdeki Türk yönetimi, bununla sömürge Kürdistan sorununu Türkiye’nin bir “iç güvenlik” ve “iç huzur”meselesi olarak değerlendirerek, Türk ırkını esas alan,Türk vatanının bölünmez bütünlüğünden taviz vermiyeceğine işaret etmekte ve 1930’lardaki siyasi uygulamalara bağlı olduğunu ilan etmektedir.Örneğin;diktatör M.K. Atatürk’ün 1936’da mecliste yaptığı bir konuşmada:”İç yönetim kuruluşlarımızı yurdun doğu bölgelerinden başlayarak genişletme gereği duymaktayız. Yeni iki genel müfettişlik ve yeni bazı illerin kurulması gerekli görülmektedir. Bu arada Dersim bölgesinde önemli bir reform programının uygulanması da düşünülmüştür. İllerimizin sürekli denetimi ve ortak işlerin bir elden yönetilmesini sağlayan genel müfettişliklerden bir çok yararlar bekliyoruz..., Asıl olan dahili cephedir. Bu cephe bütün memleketin bütün milletin vücuda getirdiği cephedir..,Mühim olan memleketi temelinden yıkan,milleti esir ettiren dahili cephenin sükutudur...”(bkz. Ramazan, Atatürk’ün Doğu ve Güney Doğu Anadolu Politikasi).

İç güvenlik ve iç huzur politikasına dayanarak, sömürge Kürdistan’da reform ve sükut uygulamalarıyla, Kürtler soykırıma uğratıldı, inkar edildı ve Kürtlerin yaşadığı tarihi topraklar insansızlaştırılarak, bu topraklarda “iç güvenlik sağlandı, sükut, huzur ve reformlar uygulandı gibi söylemler uluslararası kamuoyunda propaganda edildi. Günümüzde de Kürtlerin üzerinde yaşadığı tarihi topraklar aynı sancı ve ayni siyasi uygulamalarla egemenlik altında tutulmaya çalışılmaktadır. Örneğin;Türkiye kamuoyunda yapılan bu propagandalar sonucunda, demokrasi, Kürtlere karşı alınacak şiddet önlemleri biçiminde de algılanmıştı/algılanmaktadır. Cumhuriyet tarihi boyunca eşkiya ve gerici olarak değerlendirilen Kürtlere karşı geniş anlamda şiddet ve baskı önlemleri almayan hükümetler, zaman zaman demokrasi karşıtı olarak da değerlendirilmişler idi.

Özellikle siyaset tarihçileri arasında, birinci dünya savaşından itibaren Ortadoğu"da meydana gelen bütün diplomatik gelişmeler, Ortadoğu"daki sömürge rejimleri, Ortadoğu devletlerinin bağımsız olması, sadece Türk unsurunu esas alan Türkiye devletinin kuruluşunu, Ermeni soykırımı vs.gibi konular,siyasi tarih çerçevesi içinde ele alınaarak, bilimsel verilerle araştırılarak, kamuoyuna sunulur. Fakat 20.yy.boyunca bütün bu siyasi olaylarla birebir yakın ilişkisi olan sömürge Kürdistan olgusu, Kürtlere yönelik yapılan soykırımlar ve bütün ulusal-siyasal haklarından mahrum bırakılmış Kürt toplumunun mağdur edilmesi olgusu, siyasi tarih araştırmalarının dışında tutularak, tabulaştırılarak, tarihte böyle bir felaket ve haksızlık yaşanmamış gibi yaklaşılmaktadır. Siyasi tarih araştırmalarında Arap,Türk ve Fars devletlerinden çokça sözedilir. Ama Türkler, Araplar ve Farslar içinde uyum-asimile edilmeleri uygun görülen Kürtlerden ve onların ülkesi sömürge Kürdistan’dan bahsedilmez. Örneğin: yaklaşık 60 yıldır Filistin-İsrail çatışmasında ve Filistinlilerin haklarından neredeyde günlük olarak sözedilmektedir. Buna karşılık, yaklaşık 90 yıldır (2003’ten sonra Güney Kürdistan hariç) Türkiye, İran, Irak ve Suriye ile ulusal hakları için çatışma halinde olan Kürtlerin haklarından/Kürtlerin uğradığı tarihi haksızlık veya soykırımlardan hemen hemen hiç sözedilmemektedir. Ortadoğu’da siyasi tarih araştırmaları adına yürütülen bu resmi anlayış, yaklaşık yüzyıldır devletlerin resmi çıkarlarına hizmet etme biçiminde denetimli geliştiğinden, kendi içinde bilimsel bir tutarlılık taşımamaktadır.

Yaklaşık yüzyıldır, Ortadoğuınun siyasal tarih araştırmalarından ve uluslararası diplomatik ilişkilerden uzak tutulan Kürtler, içinde yaşadığımız yüzyıl içinde de, Musul-Kerkük vilayetleri üzerinden yürütülen siyasi antlaşma/çatışmalarla, yeniden devletsiz bırakılmaları anlayışıyle, bir yüzyıl daha Türk, Fars ve Arap egemenliğine uyum saglama-asimile edilme siyasetiyle, onların sömürgeci egemenliklerine mahkum edilmek istenmektedir. Türkiye’nin Irak’ın bütünlüğü formülüyle, Güney Kürdistan Kürtleriyle yürüttüğü kardeşlik siyaseti, diktatör Atatürk ve İ.İnönü’nün Lozan antlaşmasının sonuna kadar izlediği “Kürt-Türk kardeşliği” vurgusu ile çok benzerlikler göstermektedir.

Birinci dünya savaşı sonucunda Osmanli-İngiliz diplomatik ilişkilerinin önemli siyasal sorunlarından biri, Kürt meselesi ve Kürdistan topraklarının nasıl paylaşılacağı konusu teşkil ediyordu. İngiltere, öncelikle güney Kürdistan Kürt toprakları üzerindeki ekonomik (Musul-Kerkük petrolleri) ve siyasal çıkarlarını koruyabilmek için sürgünde yaşayan İttihat ve Terraki yöneticileriyle 1919-1922 tarihleri arasında diplomatik ilişkiler gelişterek, Osmanlı tarafını çıkarları doğrultusunda etkilemeye çalışıyordu. Kürdistan üzerinde gizli görüşmelerle yapılan bu paylaşım pazarlıkları Kürt tarafına oyalamayı içeren propaganda faaliyetleriyle farklı yansıtılarak, bu süreçte yapılan bazı antlaşma, kongre ve diplomatik açıklamalarla Kürtlerin tepkisiz davranmaları teskin edilerek, ulusal bir devlet kurma fikrinden uzaklaştırılmaları sağlanmıştı. İngiltere yönetimi, İTC’nin sürgünde bulunan merkezi kadrolarıyla görüşmeler yaparak, Kürdistan’ın paylaşım politikasını belirlemeye çalışıyordu. Örneğin; Enver Paşa, 1920 başlarında Berlin’de İngiliz hükümetinin görüşmek için yolladığı istihbarat subayı Binbaşı İvor Hedley ile 5-16 Ocak 1920’de üç önemli görüşme yapmış, Hedley, Enver Paşa ile yaptığı bu görüşmeleri bir rapor halinde Berlin’deki İngiliz askeri misyonu başkanı Tuğgenerel Neill J. Malcolm vasıtasıyla ingiliz savaş bakanlığı harp konseyi ve dışişleri bakanlığına göndermişti. Fakat Enver Paşa ile anlaşamıyacaklarını anlayan ingiliz hükümeti, Kürdistan’ın paylaşımına siyasal zemin sunan mısak-i milli kararlarını kabul ettirdikleri Talat paşa ile ilişkilerini sürdürme kararı alarak, Mısak-i milli sınırları dahilinde Kücük asya-yani Anadolu ve kuzey Kürdistan ile sınırlandırılmış bir ulusal Türk devletinin kurulmasına karşı olmadıklarını ifade etmişlerdi. Talat Paşa üzerinden Anadolu ve Kürdistan’da faaliyet yürüten başta diktatör M.Kemal olmak üzere askeri ve sivil kadrolar ile ilişkiler geliştirmeye başladılar..(bkz.Major Ivor Hedley, FO 371/5211/E 1311 ve A. L. Macfie, British intelligence and the causes of unrest in Mesopotamia,1919-21, S.R.Sonyel,Kurtuluş savaşı günlerinde İngiliz istihbarat servisinin Türkiye’deki eylemleri).

Diğer taraftan İngiltere, Kürdistan ve kafkasya politikasına yön verebilmek için Albay Rawlinson’u itilaf komiseri sıfatıyla bölgeye yollayarak, bölgede söz sahibi Osmanli bürokrat ve subaylarıyla ilişkiler geliştiriyordu. İtilaf Komiseri sıfatiyla İngiltere’nin Kürdistan, Osmanlı ve Kafkasya siyasetinde 1919-1921 tarihlerinde yaşanan ekonomik, politik ve askeri sorunları Talat Paşa’ya bağlı olarak çalışan Kazım Karabekir ve M.Kemal gibi kişilerle görüşerek, çözmeye çalışıyordu. İngiltere’nin 1920’de Ankara’da kurulan büyük millet meclisine müdahil olmasını sağlayan ve 1919-1921 tarihleri arasında düzenli olarak Kürdistan’ın Erzurum vilayetini kendisine merkez üs olarak seçen Albay Rawlinson, kuzey Kürdistan’lıların Ankara’da kurulabilecek bir yönetim altında yaşamalarını uygun görmüştü. Çünkü İngiltere Ortadoğu haritasında Kürdistan devletini görmek isteğinde değildi. (bkz.A.Rawlinson,The Adventures in The Near East, London 1923, Halil Paşa, İttihat ve Terakki’den cumhuriyete bitmeyen savaş, Peter Hopkirk, İstanbul’un doğusunda bitmeyen Oyun, K.Karabekir, İstiklal harbimiz, General Harbord’un Anadolu gezisi ve Ermeni meselesine dair raporu,Gotthard Jäschke, Kurtuluş savaşı ile ilgili İngiliz Belgeleri).Albay Rawlinson Erzurum’u kendisine mesken yaparak, Ankara ve Londra arasında sorun teşkil eden Kürdistan’ın paylaşımı konusunda raporlar hazırlayarak, İngiltere ve Osmanlı paşaları arasındaki ilişkileri düzenlemeye çalışarak, Kürtler üzerinde ikili denetimi kontrol altında tutma siyaseti izliyordu.

Batılı ülkelerin (İngiltere, Fransa, Almanya,İtalya ve Rusya vs.gibi) Türk yönetimine verdikleri siyasal ve diplomatik desteklerle yirminci yüzyıl boyunca Ortadoğu’da devletsiz ve tüm ulusal haklarından yoksun bırakılarak, başka ülkelerin egemenliğinde yaşamaya zorlanan Kürtler, günümüzün siyasal koşullarında, yaklaşık yüzyıldır mahrum bırakıldıkları ulusal haklarına kavuşma mücadelesini vererek,bahsi geçen batılı ülkeler ve Türk yönetimiyle siyasal ve diplomatik temaslar kurmaya çalışmaktadırlar. 20.yy.’ın başlarında çeşitli iç ve dış siyasal faktörlerin baskısı/etkisiyle uluslarlarası kurumlar nezdinde pek başarılı olamayan Kürt diplomasisi, yaklaşık yüzyıl sonra günümüzün siyasal koşullarında Kürt ulusal haklarını uluslararası kurumlarda kabul ettirme siyaseti izlemektedir. Yirminci yüzyılın başında çok zayıf bir şekilde sürdürülen Kürt diplomasisi, Türkiye yönetimi tarafından “dış mihrakların” maşası olarak propaganda edilerek, uluslararası kurumlarla diplomatik ilişki kurmaya çalışan Kürt cemiyetleri zararlı ve Kürt dıplomasisini temsil eden şahsiyetler hain ilan edilmişti.

Buna karşılık Kürt topraklarının paylaşılmasında İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya ile işbirliği yapan Türk yönetiminin temsilcileri “başarılı diplomasi yapanlar” kategorisinde değerlendirilmişlerdi. Türk yönetimi ve Türk tarihçileri günümüzün değişen siyasal koşullarında hala Kürtleri batılı ülkelerle işbirliği yapmak ile suçlayarak, Kürtler arasında diplomasi kavramının yerleşmemesine dikkat etme siyaseti izlemektedirler. Kürt diplomatik ilişkilerini tarihi bir zemin üzerinde inceleyebilmek için 20.yy.’ın başında Kürtlere yönelik yapılan uluslararası siyasal-diplomatik ilişkileri bütün yönleriyle araştırmak gerekmektedir. Kurumlaşma bağlamında Kürt diplomasisinin bu tür alanlara vakif olduğunu söylemek çok zordur. Yüzyıl önce Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesini sağlayan ve Kürtleri kontrol ederek, Kürtler hakkında propaganda bilgileri üreten devletlerin iç ve dış ilişkilerini sağlayan kurumlar hakkında tarihi bilgilerin sınırlılığı,günümüz Kürt diplomasisini olumsuz yönde etkilemektedir. Türk unsurunu temsil eden kesimlerle işbirliği yapan İngiltere, Kürdistan’ın paylaşılmasında da önemli diplomatik roller oynamıştı. Fakat Türk yönetimi ve Türk tarihçilerinin propaganda zemini üzerinde yaptığı açıklamalar-araştırmalarda, sık sık Kürtlerin, İngilizlerle işbirliği yaptığı düşüncesi öne çıkarılarak, geçmiş Kürt milli hareketlerini dış güçlerin kışkırtmasına bağlayarak, Kürtleri “vatana ihanet” etmek ile suçlamaya çalışarak, olumsuz anlamda Kürt diplomasisine farklı bir siyasal yön vermeye çalışarak, tarihi Kürt meselesini “siyasi Kürtcülük” biçiminde kamuoyuna sunmaktadırlar.

Ondokuzuncu yüzyıldan sonra başlayan tarihi Kürt meselesi, ağırlıklı olarak II.Meşrutiyet (1908-1918) ve sonrasında Türkiye cumhuriyetine geçiş döneminde İngiltere, Fransa,Almanya ve Rusya tarafından ortadoğuda çıkarlarını koruma adına yürütülen siyasi çalışmalarla uluslararası siyasi antlaşma-diplomatik ilişkilerin dışında tutularak, bertaraf edilmesi sağlanmıştı. Bu siyasi ilişkiler içinde osmanlı sınırlarında Türk unsuru yönetim mekanizmasının önemli bir topluluğu olarak öne çıkarılırken, Kürtler gibi osmanlı devletini oluşturan diğer cemaatlerin ise diplomatik ilişkilerde öne çıkarılması engellenerek, dikkate alınmamışlardı. I.Dünya savaşı esnasında ve savaşın bitiminde oluşturulan diplomatik platformlarda, Kürdistan’ın paylaşılması yönünde kararlar alınarak, değişik gizli/açık antlaşmalarda Kürtlerin devlet kurmaması yönünde diplomatik tedbirlerin alınması da dile getirilen kararlar arasında yeralmıştı. Örneğin; 1915"te Sir Maurice Bunsen başkanlığında „Asya Türkiyesini inceleme komisyonunun“30 Haziran 1915’te hazırladığı rapor ile İngiliz hükümetinin önerisiyle 1916’da gizli tutulması koşuluyla yapılan, Sykes-Picot-Sazanov anlaşması Kürdistan’ın paylaşılmasıyle ilgili önemli birer diplomatik örnektir. Savaş sonrasında İngiltere ve İTC’nin bölgedeki kadroları arasında geliştirilen ilişkiler belirleyici bir şekilde Türk unsurunu temsil eden kesimlere güç kazandırmıştı. İngiliz subayları olan ve İngiltere yönetimi adına Kürtler hakkında etüt çalışmaları yürüterek istihbarat raporları hazırlamak ile de görevlendirilen binbaşı Noel ve yüzbaşı C.L.Woolley, Türk tarihçilerinin iddia ettiği gibi Kürtlere siyasi güç kazandırmak için değil,Kürtlere karşı alınacak siyasi-askeri tedbirlerle birlikte Kürdistan’ın bağımsızlığını engellemek için bölgeye gönderilmişlerdi. İngilizlerin, Kürtler hakkında yürüttüğü etüt çalışmalarının bir benzerini 1913-1918 yılları arasında İttihat ve Terraki cemiyeti kadroları da yaparak, Kürdistan’da etnik temizlik planlamalarında kullanmışlardı.

Mondros Mütarekesinden (1918) sonra 1926’ya kadar zengin petrol yataklarının bulunduğu Musul ve Kerkük vilayetlerini egemenliğine alma yönünde Türk-İngiliz diplomatları arasında belli çıkar tartışmaları-çatışmaların olduğu biliniyor,fakat her iki ülke Kürdistan’ın bağimsızlığını engellemek ve Kürtlerin uluslararası diplomatik ilişkilerden uzak tutulması konusunda ortak hareket ediyordu. İngilizler, Kürt lider Şeyh Mahmut Berzenci’ye karşı yürüttüğü savaş ile Kerkük-Musul’u Hindistan’da bulunan sömürgeler valiliğine bağlarken, diplomatik anlamda önemli bir siyasi güce sahip olan Doğu ve Kuzey Kürdistan’lılarla ortak hareket etme niyeti taşıyan, Kürt meselesini çeşitli açıklamalarla uluslararası kurumlara duyurmaya çalışan Şeyh Mahmut Berzenci’yi Hindistan’a (1919) sürgün ederek, Kürt diplomasisinin önüne geçmişti. Bu siyasal sonuç osmanlı mirasi üzerinde bir ulusal devlet kurma düşüncesinde olan Türkçü kadrolara da önemli kolaylıklar sağlamıştı. Türkiye yönetiminin 1923’te kuruluşu bu siyasi zemin üzerinde gerçekleştirilmişti.

Yirminci yüzyılın başlarında Ortadoğu’da siyasal ve ekonomik çıkarları olan devletlerin en önemli ilgi alanlarından biri, osmanlı sınırları içerisinde otonom bir yapıya sahip olan Kürdistan toprakları idi. Balkan savaşlarından (1912-1913) sonra Ermeni sorununa yakından ilgi duyan Almanya, İngiltere, Rusya ve Fransa, osmanlı yönetiminden, Kürdistan’ da bulunan Ermeni cemaatine yönelik bazı hukuki ve idari reformaların yapılmasını talep ederlerken, Kürdistan topraklarının asıl sahibi olan Kürtleri ise, bölgede saldırgan ve huzursuzluk yaratan kesim olarak değerlendirerek, osmanlı devleti ile geliştirilen diplomatik iliskilerde, Kürtlere karşı askeri-güvenlik tedbirlerinin arttırılması talebinde bulunuyorlardı. Örneğin;ulusal ve siyasal haklarundan dolayı 1913’te osmanlı devleti ile çatışmalı bir durumu yaşayan ve Bitlis Kürt milli hareketi örneğinde ortaya çıkan Kürt meselesine karşı sessizliklerini koruyarak,Kürt isyanını bastırması için osmanlı devletini askeri anlamda destekleyerek, Kürtleri, aynı tarihlerde aralarında gerçekleştirdikleri sayısız diplomatik iliskilerin ve siyasal antlaşmaların dışında tutmaya calisarak, Kürdistan’da, Kürtlersiz diplomatik iliskiler yürütme siyasetini izliyorlardı. O tarihlerde Kürtlerin aleyhine buna benzer olumsuz siyasal düşüncelerin-tavırların gelişmesinde, Kürt diplomasisinin zayıf/hiç olmayışı da önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Kürt vilayetlerinde bilgi edinme akışını hızlandırmak için açılan bir çok konsolosluk/bilgi edinme bürosu aracılığıyla Kürt meselesi ve Kürdistan’da yaşanan facialar hakkında tam bilgi sahibi olmalarına rağmen, sessizliklerini korumuş olmaları, Kürtlere karşı geliştirilen siyasal bir tavıra işaret etmektedir.

1913’ten beri Kürt diplomasisinin eksikliği, aynı tarihlerde ortadoğu ve Kürdistan hakkında diplomatik alanda olumsuz kararlar alan devletleri cesaretlendirdiği gibi, daha sonraki yıllarda Kürt dış politikasına yönelik ortaya çıkan diplomatik krizlere, siyasal çatışmalara ve Kürtlerin uluslararası siyasal desteklerden yoksun bırakılmasında da etkili olmuştu. 1913’teki diplomatik ilişkilerin ortaya çıkardığı önemli sonuçlardan biri de, Kürtlerin hakları hakkında başkalarının karar verici/söz sahibi olması durumudur. Kürtlere karşı 1913/14 yıllarında olumsuz gizli siyasal kararlar alan Almanya, İngiltere, Fransa ve Rusya Ermenilerin güvenliğinin sağlanması propagandasıyla Kürdistan’da „kuvvet kullanma tehdidi ve zorlayıcı diplomasi“ stratejisini izlemeyi önemsiyordular. Örneğin; Almanya’nın İstanbul’da bulunan büyükelçisi Freiherr von Wangenheim’in Almanya Şansölyesi Bethmann Hollweg’e 13 Mart 1913’te gizli olarak yolladığı 75 no’lu telgrafta şunları dile getirmektedir. “..Sabah gazetesi redaktörlerinden ve osmanlı Ermenileri arasında önemli bir şahsiyet olan Kelikian efendi benim ile bu gün yaptığı görüşmede, küçük asya hakkında bazı önemli bilgiler verdi. Rus propagandacılarının her yerde dolaştığı ve son zamanlarda sayılarının katlandığı, Ermenileri 1895 reformları çizgisinde örgütlemeye çalıştıkları…fakat bu siyasetin Ermeniler arasında tutunamıyacagını,..Fakat ben sizin kararlarınız doğrultusunda,Ermeni meselesi hakkındaki görüşlerimiz çerçevesinde Kelikian’a cevap verdim….,Rusya’nın Kürtler arasında da propaganda yaptığını, çıkarları için kürtleri malzeme olarak kullanmaya çalıştığını ve bazı nüfuz sahibi Kürtleri görüşmek için Tiflis’e davet ettiğini…,Wan vilayetine İzzet bey adlı bir Kürt valinin atandığını, alınan bazı tahmini bilgiler ve önemli bir Kürt şahsiyetinde yakalandığı söylenen gizli bir mektuba göre;Ermenilere karşı saldırıların olacağı biçiminde duyumlar alınmaktadır…“(bkz. Die Große Politik der Europäischen Kabinette 1871-1914, Neue Gefahrenzonen im Orient 1913-1914, Die Frage der Armenischen Reformen-Januar 1913 bis April 1914, Band 38, 1926).

1913 tarihlerinde Kürtler, Bitlis’te Mela Selim öncülüğünde osmanlı devletine karşı savaş açmış bulunuyorlardı ve Ermenilerle görüşmeler yoluyla iyi ilişkiler geliştirmek istiyorlardı. Bu durumu Ermeni kaynakları da teyit etmektedir. Fakat Kürtlerin bu durumunun Almanya elçisinin telgrafında dile getirilmemesi, Kürtleri saldıran taraf olarak göstermeye çalışması, Almanya’nin Kürt politikasına yaklaşımına işaret etmekte ve Osmanlı hükümet ile geliştirilen ilişkilere, Ortadoğu, Kafkasya ve Kürdistan üzerinde yapılacak olan ortak savaş (birinci dünya savaşı) hazırlıklarındaki boyutlara temas etmektedir. Ayrıca Kürtlerin gizli diplomatik yazışmalarda ve görüşmelerde batılı ülkeler ve Rusya tarafından nasıl ele alındıklarını Almanya elçisinin bu gizli telgraf örneği çok açıkça ortaya koymaktadır. Kürt ulusu ile ilgili buna benzer aynı telgraf örneklerini Ortadoğu’da Kürdistan devletinin kuruluşunu engelleyen İngiliz ve Fransız arşivlerinde de görmek mümkündür.

1913 tarihlerinde İttihat ve Terraki yönetimi, yukarıda bahsi geçen devletlerin taleplerine cevap olarak, Kürt vilayetlerinde Ermenilerin çıkarlarını öne çıkaran ıslahatları yapma girişimlerini vilayet yöneticilerinin yetkilerini genişleten „1913 idare-i umumiye-i vilayet kanunu muvakkatı“ adı altında çıkarılan geçici kanun ile başlatmıştı. İttihatçı yönetim, osmanlı cemaatleri arasında bu kanun ile kendi denetiminde bir çözüm arayışı içinde olduğu propagandasına siyasal malzeme yaratmaya çalışıyordu. Bu kanun aracılığıyla Kürdistan’da Türkçü kadrolaşmayı gerçekleştiren İTC, 1916-1918 yılları arasında Kürtlerin tehcirini tanzim etmişti. Aynı siyasal anlayış günümüz Türkiye-Avrupa birliği ilişkileriyle ve kamuoyunda „Kürt açılımı“olarak propaganda edilen, fakat Türk yönetiminin „milli birlik projesi“ olarak adlandırdığı siyasal propaganda girişimleriyle çok benzerlikler göstermektedir.



Ortadoğu bölgesinde (Irak’ta, Suriye’de, İran’da ve Türkiye) yaşanan hızlı siyasal değişimler, Kürtlere tarihi siyasal ve diplomatik fırsatlar sunmaktadır. Türkiye özellikle cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki diplomatik politikalara sarılarak, Terör ve güvenlik politikalarıyla diplomatik çalışmalar yürüterek, Ortadoğu’daki temel güvenlik alanlarından biri-yani genellikle Kürt bölgelerini kastederek, Kürtlere yönelik tehdidin düzeyini de yükselterek, bununla bir Kürt devletinin kuruluşunu engellemeye çalışmaktadır. Özellikle Suriye’deki Kürt bölgeleri üzerinden, bir bütün olarak Kürt ulusunu tehdit ederek, savaş sinyalleri vermeye çalışmaktadır. Bu siyasal olgu aynı zamanda Türkiye’nin korkuları ile Kürtlerin devlet kurma ideallerinin kesiştiği ve çatıştığı bir siyasal ve diplomatik alana dönüştüğünü söylemek mümkündür. Çünkü bütün Kürtler Suriye (Kobani) Kürtlerinin yaşadıkları zulümler ve siyasal durumları konusunda hemen hemen bir uzlaşı içerisinde olduklarını, bu konuda diplomatik kanallarla Avrupa birliği ülkelerini, ABD’yi ve Rusya’yı Kürtlerin lehine ikna etmeye çalışmaları, Kürt iç ilişkilerindeki ve dış politikaya yönelik olumlu değişimlere işaret etmektedir. “Terör ve Güvenlik” kaygılarıyla Kürtlerin yaşadığı alanlarda “kaos” politikası izleyen Türkiyenin, başarılı olmadığı görülmekte, gerek iç politikada ve gerekse dış politikada “Kürt meselesi” gerçeğiyle yüzleşmek ve Kürt diplomasisi ile tanışmak zorunda kalmakta ve şimdilik kalacağı düşüncesini taşıyorum. Örneğin Türkiye’nin Kürtlere yönelik izlediği dış politika şimdilik bütün yönleriyle başarısız bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.

20. yüzyıl boyunca uluslararası diplomasiden yoksun bırakılan Kürtler, yüzyıl sonra ulusal haklarını alabilmek ve bağımsız devletlerini kurabilmek için çok yönlü siyasal çabalarla yüzyıllık diplomatik yoksunluğa son vermeye çalışmaktadırlar.Yirminci yüzyılın başlarından beri Ortadoğu’da siyasal ve ekonomik çıkarları olan devletlerin en önemli politik alanlarından biri, Kürtleri diplomatik ilişkilerin dışında tutarak, kurulabilecek bir Kürdistan devletini engellemek idi. Yirminci yüzyıl boyunca Kürtlerin aleyhine işleyen uluslararası diplomatik ve siyasal çalışmalar, günümüz uluslararasi Kürt diplomatik ilişkilerinde arşivsel bir hafıza olarak canlı tutulduğu taktirde, Kürt diplomasisinin devletler arası ilişkilerde daha sağlıklı ve güçlü bir siyasal zeminde başarılı olabilmesi mümkündür.






Print