|
Müzakereye doğru
|
2012-11-29 20:19
|
Etyen Mahçupyan
|
|
Oslo görüşmeleri fazlasıyla şaşırtıcı bir arka planın varlığını ortaya çıkardı.
Yüzeyde devam eden karşılıklı sert ve itici dilin, eziyet ve ölümlerin arkasında, devletin ‘terörist’ ilan ettiği bir örgütle sistematik enformel görüşmelere açık olduğunu gösterdi. İlk sefer devlet açısından daima risklidir, çünkü toplumun buna nasıl tepki vereceğini bilemezsiniz. Oysa kalkışma içindeki örgüt açısından ilk sefer daima bir zaferdir. Tahakkümcü yönetimin hak talep edenlerle eşitlendiği bir platformun yaratılması ve cümle âleme ilan edilmesidir. Ama işin ilginç yanı hükümet o noktayı hasar almadan geçerken, Kürt siyaseti bu zaferin siyasi keyfini çıkaramadı ve müzakere zeminini veri alan bir strateji oluşturamadı. Onun yerine yanlış bir tercihin peşine düşerek, Suriye’deki kargaşadan da yararlanıp, bu yıl içinde acilen bir halk ayaklanmasının tetikleneceğini düşündüler. Bunun aslında psikolojik bir tercih olduğunu, ‘gönüllerden geçen’ alternatifi oluşturduğunu söylemek mümkün. Çünkü böyle bir gelişme devletin savaş içinde ve savaşanlara karşı vermesi gereken tavizleri ima eder ve bu durumun PKK’nın hayal ettiği statüyü bir hamlede sağlayacağı öngörülebilir. Buna karşılık barışı hedef alan müzakerelerin sorunu detaylara doğru sürükleyeceği, çözüm sürecinde sivil toplumu işin içine katacağı ve Kürt meselesini çoğulcu bir çerçeveye oturtarak normalleştireceğini düşünmek zor değil.
Dolayısıyla, beklenmedik bir biçimde bugün hükümet yeni bir müzakereye psikolojik olarak çok daha yatkın görünüyor. Devlet açısından mesele PKK’nın yeniden masaya oturma noktasına getirilmesi, yani teknik bir adım olarak tanımlanabilir. Ancak PKK için müzakere bir tür geri adım, stratejinin başarısızlığının teslim edilmesi şeklinde içselleştirilebilir. Bu nedenle yeniden bir görüşme ortamının hazırlanması, her iki tarafın da biraz kendisiyle meşgul olmasını, ötekine ‘not verme’ alışkanlığını terk etmesini gerektiriyor. Başbakan’ın açlık grevleri süresi içinde takındığı tavırla hiçbir müzakerenin paralel işlemeyeceği herhalde açık olmalıdır.
Ancak müzakerelerin önündeki tek engel üslup değil. Muhataplık konusu da giderek daha kritik bir hal alıyor, çünkü Kürt siyasi söyleminde ‘önder Apo’ jargonu ne denli tekrarlansa da, Silvan sonrasında Kandil ile İmralı arasında bir güven eksikliği oluşmuş durumda ve hükümetin tercihi Öcalan’dan yana. Açlık grevlerinin durmasına yönelik Öcalan müdahalesinin de bu muhataplık işlevinde bir halka oluşturduğunu görmemek imkânsız. Öte yandan hükümetin Öcalan’ı bir tür ‘siyaset üstü’ muhatap kılması durumunda, hem Kandil’in göreceli özerkliği yerinde kalabilir, hem de kimse Öcalan’ın temsil yeteneğine itiraz edemez.
Kısacası teknik açıdan bakıldığında yeni bir müzakere sürecinin, bu kez toplumsal desteği de oluşturup yanına alarak, hayata geçirilmesi mümkün. Ancak ortada hâlâ bir güven sorunu bulunuyor. Hükümet açısından bakıldığında atılacak adımlardan çok, o adımlardan geri dönülmemesi, ‘yeni’ olanın bir süreklilik içinde inşa edilmesi önemli. Ne var ki bunu sağlamanın yolu da Öcalan’ı daha ‘siyasi’ kılmaktan geçiyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde aklın yolu, müzakere süreci ile Öcalan’ın tecridinin kalkmasına yönelik adımların bir paralellik içerisinde yürümesi ve Öcalan’ın da onayladığı mantıklı bir zaman aralığına yayılmasıdır. Nihayette Öcalan’ın tamamen serbest kalması gerçekleşmeyebilir ama onun manevî taşıyıcılığının ‘inşa edici’ rolü teslim edilmek zorunda kalınacaktır. Şunu da unutmamak gerekir: Toplumun genelini rencide etmemek açısından, hükümetin muhatap olarak nispeten az suçlu birini bulması doğru olur ve unutmayalım ki Öcalan kabaca 15 yıldan beri suç işlemiyor!
Bu arada PKK/BDP kanadının da hayallerden kurtulup gerçekçi bir Türkiye tahliline gelmelerinde büyük yarar var: Bu ülkenin eskiye dönme ihtimali her geçen gün azalıyor. Tarih Kürtlerin önüne yeniyi birlikte oluşturma şansını çıkarmış durumda ve bunun hakkaniyetin gereği olduğuna kuşku yok. “Devlet içerisinde bir kesim çözüm istiyor ama AKP bu yaklaşıma sahip değil.” türünden aklı zorlayan önermelerin peşinden gitmeyi bırakmaları, hükümeti silahla devirme hayalinin aslında bir tür siyasi intihar olduğunu görmeleri gerek. Yoksa o hayaller ayaklarına dolaşacak, bedelini de bir kez daha Kürtler ödemiş olacak.
Türkiye siyasete hazır… Bunu taşıyacak ve gerçekleştirecek, en azından yola çıkılmasını sağlayacak aktörler de ortada. Kürt siyasetinin ‘sokağı’ durdurma sorumluluğu var. Bu noktadan sonra bencilliğin bedeli çok ağır olacaktır…
-------------------------------------------
Zaman-29 Kasım
|
|
|
|