2024-03-29
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Yılmaz Çamlıbel
 
Van Sınırında Bale
2012-12-01 20:43
Yılmaz Çamlıbel
„Belki önemli bir haber vardır“ diye televizyonun önünde oturmuş, pür dikkat ekrana bakıyordum. Her zamanki gibi, büyük Türk devlet yetkililerinin abuk sabuk konuşmalarını dinlemekten bıkmış, televizyonu kapatmak üzereyken, günün flaş haberi ekrana çıktı. Gözlerimi ve kulaklarımı dört açıp, dinlemeye ve seyretmeye başladım.

Ekranda, boylu boslu, oldukça güzel ve alımlı bir bayan öğretmen, Kürt öğrencilerine bale dersi veriyor, daha sonra da beraberce bale yapıyorlardı. Spiker hanım ise, Van sınırındaki bir okul önünde yapılan bu gösteriyi, büyük bir heyecanla ballandıra ballandıra anlatıyordu.

Atatürk ilke ve inkılaplarına candan bağlı olan Türk devlet yöneticilerinin verdikleri emir üzerine hazırlanan bu gösteri, Kürt sorununa kapsayıcı ve kalıcı bir çözüm umudu taşıyordu.

Kız ve erkek öğrenciler, okulun bahçesinde toplanmış öğretmenlerine bakıp, ayak parmaklarının üzerine yükseliyor, kendi ekseni etrafında dönmeye çalışıyorlardı. Çoğu sendiliyor, dengesini yitirip yere düşüyordu.

Haberi sonuna kadar izledim. Gülmek mi, yoksa ağlamak mı lazım, doğrusu kestiremedim. Bu olayı, sanat literatürüyle „Traj-i komik“ biçiminde nitelemek doğru olur sanırım.

Bu proje, Fransız sarayının önünde toplanıp „açız, aç“ diye bağıran halka, „Amma da büyütüyorsunuz ha! Ekmeğiniz yoksa, bir kaç gün pasta yiyin.“ diyen Fransız kraliçesinin durumuna çok benziyor.

Hani Büyük Türk yöneticileri Kürt kardeşlirine „özgürlük, huzur, adalet, eşitlik yoksa, siz de bale yapın. Terörist olacağınıza balet ve balerin olun“ demek istiyorlar anlayacağınız.

Oldum olası Kemalistlerle barışık durumda olmadım. Önceleri onlara çok kızıyor ve küfrediyordum. Bunu illegal yaptığımı bilmem yazmama gerek var mı? Daha sonra, yani „Kart, kurt, Kürt“ projelerinin üretilip piyasaya sürüldüğü dönemda, onlara gülmeye başladım. Son zamanlarda, onlara acımaya başladım. Yakın gelecekte ise, onlardan iğreneceğimi zanediyorum.

Bu yazımı bir anektotla süslemek istiyorum. Ben İstanbul’un güzide okullarından sayılan, Haydar Paşa Lisesinde okudum. Öğretmenlerimiz bizlere, Türkiye’nin diğer okullarında pek rastlanılmayan, özel bir eğitim veriyorlardı. Bu eğitimin ana hedefi, Türkiye’yi ulu önder Atatürk’ün hedef gösterdiği muassır medeniyet seviyesine çıkaracak gençler yetiştirmekti.

Muassır medeniyette, şapka, pantolon, yelek ve kravat vardı, bizde ise fes, potur ve cepken vardı. O zaman, muassır medeniyet seviyesine çıkmamız için ne yapmamız gerekiyordu? Elbette ki devrim yapmamız gerekiyordu. Atatürk Kastamonu’ya gitti, toplanan ahaliye elindeki acaip şeyi gösterip „Buna serpûş derler. Bundan sonra bunu giyeceksiniz, anladınız mı?“ diyerek, en büyük Türk devrimi başlatmış oldu. Fes, potur, cepkenleri atıp; şapka, pantolon, yelekler giydik, kravat taktık, böylece çağdaş olduk.

Arap harfini atıp, latin harflerini kullandık. Rumi takvimi atıp, Miladi takvimi kullandık. Bey, beyefendi, hanımefendiyi attık, bay ve bayan demeye başladık. Yani Ata’nın dehası gereği az zamanda çok devrimler yaptık. Tüm düel-i muazzama parmaklarını ısırdı.

Eeee! bizler de boş durmuyor, Haydar Paşa Lisesinde, önemli devrimlere imza atıyorduk. En büyük devrimimiz demokrasi devrimiydi. „o da ne?“ demeyi bırakın da, dinleyin.

Sınıfa giren fizik hocamız derse şu sözlerle başlardı. „Çocuklar, esas konumuza geçmeden evvel, biraz demokrasi çalışalım.“ Bu günkü tartışma konumuz şudur „Sınıfın penceresi açık mı olsun, yoksa kapalı mı? Buyurun tartışın“

Bir arkadaşımız şöyle konuşurdu:

-Arkadaşlar! Hava çok soğuk, pencereyi açarsak üşütüp hasta oluruz. Pencereler kapalı olsun.

Başka biri buna itiraz eder, şöyle derdi:

-Esas pencereyi açmazsak hasta oluruz. Pencere kapalı olursa, sınıfta oksijen azalır, hepimiz verem olur, ölürüz.

-Saçmalama be! Atalarımız güneş girmeyen yere doktor girer demiş. O halde pencereyi açalım ki içeriye güneş girsin.

-Sen zaten ölmüşün, percere açık olsa ne olur? Kapalı olsa ne olur.

-Bana bak, belediye abdeshanesine benzeyen ağzını kapat da yerine otur. Sen kim, fikir tartışması kim?

-Cart kaba kağıt.

-Salak.

-Geri zekalı.

Kısa bir zaman sonra sınıftaki sesler yükselir, demegojiler, mesnetsiz suçlamalar ve hakaretler başlardı. Bu ortama dayanamayan öğretmenimiz, yumruğunu masaya vurur, bağırarak „Susun be! Burayı Dingonun ahırına çevirdiniz. Kesin sesinizi ve yerlerinize oturun.

-Ama hocam.

-Başlarım sizin hocanıza! Sınıfta çıt sesi duymak istemiyorum anladınız mı?. Ses çıkaranı dışarıya atarım. İşte o kadar….

Öğretmenimizin attığı posta üzerine, hepimiz süt dökmüş kedi gibi pısardık. Hey gidi günler hey! Allah sizi inandırsın, Haydar Paşa Lisesi öğretmenleri ve öğrencileri olarak bizler, günümüzün Türk demokrasinin şekillenmesinde ciddi katkılarda bulunduk. Öğünmek gibi olmasın ama, bizler Büyük Türk Demokrasisinin temelini, işte bu şekilde attık yaaaa.


Print