2024-03-29
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Alper Görmüş
 
Mumcu cinayetinde Hürriyet
2012-12-27 21:36
Alper Görmüş
Hablemitoğlu, Kışlalı ve Mumcu cinayetlerinin “irtica işi” değil de “devlet işi” olabileceğine dair güçlü işaretlerin ortaya çıktığı üç kritik anda, kamuoyunun dikkatinin yeniden “olağan şüpheli”ye,“irtica”ya dönmesi için Hürriyet’te sergilenen gayreti ele aldığım üç bölümlük dizinin son bölümüne gelmiş bulunmaktayız.

Hürriyet, Hablemitoğlu cinayetinin beşinci, Kışlalı cinayetinin de dördüncü gününde devreye girmiş (daha doğrusu birilerinin bir koşu getirip gazetenin kucağına bıraktığı haberleri manşetine çekmiş), ortaya dökülen kuşkuları “yok, yok, irtica” diyerek savuşturmaya çalışmıştı. (Okumayanlar, bu yazılar için 18 ve 21 aralık tarihli Taraf’a bakabilirler.)

Hürriyet, Uğur Mumcu cinayetinde ise öncekilerin tersine cinayetten hemen sonra değil, üzerinden yedi yıl geçtikten sonra, 2000 yılının baharında girecekti devreye... Çünkü bu cinayetin “devlet malı” olabileceğine dair kuşkular, daha önce incelediğimiz iki cinayette olduğu gibi cinayetten hemen sonra değil, yedi yıl sonra, Umut Operasyonu günlerinde ortaya çıkmıştı. (Mumcu cinayetinin sonrasını, askerlerin de katıldığı birkaç yüz binlik cenaze törenini hatırlayın; o günlerde basının tamamı Mumcu’yu “irticacılar”ın öldürdüğü hususunda hemfikirdi, ortada hiçbir kuşku yoktu.)

Umut Operasyonu başlıyor...

2000 yılında, 28 Şubat’ın “bin yıl” süreceğine inanılmaya devam ediyordu. Fakat bunun için, sayıları milyonlarla ifade edilen laik asabiye sahiplerindeki “irtica korkusu”nu sürekli diri tutacak yeni“malzeme”lere ihtiyaç vardı. Bugünden geriye bakıldığında bu malzemelerden biri olduğu hususunda hiçbir kuşku kalmamış bulunan Umut Operasyonu, kamuoyuna duyurulduğu andan itibaren yeni bir “laik kabarma”ya vesile oldu.

Polis, Mumcu’nun “katillerinin” (“katil zanlısı” değil!) yakalandığını ve bunların “îrticai bir örgüt”ün mensupları olduğunu o kadar kesin bir dille açıklamıştı ki, o koşullarda sakin kalmak ve olan bitene gazeteci kuşkusuyla yaklaşmak çok zor bir hâle gelmişti. Polisin her dediğinin gazetecilerin kalelerine gol olarak girdiği günlerdi. O kadar ki, gazeteler ilk gün (7 Mayıs 2000) haberi, hepsi de manşetten olmak üzere polis gibi “katiller” diyerek ve “kesin” hükmünde vermişlerdi:

“Katiller yakalandı” (Zaman) / “Katil yakalandı” (Sabah) / “Ecevit: Katil elimizde” (Sabah) / “Katiller bulundu” (Yeni Binyıl) / “Bombayı koyan İranlı” (Hürriyet) / “Mumcu Suikasti çözüldü” (Ortadoğu) / İran’dan para aldılar” (Milliyet) / “İşte o bombacılar” (Star).

Sabah’ın haberinden de görebileceğiniz gibi ülkenin Başbakan’ı bile “katil”den gidiyordu ve o günlerde kimse çıkıp “masumiyet karinesi”nden söz etmiyordu; öyle günlerdi...

Yakalananların “Mumcu’nun katilleri” olması o kadar “kesin”di ki, İki büyük gazetenin başyazarları, Oktay Ekşi (Hürriyet) ve Güngör Mengi (Sabah), bu hakikat üzerine yorum da yazmışlardı...

Oktay Ekşi, “‘Bu olayın altında devletin gizli servislerinin karıştığı kirli bir gerçek var’ inancı herkesin kafasına yerleşmeye başlamıştı” diyor ve kâbusun bittiğine şükrediyordu (Hürriyet, 8 Mayıs 2000). Güngör Mengi ise, “Apo gibi bir katili bile öldürmedi bu devlet, Mumcu’yu mu öldürecek?” diyor, “böylece o şaibe de ortadan kalktı” demeye getiriyordu (Sabah, 8 Mayıs 2000)

Hakkını yemeyelim, Uğur Dündar gazetelerden bir gün önce televizyonda patlatmıştı haberi (tıpkı, meşhur andıçın da Hürriyet ve Sabah’tan bir gün önce televizyonda Dündar tarafından açıklanması gibi). Dündar, “Ben üç İranlı ajana gözcülük ettim, onlar da bombayı Mumcu’nun arabasının altına yerleştirdiler” diyen Yusuf Karakuş’un polis sorgusunu hem de videobant olarak yayınlamıştı. (Evet evet, ta kendisi: Ergenekon duruşmalarında “nerde bu devlet, nerde bu hukuk, nerde hani masumiyet karinesi” diye hesap soran ünlü gazeteci.)

Umut operasyonu çöküyor...

İki başyazarın, “çok şükür katiller bulundu da devletimiz töhmet altında kalmaktan kurtuldu” diye sevindikleri gün, “Mumcu’nun arabasının altına bombayı koyan üç İranlı ajan”dan biri olduğu iddia edilen Abdülhamit Çelik’in eşi Tûba Çelik, bütün gazete ve televizyonları evine davet edip bir basın toplantısı düzenlemiş, cinayetin işlendiği gün olan 24 Ocak 1993’te İstanbul’da düğünlerinin yapıldığını söylemişti.

Tûba Çelik, gazetecilere, gözaltına alınan dokuz zanlıdan Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç veMehmet Şahin’in de düğünde olduğunu, Mehmet Ali Tekin’in video kamerayı bizzat kullanarak düğünü baştan sona görüntülediğini de söylemiş, gazetecilere gösterdiği davetiye ile de o gün gerçekten düğünlerinin yapıldığını kanıtlamıştı. Düğünle ilgili geri kalan her şey (videolar dâhil) eve baskın yapan polis tarafından götürülmüştü.

Sonrası çorap söküğü gibi geldi...

Savcı Hamza Keleş, gözaltıları gerçekleştiren İstanbul Terörle Mücadele Şubesi polisleri hakkında “işkenceyle yalan beyan almak” suçlamasıyla dava açtı... Arada başka bir sürü tuhaflık oldu... Mayıs sonuna gelindiğinde, Mumcu’nun, arka planda İran’ın olduğu “yerli irticacılar” tarafından öldürüldüğü iddiası neredeyse tamamen çökmüştü.. Düşünün ki, arada Emin Çölaşan bile “bu işte bir tuhaflık var” yazısı yazmıştı.

Hürriyet devrede: İran ve irtica işi!

Gazeteler, polise güvenip rezil olmanın öfkesiyle “Hani İran’dı, hani irticacılar”dı yayınına girişti...Akşam gazetesinin 25 mayıs tarihli manşeti, o günlerde basının içinde bulunduğu ruh hâlini çok güzel anlatıyordu: “Ayıklayın pirincin taşını...”

Yani:


“‘Faili meçhullerin ardından İran çıktı’ haberlerinin arkasını getiremedik. Umut operasyonu ile birlikte Ecevit, Kıvrıkoğlu ve Tantan Tahran’a sert çıktı. Ecevit’in ‘İran rejim ihracından vazgeçsin’ sözleri ilişkileri kopma noktasına getirdi. Ancak iddialar ortada kaldı. (...) Dışişleri Bakanı İsmail Cem, yakalanan İranlılar’ın Mumcu cinayeti ile ilgisinin olmadığını söyledi. (...) DGM Başsavcısı Volkan da, cinayetlerin ardında dış güçlerin bulunmadığını söyledi.”

Vaziyet sarpa sarıyordu; çiçek gibi “malzeme” elden gitmek üzereydi...

İşte Hürriyet tam o anda girdi devreye... Ortada kuşkulu bir nokta yoktu, tabii ki Uğur Mumcu cinayeti de önceki laik aydın cinayetleri gibi “İran ve irtica” işiydi... Hürriyet, bütün bunları, kendisine ulaştırılan “özel haber” sayesinde biliyordu... Haber, Hürriyet’te (5 Haziran 2000) “Acem Bülbülü” manşetiyle yayımlandı. Bu iki kelimelik manşet cümlesini şu alt başlık izliyordu:

“Konuşup her şeyi anlattı... İranlı ajan konuştuğu için başta Uğur Mumcu olmak üzere tüm faili meçhuller aydınlandı...”

Devam sayfalarında “Molla bülbülü öttü” başlığını alan haber, şöyle devam ediyordu:

“İran’ın yurtdışında işlediği cinayetleri koordine eden Behbahani Türkiye’de ortaya çıktı. Dört ay önce Van’dan gizlice giriş yapan Behbahani’nin gelişinden sonra, üzerinde Tahran şüphesi bulunan bütün cinayetlerin failleri teker teker yakalanmaya başladı.”

Ne var ki “Molla bülbülü”nün gerçekte bir “dezenformasyon bülbülü” olduğu kısa bir süre içinde ortaya çıkacak, Hürriyet gazetesi de 12 haziran tarihli nüshasında, iç sayfalarda tek sütuna verdiği bir haberle durumu kabullenecekti: “İranlı, sahte...”

Üç kritik cinayetle ilgili olarak benim Hürriyet’e söyleyeceklerim bunlar...

Gelin de Aydın Doğan’ın Nuriye Akman’a verdiği söyleşideki o cümleyi hatırlamayın: “Hürriyet, benden çok devletindir...”

---------------------------------------------------

Taraf-25 Aralık
Print