2024-10-14
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Gürbüz Özaltınlı
 
Fikir ve şiddete karşı mücadeleyi ayırabilmek
2016-01-18 00:25
Gürbüz Özaltınlı
Bir tür aydın aklının, nasıl siyasal aktivizme kaydığını; gerçeklikle, nesnelliğe sadakat ahlakıyla ilişkisini kesip attığını, bu bildiriden daha iyi hiçbir şey anlatamazdı bize.

Bu bir barış çağrısı değil. Barış bu metnin umurunda değil. “Hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritası oluşturması” nı talep eden ve PKK’ya göz ucuyla bile bakmayan, adını bile anmayan, tek bir istek yöneltmeyen bu sesin, yola “barış için” çıktığına inanacak kaç kişi bulabiliriz bu ülkede?

Peki, bu metnin gerçeklikle bir teması var mı? “Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikası” dürüst bir tespit mi? Devleti bugün yönetenlerin 90’lardan en belirgin farkı, sivillerin üstüne titremek gerektiğini; halkı kazanmadan savaşı kazanmanın imkânsızlığını anlamış olmaları değil mi? Silahlı öz yönetim ilanından bu yana PKK’nın ısrarla kent halklarını direnişe katılmaya; devlet şiddetiyle karşı karşıya getirmeye; göçleri engellemeye çabaladığını görmeyen kaldı mı? Bu kanlı oyunun merkezinde yatan en sert gerçek bu; her iki taraf da halkı kazanmadan savaşı kazanamayacağını biliyor.

Evet; bu bildirinin ne gerçekliğe saygısı var ne de barışı zorlamak gibi bir endişesi. Halil Berktay bu acayip savrulmanın temelinde “arkaik, anakronik bir solculuğun ‘ezilen milletin ne yaparsa yapsın haklılığı, devletin ise topyekûn haksızlığı’ takıntısı yattığını; bunun üzerine ‘devrimci şiddet’ ve ‘silâhlı mücadele’ fetişizmi bindiğini; piramidin en tepesine de AKP ve Erdoğan düşmanlığı oturduğunu” yazıyor. (Serbestiyet; “Aykırılık ve demokrasi” 14.01.2016)

Piramit metaforunu, ideolojik temel üzerinde yükselen ve fakat artık en tepeye yerleşen bir Erdoğan/AKP nefreti olarak anlıyorum ve tamamen katılıyorum… Evet, ideolojik bir alt yapısı var bu gelinen yerin. Fakat kanımca artık o ideolojiden de; rasyonellik arayan bir siyasi akıldan da bağımsızlaşan; biriktirilmiş, pekiştirilmiş, katılaşmış bir muhalif öfkeyle karşı karşıyayız. Bu kadar “okumuş” un böyle bir hizada toplanması; “ideoloji ve akıl ortaklığı” yla değil, artık hakikati umursamayan“duygu ortaklığı” ile açıklanabilir.

Ama asıl söyleyeceğim şu: Ben de, bu “aydın savrulması” nı, iktidarın sevmediği sesi cezalandırarak susturmaya çalışması kadar tehlikeli bulmayanlardanım.

Şiddet ile düşünceyi ayırmayan; siyasi/ahlaki yaptırımla hukuki yaptırımı birbirine karıştıran bir iktidardan hiçbir şey demokrasiyi daha fazla tehdit edemez.

Bu, basit bir sapma değildir. Fikir ve şiddet arasındaki sınırları silikleştiren; hepsini “ağır bir ihanet” içinde buluşturan ve faillerine “düşmana ne yapılırsa onun yapılmasını” öneren bir siyaset anlayışıyla “hak” kavramının yan yana gelemeyeceği açıktır. Demokrasilerde “Haklar”, aykırılıkları korumak için vardır. Demokratik yönetimleri “oluk oluk kanlarını akıtacağız” diye haykıran mafya lümpenliğinden ayıran şey de sadece sandık çoğunluğuna yaslanmak değil; azınlıkta olanların, çok aykırı, çok sarsıcı, çok öfkelendirici de olsa düşüncelerini ifade etme hakkına saygı göstermeleridir.

Sivil dünyanın sağduyusuna yapılan onca methiye eğer retorik değilse, tartışmaları devlet şiddetiyle zehirlemeye kalkmanın; bürokratik baskı kurumlarına çağrı çıkartmanın anlamı ne? Hakikatle yalanı; haklı ile haksızı ayıramayacağından mı korkuluyor toplumun?

Şu umudumu dile getirerek kapatayım: Son tartışmalara baktığımda, içimden bir ses Türkiye’de dipten giden bir akıntı olduğunu; açıkça ses vermese de, “şahin, susturucu, sert” çağrıların toplumun çoğunluğunda sanıldığı kadar karşılık bulmadığını söylüyor.

Umarım boş bir iyimserlik değildir bu.

---------------------------------------------

Yeni Yüzyıl-16 Ocak
Print