2024-03-29
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Yılmaz Çamlıbel
 
Duygu ve Düşünce
2013-09-16 13:19
Yılmaz Çamlıbel
Hepinize merhaba. İki ay süren uzun bir geziden sonra Almanya’ya geri döndüm. İki ay boyunca içinde yaşadığım duygu ve düşüncelerimi sizlere aktarmak üzere bilgisayarın başına oturdum.

Gezime, kızımın ve torunumum yaşadığı İzmir’den başladım. Onların dışında bir çok, eş, dost ve akrabalarımla görüştüm, hasret giderdim.

İzmir’ de varlıklı ve eğitimli insanların yaşadıkları şehir merkezindeki evlerin balkonlarında sallanan Türk bayraklarıyla Atatürk’ün posterleri dikkat çeken bir manzaraydı. Gençler, kollarına, omuzlarına ve göğüslerine Atatürk kelimesini yazdırmışlardı.

Bu ırkçılık kokan bir durumdu. Bana göre şehre, “Gavur İzmir” değil “Faşist İzmir” demek daha uygun düşer.

Daha sonra doğup büyüdüğüm Doğubayazıt’a gittim. Orada eşim ve oğlumla buluştum. Saatlerce Ağrı Dağını seyrettik. Ehmedê Xanî’nin kabrini ziyaret ettik. İshak Paşa sarayını gezdik. Aile kabristanını ziyaret ettik. Diyadin kaplıcalarına gittik. Muradiye Şelalasini gördük. Balık Göl’de piknik yaptık.

Eş, dost ve akrabalarımızla görüşüp dertleştik. Davetli olduğumuz evlerde damak zevkimize uyan mahalli yemekler yiyip, sıcak samimi sohbetlerde bulunduk. Büyük bir mutluluk yaşadık.

Şimdi de işin mutsuz yönüne bir göz atalım. Denildiği gibi Bayazıt büyüyor, ama habis bir ur gibi büyüyor. Şehirde mimari bir estetiğe rastlamak mümkün değil. Beton yığını ev ve dükkanlar. Ne cadde belli ne de sokaklar. Her yer pislik içinde. Şehrin bir imar planı bile yok. Çoğu evler ruhsatsız yapılmış. Şehir büyüdükçe, daha çok köye benzemeye başlamış.

Belediye yönetimi, sapla samanı bir birine karıştırmış durumda. Topluma huzurlu, temiz, çağdaş bir şehir yaratmak için organize edilen teknik bir kurum olan belediye, burada siyasi bir aksiyon gibi çalıştırılıyor. Sivil toplum kurumları ise parti gibi çalışıyor. Bu nedenle her şey birbirine karışmış. Ne siyaset, ne de sivil toplum örgütleri oluşmuyor, güçlenmiyor ve halka hizmet etme olgunluğuna erişemiyor.

Bu nedenle, çağdaş bir şehir oluşturmak için istihdam edilmesi gereken kadrolarda, mimar, mühendis, şehircilik uzmanları yerine siyasi militanlar çalıştırılıyor.

Evet, Bayazıt, çok büyümüş. Şehrin nüfusu 4 binden 100 bine yükselmiş. Sınır ticareti nediniyle şehrin ekonomik yapısı hayli dinamik. Emeksiz kazancın evrensel karekteri, şehrin sosyal yapısını şekillendirmiş. Kürt dilini ve kültürünü dejenere etmiş. İşin en hazin tarafı, Ehmedê Xanî’nin şehrinde herkes Türkçe konuşur hale gelmiş, Xanî’nin torunları Kemalist rejimin asimilasyon projesinden etkilenmiş duruma gelmiş.

Çocukluğumda, Bayazıtlılar her zaman ve her yerde Kürtçe konuşurlardı. O dönemlerde Türkçe konuşanlarla alay edilirdi, yuhalanırdı, hatta hakaret edilirdi. Şimdi ise Herkes Türkçe konuşuyor. Bu, utanç verici bir durumdur.

Daha sonra eşim ve oğlumla beraber eşimin memleketi olan Bingöl’e gittik. Klasik Kürt şarkılarına konu olan Şerefedin yaylasına çıktık. Beni ruhsal, bedensel ve zihinsel olarak şekillendiren Kürdistan coğrafyasıyla bir kez daha bütünleştim, mutlu günler yaşadım.

Kayın pederimin tüm aile bireyleri, işlerini ve güçlerini bırakıp, ailelerine yeni katılan enişteleriyle tanışmak için köye gelmişlerdi. Bu çok anlamlı bir jestti. Hepimiz bu buluşmanın tadını çıkarmaya çaba gösterdik. Kurban kestik, şehitlerin gömüldüğü kabristanı ziyaret ettik.

Koyu bir sohbete daldığımız bir akşamdı. Eşim, bu gecenin hatırı için, sesi güzel olan ablasının bize Bingöl Karêrbaba dağından gece yarısı yükselen dağlarından, şarkı söylemesini kendisinden rica etti. Bu teklif, herkes tarafından desteklendi. Baldızım, yanık sesiyle aşk şarkıları yerine, genç yaşta öldürülen Kürt gerillalarla ilgili ağıtlar söylemeye başladı.

Toplantı odası bir anda bir taziye evine döndü. Gözlerimizden yaşlar akmaya başladı. Bu güne kadar hiç bu kadar derin bir acı yaşamamıştım. Kelimenin tam anlamıyla kahrolmamıştım. Topluluk olarak vurgun yemiş gibiydik. Anlatılmaz acılar içindeydik.

O gece, “Kürt- Türk kardeşliği” lafının bir temenniden öteye geçmiyeceğine bir kere daha inandım. Yıllarca süren ve giderek derinleşen bu dayanılmaz acılar ortada dururken, kardeşlik lafının göz boyamadan öteye geçmiyeceği ortadadır.

Daha sonra tek başıma Ankara, Eskişehir ve İstanbul’a gittim. Akrabalarımı, dostlarımı ve arkadaşlarımı gördüm. En sonunda Almanya’ya geri döndüm. Ve kaldığım yerden düşünmeye, konuşmaya ve yazmaya başladım.




Print