2024-03-29
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Berat Özipek
 
Kendimizi güvende hissedebilir miyiz?
2016-07-30 20:14
Berat Özipek
Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yapmış ve darbe girişimine katılan askerlerin ordunun yüzde 1 buçuğundan ibaret olduğunu söylemiş.

Bu açıklamadan çıkarmamız gereken sonuç nedir?

“Çok rahatladım” mı demeliyiz? Yoksa “madem öyle, halk garnizonların önünde, köprübaşlarında ölürken geçen uzun saatler boyunca, ordunun kalan o yüzde 98 buçuğu neredeydi?” diye mi sormalıyız?

Darbecilerin elindeki gemi sayısı 3’müş; bu da yüzde 1’e karşılık geliyormuş. Bugün gerçekten asıl konuşulması gereken bu oranlar mı? Günlerdir tatmin edici bir açıklama bekleyen çok daha temel sorular yok mu?

Örneğin MİT 16.00’da bildirinceye kadar Genelkurmay Başkanlığı darbeden hiç haberdar olmamışsa, Genelkurmay’ın kendi istihbarat mekanizmasında bir problem yok mudur? MİT’in darbe gününe kadar girişimin farkında olmaması bir problem. Peki askeri istihbaratın darbe anına kadar farkında olmamasıyla ilgili bir açıklama duyduk mu?

MİT’in bilgilendirmesinden sonra geçen saatler boyunca bu bilgi, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım olmak üzere, ülkeyi yönetenlerle zamanında paylaşılmış mıdır?

Genelkurmay Başkanı Akar ve kuvvet komutanlarının “orduda hareketlenme” istihbaratına rağmen o yüzde bir buçuk tarafından kolayca ele geçirilmiş olması, her şeyden kurumsal bir sorumluluğa ilişkin bir açıklamayı gerektirmiyor mu?

Hazır sayı ve envanter bahsi açılmışken, Türkiye’nin dünyada en fazla generale sahip ordunun bizde olduğu, general sayısının Çin’inkiyle kıyaslanabileceği söyleniyor. Madem oran veriyoruz, onların yüzde kaçı 15 Temmuz’da darbe karşıtı mücadelenin içinde olmuştur, kaçından haber alınamamıştır, onu da duyalım.

Genelkurmay, “asker elbiseli teröristler”den söz ediyor açıklamasında. Darbeyi ve darbecileri TSK’ya sızmış ayrıksı unsurlar olarak sunması, sorunu Gülenist darbeci çeteye indirgemesi, kurumsal sorumluluğuyla yüzleşmeye hazır olmadığını gösteriyor. Darbe kültürü, geleneği ve her dönem farklı bir darbeci ekibi üreten bir pratiği olan sorunlu bir yapıya ilişkin gerçekçi bir muhasebe ve özeleştiriden çok uzak hala.

Bu tabii sadece asker bürokratların yüzleşmesi gereken bir gerçek değil. Son tahlilde demokratik seçimlerle iş başına gelenlerin bu sorunlu yapı ve işleyişi değiştirmesi gerekiyor.

Bunu yolu da öncelikle darbeyi ve darbecileri, orduya sızmış ayrıksı unsurlar olarak değil, yapısal bir sorun olarak görmekten ve orduyu demokratik hukuk devletleri örneğinde yeniden yapılandırmaktan geçiyor.

Darbeci bir ekip veya cunta oluşturan bir yapı ve işleyiş varsa, her dönem başka bir gerekçe ve başka bir ekiple -Atatürkçülük, laiklik, ülke bütünlüğü, din, hizmet veya demokrasi adına; “Milli Birlik Komitesi” veya “Yurtta Sulh Komitesi” eliyle- yine denenebilir.

Önemli olan, “komiteci ve komitacı” üreten yapıyı değiştirmektir.

Hala kritik günlerdeyiz ve seçtiğimiz makamlar meydanları terk etmememizi istiyorlarsa etmememiz gerekir.

Orduda kim kimdir, hangi asker bürokrat bu işlerin içinde olmuştur bilmem. Ama kimin tam olarak ne yaptığını anlayamadığım, emin olamadığım bir ortamda güven duyabileceğim ve talepte bulunabileceğim makamı biliyorum.

Öyle veya böyle, bu süreçte bir vatandaş olarak ben seçilmiş meşru temsilcilerimi bilirim ve ondan da benim hukukumu korumasını bekliyorum.

Kısa vadede yapılması gereken, ordunun yeni üst düzey kadrosunu güven verici isimlerden seçmek olabilir; bu anlaşılabilir.

Ama asıl çözüm, ordunun demokratik sistemlerdeki gibi, Weberyen “hukuki- rasyonel bir bürokratik kurum” olarak yeniden düzenlenmesinden başkası değil.

Bu gerçekleşmedikçe darbe tehlikesinden yana güvende olmayacağız ve yarın başka bir komitacının bize başka bir bahaneyle kabus yaşatmasından korkacağız.

------------------------------------------------

29Temmuz
Print