2024-03-19
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Murat Belge
 
Nükleer özlemler
2019-09-18 16:33
Murat Belge
Murat BELGE

Epey uzun bir süreden beri, zaman zaman gelip aklıma takılır: Acaba Türkiye’nin nükleer silah üretmek üzere üstü örtülü bir faaliyeti var mı? Siyasetle ilgili birçok kişinin zihninde böyle bir özlem bulunduğunu bilmiyorum ama kuvvetle tahmin ediyorum. Nükleer rüyası görenlerin ille şu ve şu partilere ya da ideolojilere bağlı olacağını da düşünmüyorum. Türkiye gibi tek geçerli ideolojinin milliyetçilik olduğu (onun koyuluk derecesi ve bazı ayrıntıları farklılaşıyor olabilir—olsa da) bir toplumda böyle bir konunun bir “milli koalisyon” zemini oluşturabileceğini daha akla yakın buluyorum.
Malum olduğu üzere, öncelikle de nükleer silaha sahip olan ve muhtemelen şimdiye kadar bunun yığınaklarını gerçekleştiren ülkeler, başkalarının bunları üretmesini istemiyorlar. Bu da hep gündemde olan bir olgu; işte İran ve İran’a karşı birçok ülkenin beslediği endişe! Onun için, “ben de isterim” diyen milletler bunu kısık sesle söylemek ve hedefe erişmek için yaptıkları işleri de gizli tutmak durumundalar. Şimdi orta yerde “şüpheli”, “olağan şüpheliler”den İran ama kim bilir başka hangi ülkeler alttan alta çalışmalarını yürütüyorlar.
Çalışmasını “alttan alta” yürütme gereği duymayanlardan biri de Kuzey Kore. Kuzey Kore “demokrasisi”ni biliyoruz. Kim hanedanının üçüncü kuşağı demek olan şimdiki başkanını da—muhtemelen ne yaptığını, ne istediğini anlamıyoruz ama—izliyor, gözlüyoruz. Bu adamı bir elinde atom bombasıyla göz önüne getirmek ciddi bir kabus. Ama adam yürüyor yolunda. Böyle birine “dur” demenin yolu nedir, onu da bilmiyoruz.
Bunlar bu silahları edinmek üzere yola çıkmış olanlar. Henüz yola çıkmamış ama çıkmak için fırsat, zaman, imkân, uygun konjonktür v.b. bekleyenler, “nükleer güç” olma kuyruğuna girmiş olanlar, öyle tahmin ediyorum ki bayağı kabarık bir rakam oluşturmaktadır.
Çünkü “nükleer” demek, “güç” demek; dünyada, gücün bu türlüsüne düşkün olanlar da herhalde çoğunluğu oluşturuyordur.
Örneğin Pakistan nükleer bir “Arsenal”e sahip. Pakistan’ın “güçlü bir ülke” olduğunu söylemek pek akıl kârı bir şey değil. “İstikrarlı” bir ülke olduğunu söylemek de öyle. Etliye sütlüye karışmadığı söylenebilir mi? Kuzeyinde, Afganistan’da bitmek bilmeyen kavgada Pakistan da bir biçimde var. Güneyinde ezeli düşman Hindistan ve bugünlerde gene işler karışık. Nereden baksan daha “güçlü” görünen Hindistan’a kafa tutuyor Pakistan, çünkü nükleer silahı var.
Neyse, dünyada buna benzer şeyler olmaktayken Tayyip Erdoğan bu konuda da “içinden geçenler”i dışavurdu. Tayyip Erdoğan yalnızca bir “nükleer güç” olma isteğini dile getirmedi. Bu konuda çalışmalara başlandığını da bildirdi.
“Netameli” bir konu. “Böyle bir girişim var mı?” diye sorsanız, AKP türü bir parti “ulusal sırları faş etti!” diye işi hıyanet-i vataniyeye kadar getirebilir. Öyle olduğuna inandıklarından değil, “düşmana karşı” puan kazanmak için. Ama işin kötüsü, bu ideolojiye eğitilmiş ve yetiştirilmiş toplumda böyle kampanyalara hak verecek çok kişi de bulunur.
Ama şimdi Cumhurbaşkanı açıkladı ki biz de kuyruğa girmişiz.
Haydi hayırlısı.
Tayyip Erdoğan epey bir süredir uluslararası siyasette var olan hegemonyaya kafa tutma yöntemini benimsedi. Yani böyle bir konuda, diyelim Amerika, “O çalışmayı durdurmanızı tavsiye ederim” diyecek olsa, “Sende var da, niye bende olmasın?” anlamında bir cevap verecek.
Buna da “haksız” denemez. Zaten olayın “hak”la, “hukuk”la bir ilgisi yok, “güç”le ilişkisi var. O “Amerika” olduğu için nükleer silah bulundurma hakkının da, başkalarına “Sakın ha!” deme hakkının da kendisinde olduğuna inanıyor. Bu inancından kolay kolay vazgeçeceğini ummak da gerçekçi olmaz.
Dolayısıyla hukukun gerçekten belirleyici olduğu bir ortam kurulabilse, Amerika’ya “Sen bu hakkı nereden aldın?” diye sormak mümkün; hatta, Japonya’nın iki kentinde onca sivilin, çocuğun vb. ölümüne yol açmanın hesabını sormak da mümkün. Bunları sormaya şimdiden (yani hukukun belirleyici olmadığı bir ortamda) sormanın da herhangi bir sakıncası yok. Ama,
“Sende varsa ben de yapacağım” demek bir çözüm değil, yani global bir çözüm değil; var olan nükleer depoların yarattığı tehlikeye karşı doyurucu bir uluslararası çözüm değil; aslında sorunu büyüten, yayan, daha çetrefil bir şekle sokan bir şey.
Ben nükleer silah üretimine karşıyım (malumu ilam); ama yalnız silah değil, “nükleer santral” falan gibi “barışçıl” kullanımlarına da dostane bir gözle bakamıyorum. Bunlarla (silah veya santral) mücadele edenlerden yana oldum hep. “Yana oldum” dediysem gidip CND’nin o görkemli Trafalgar mitinglerine katılmadım ama o tarihte orada olsam mutlaka giderdim.
“Santral”e de karşıyım çünkü daha güven verici bir teorik donanıma ulaşmadan işin pratiğini başlatmayı tehlikeli buluyorum. Bir tarafta Çernobil dururken anlamsız bir şey mi söylemiş oluyorum? Bu yakınlarda Japonya’da olanlar bir kenarda dururken. Çernobil komünist rejim ayaktayken, onun teknolojisiyle oldu. Japonya kapitalist dünyanın aslarından.
Tabii denebilir ki, bir pratiği başlatmadan, o çerçevede olabilecek kazaları da bilemezsin. Eyvallah, bu da doğru. Ama o zaman ben de geçenlerde gene yazdığım gibi “büyüme” türünden konulara girerim, iş uzar ve karışır.
Şimdiye kadar nükleer üretimini kurmuş ülkeler, şu köşede duruyorlar. Kurmamış (kuramamış) olanlar da öbür köşede. Derken Türkiye köşelerin birinden ayaklanıp öbür köşeye gidiyor. Bu olunca ne oluyor, ne çözülüyor? Devam edelim metafora: bir ay sonra Polonya aynı şeyi yapıyor; derken Arjantin köşe değiştiriyor. Sıra geliyor Mısır’a. Devam: Angola, Guatemala ı-lh. Ne oluyor? Çözülen ne?
“Güçlü” olmanın silahlarla, bombalarla ya da vinçler ve ekskavatörlerle sağlandığına inananlardan değilim. Bu türden bir “güçlü olma”nın “gerekli” olduğuna da inanmam. “Değer”lere inanırım. Bir köşeden öbür köşeye geçerek hesapça “paçamı kurtarma”nın bir “kurtuluş” olduğuna da inanmam. Bombalı ve bombasız dünyalarda bombasız yaşama idealini ve bilincini yaymak üzere, “bombasızlar bloku”nun içinde bulunmaya inanırım.
Bunun günümüzde bir azınlık tutumu olduğunu biliyorum, ama bu dünyada özgürlük ve eşitliğe yol açmış bütün düşünceler başlangıçta azınlık tutumuydu.

Marmara Yerel Haber-10 Eylül 20ı9
Print