|
Hangi Türkiye’yi tercih edelim?
|
2019-09-18 16:35
|
Ali Bayramoğlu
|
|
Kemalistlerin, solcuların, askerlerin, dindarların, bu ülkedeki her grubun benzerlikler içeren kendi otoriter melodisi olur. Ancak yine hepsinin aynı oranda benzeşen hukuk ve demokrasi beklentileri de vardır. Fasıllarla yen değiştirirler. Şimdi ikinci faslın zamanıdır. ürkiye’de olumsuz gelişmeler kadar olumlu olanlar da var. Bazı hamle ve hadiseler umutları kırarken diğerleri umutları yükseltiyor. Ama bu ikili durum, gelişmelerin birbirini dengelemesi ve durumun idare edilmesi şeklinde olmuyor. Umut verici gelişmeler çapı ve alanını her geçen gün genişletiyor ve galebe çalacak bir istikamette ilerliyor. Böyle bakınca karşımızda iki Türkiye görüyoruz. İlk Türkiye’de topluma, siyasete ve özgürlüklere meydan okunuyor. Farklı olanın ve eleştirinin susturulması ve cezalandırması sıradan bir işlem haline geliyor. Bu Türkiye’yi neden tercih edelim? CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun, 7 yıl önce çektiği, söz ve duygunun özgür ifadesinden öte anlam taşımayan iki satırlık sosyal medya mesajlarından dolayı 9 yıl hapse mahkum olduğu bir düzenin neresi benimsenebilir? “Devletin manevi şahsiyetini aşağılamak”, “devlet başkanına hareket”, “Türklüğü karalamak”, “toplumu kin ve nefrete sürüklemek ve tahrik” gibi kağıt üzerinde son derece ağır, ancak geleneğimizde ve fiilen hafif ve siyasi olan suçlamalar, askeri dönemlerden sivil otoriter evrelere kadar hiç işlevini değiştirmeden devam ediyorsa, bu ülkede hangi demokrasi kırıntısından söz edelim? Çeşitli ceza yasalarında 301., 312., 159.’cu maddeler olarak varlığını sürdüren bu yasa hükümlerinden bizzat ben kaç kez yargılandığımı hatırlamıyorum bile. 12 Mart’tan 12 Eylül’e, 28 Şubat’tan bugünlere hiç değişmeyen, siyasi öneriyi ve siyasi eleştiriyi kriminalize eden bu tezgahtan, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Çetin Altan, (unutmayalım) bir şiir okuduğu için Tayyip Erdoğan gibi dönemlerinin muhalif ve sorgulayan tüm yazar, çizer, düşünür, siyasetçileri geçtiler. Sadece siz olduğunuz için sigaya çekildiğiniz bir tezgahta, başkasını sadece o olduğu için sigaya çekmenin, dövüldüğünüz sopayla başkalarını dövmenin, sistem ve zihniyet olarak neye işaret etiği açıktır. Seçimlerin üzerinden daha dört ay geçmeden, her biri yüzde 50’yi aşkın oyla seçilmiş belediye başkanlarını görevden alan, yerine vali atayan, meclisten geçen eş başkanlık yasa hükmünü yok sayıp bunu uygulayanlara dava açan, onlarca milletvekilini hapse tıkan, sorunun telaffuzunu bile suç haline çeviren bir politikayı, eğer aklınızı yitirmediyseniz, Kürt meselesinin çözümü olarak nasıl görürsünüz? Siyasi iktidar, kimi vakıflar ile belediyeler arasındaki parasal ilişkilerin sorgulanmasını İslami kesime baskı ilan ettiği zaman, suiistimalleri inancın arkasına sakladığı vakit bunun neresine inanacaksınız? Ülkenin mevcut yönetim ve siyaset anlayışından uzak düşen, bir dönem AK Parti’de ülkenin en başarılı işlerine imza atmış, sonra bir şekilde tasfiye edilmiş siyasilerin sorumluluk hissiyle yeni siyasi parti kuruma girişimlerini, eleştirilerini, ihanet ve bölücülük olarak tanımlamayı hangi siyasi akla ve demokratik anlayışa sığdıracaksınız? Karşımızdaki bir Türkiye bu. Ancak, toplum hayatında ve siyasete statik hiç bir şey yoktur. Her şey karşı ağırlığıyla vardır ve ağırlık ürüyor. İstanbul başlı başına bunun bir örneği ve sahnesi. İmamoğlu, Kaftancıoğlu gibi isimler CHP’nin geleneksel yapısını ve zihniyetini zorluyorlar. Varlıkları ve dilleri, özellikle İmamoğlu’nun seçim başarısı, bu başarı sırasında kurulan toplum-siyaset-umut ilişkisinin ürettiği siyasi güç ve enerji CHP Genel merkezinin siyasi söylemini etkilemiş, hatta değiştirmiş görünüyor. Ve merkezden çok çevrede bir siyasi kuvvet oluşumuna yol açıyor. Asıl önemlisi İmamoğlu, Kaftancıoğlu ve diğerlerinin siyasi iktidarın karşısına çıkış biçimleri ve bunun yarattığı etkilerdir. Bu çıkışı, ideoleojik vurgularla değil, somut meselelerle, kanıtlı örneklerle, yeni önerilerle, toplum ve siyaset arasındaki yeni köprülerle yapıyorlar. Sorular soruyor, sorguluyor, cesaretli kararlar almayı, hamleler yapmayı biliyorlar. Kötünün ve yanlışın üzerine somut örneklerle gitme, farklı bir yönetim tarzını sergileme, siyasi dili değiştirme, ülkenin makro sorunlarında (İmamoğlu’nun Diyarbakır ziyaretinde olduğu gibi) ortada olma, tavır alma konusunda etkili bir şekilde ilerliyorlar. Uzlaşı, merkezin yeniden inşası, şeffaflık, demokrasi, özgürlük ve sistemin özerk parçalardan oluşması gibi aranan, belki de oluşan, yeni döneme ait bir siyasi paradigmanın temel unsurlarını içeriyor, yeniyi temsil ediyorlar. 2000’lerin başında iddialarıyla, önerileriyle, toplum-siyaset bağıyla, yerel ve evrensel değerleri sentezleme isteğiyle AK Parti’nin yaptığı gibi... Bu gelişme, söz konusu karşı ağırlığın, yeni kaçınılmaz girdilerin sadece bir veçhesi. Diğer veçhede, Babacan ve Davutoğlu’nun çıkışları var. Babacan’ın Salı günü Karar’da yayınlanan söyleşisi, başlattığı siyasi yürüyüşün yeni bir etabını oluşturuyor, birkaç ay içinde siyasi parti kuracağını ilan ediyordu. Babacan ve Davutoğlu’nun çıkışları ikili bir mantık üzerine oturuyor. Önce ortada Türkiye’nin bugün geldiği noktayla ilgili bir itiraz meselesi var. O zaman bu çıkışlar, bir yanıyla, AK Parti’yi kuran, başarısına önemli katkıda bulanan bir grup siyasetçinin, “bizim hayalimiz, yapmak ve varmak istediğimiz yer, hedef bu değildi” tarzı bir itiraz ve sorumluluk hamlesi olarak görülebilir. Ancak diğer taraftan yeni bir siyasi dilin, arayışın temsilcisi olma iddiasını taşıyorlar. Bu açıdan Babacan’ın şu sözlerinin altını çizmek gerek: “AK Parti’nin kuruluş döneminin şartları ile bugünün şartları çok farklı. Şu anda toplumun tümünün ortak dertleri var. Her alanda yeni stratejiler, yeni programlar, yeni planlar yapılması gerekiyor. Yeni bir gelecek vizyonu gerekiyor” (...) “Dürüst, akılcı, serinkanlı, sakin ve incelikli bir dil kullanacağız, Türkiye gerginlik politikalarından yorgun düştü” (...) “Türkiye içine kapandığı zaman fakirleşir, demokrasi zayıflar...” Davutoğlu’nun manifestosu da aynı tınıda. Bir yanda Davutoğlu ve Babacan, diğer yandan İmamoğlu iki farklı siyasi eğilimden gelen, ancak özgürlükler, şeffaf yönetim, hukuk devleti konusunda benzer, ortak iddiaları isimler. Bir aslında bir zemindir, siyasi anlamda “yeni”nin, “yükselen siyaset”in altını çizen önemli bir zemin... Toplumun da bu Türkiye’yi tercih ettiğine, beklediğine, yeni siyasi bakışı taçlandıracağına şüphe yok. -------------------------------------------------------------------- Marmara Yerel Haber-12 Eylül 2019
|
|
|
|