2024-03-28
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Alper Görmüş
 
Barzani nefreti neyin turnusol kâğıdı?
2019-11-07 20:37
Alper Görmüş
Bir Kürt meselemiz olduğunu nihayet kabul ettikten hemen sonra bu kabulün yanıbaşına bir de rezerv ekledik: “Ama Kürt meselesinin çözümünü tartışırken Türklerin hassasiyetlerini de unutmamalıyız...”

Bazı okurlar hatırlayacaktır, ben bunu eskiden beri “Kürt sorunundaki Türk sorunu” olarak adlandırıyorum... 2012’nin sonunda başlatılan Çözüm Süreci’ne kadar bu sorunu tek veçheli görüyor ve şöyle tanımlıyordum:

“Kürt sorunundaki Türk sorunu, Türklerin, ortada ciddi hiçbir neden yokken bazı Kürtlerin sırf kötülük olsun diye dağa çıkmalarına inanmaları sorunudur...”

“Kürt sorunundaki Türk sorunu”nun çözümü için de, Kürtlerin geçmişte neler yaşadıklarını Türklere anlatmanın etkili yollarının bulunması gerektiğini savunuyordum. Bunun bir yolu bulunamaz, o bilgisizlik alt edilemezse gidilecek hiçbir yol yoktu. Çünkü “Kürt sorunundaki Türk sorunu”, bilgisizliğe bağlı bir duyarsızlık; duyarsızlığa bağlı bir kibir sorunuydu...

Çözüm sürecinde yaşananlar, iktidarın ve medyanın istemesi durumunda bu bilgisizliğin giderilmesi yönünde etkili adımların atılabileceğini gösterdi. Ne var ki, aynı süreç içinde ortaya çıkan bir dizi olgu, “Kürt sorunundaki Türk sorunu”nun çok daha köklü bir başka veçhesinin olduğunu gözler önüne serdi, o da şuydu: Türkler, Kürtlerin geçmişte yaşadığı acıları ve haksızlıkları öğrenmeye başladıklarında “Kürt kardeşleri” için üzülmeyi de öğrenebilirlerdi, fakat “Kürt kardeşler”in “eşitlik” talebiyle ortaya çıkmaları durumunda külahlar değişilirdi; işte bu olmazdı.

Kardeşiz ama eşit değiliz!

Yani aslında “Kürt sorunundaki Türk sorunu”nun, biri nispeten daha kolay aşılabilecek, öbürü ise çok daha köklü olduğu için kolay kolay aşılamayacak iki temel veçhesinden söz etmek gerekecektir.

Karşımızdakini “kardeş” olarak kabul etmekle eşitimiz olarak kabul etmek arasında dağlar kadar fark vardır. Gerçekten şefkat duyduğunuz küçük kardeşiniz, siz onun yanında yaptığınızda hiçbir sorun teşkil etmeyen bir davranışı (mesela sigara içmek) yanınızda sergilese ne hissedersiniz? Bir irade, sizi sevip şefkat gösterdiğiniz küçük kardeşinizle eşit statüde olmaya zorlasa, mesela yanınızda sigara içmeyi kardeşinizin eşitlikten kaynaklanan bir hakkı olduğunu size anlatsa... Ne hissedersiniz?

Bir “şefkat kardeşliği”ne eşitlik zerk etmeye kalkarsanız, istisnalar hariç karşılaşacağınız şey, şefkatin azalmasıdır. Çünkü şefkat, eşitsizliğin tarlasında boy atan bir duygudur ve yönü kuvvetliden zayıfa doğrudur.

“Kardeşimiz Kürt” bizden bir de “eşitlik ve saygı” talep ettiğinde başına neyin geldiği belli de, bunu açıkça ifade etmek o kadar kolay değil, çünkü o zaman “kardeşlik” vurgusunun üzerindeki yaldızlar da dökülecek.

Türk milliyetçiliği ile Türk ulusalcılığının, içlerindeki nefreti dökmek için baş vurduğu araçlardan biri de her fırsatta Barzani düşmanlığı yapmak... Barzani nefretinin bugünlerde yine alevlenmesi boşuna değil. Çünkü Barzani nefreti, kendi Kürtlerimiz üzerinden ifade ettiğimizde ayıp kaçacak bir duygumuzu kusmak için mükemmel bir araç niteliğinde: Temsil ettiği Kürtlerin eşit insan ve vatandaş sayılmalarında önemli rol oynamış bir Kürt lideri aşağılarken şunu söylemiş oluyoruz: Biz, böyle bir eşitliği asla kabul etmeyiz!



Türkiye’yi ziyaretinde Barzani’nin Kürtçe konuşmasına izin vermemekle övünmek!

Sosyal medyadaki Barzani nefreti için bugünlerdeki vesile, FoxTV haber sunucusu Fatih Portakal’ın sözleri... Fakat ben, zaten çok bilinen bu örneği geçip, farkına varılmamış taze bir örneği ve daha eskilerden bir örneği hatırlatmak istiyorum...

Birinci örnek: “1992… ABD ‘davet edeceksiniz’ dedi. Bizimkiler ‘peki’ dedi. Barzani tarihte ilk kez Ankara"ya geldi. Cumhurbaşkanı Özal"ın himayesindeydi. MİT tesislerinde kalıyordu. Başbakan Demirel tarafından ağırlandı. Süklüm püklümdü. Kürtçe konuşmasına izin verilmedi, Arapça konuşuyor, tercüman Türkçe"ye çeviriyordu.” (“Beraber yürüdük biz bu yıllarda, Yılmaz Özdil, Sözcü, 11 Ekim 2019).

Aradan çeyrek asır geçmiş, devletin bile “çocukça hata” diye andığı “Kürdün Kürtçe konuşmasına izin vermeme”yi bugün dahi marifetmiş gibi anan bir Türk ulusalcılığı...

“Adına Barzani denilen alçak ve adi herif...”

İkinci örnek: Bu örnek, Barzani nefretinin asıl, onun, temsil ettiği Kürtlerin eşit insan ve vatandaş sayılmalarında önemli rol oynamış bir lider olmasından kaynaklandığını daha iyi anlatıyor:

“Sevgili okurlarım, Türkiye Cumhuriyeti dün ve önceki gün, ne yazık ki kendi yarattığı acı bir olaya tanıklık etti. Bayrak direklerine Kürdistan paçavraları çekildi!



“Niçin? Zira adına Barzani denilen alçak ve adi herif Türkiye"yi resmen ziyaret ediyordu. Geldi… Önce bizim dünya lideri, sonra da sadrazam Binali Bey"le resmi görüşmelerde bulundu.

“Aşiret reisi Türkiye ziyaretini ‘Devlet Başkanı (!)’ kimliği ile yapıyordu. İstanbul ve Ankara"da sözde Kürdistan bayrağı işte bu nedenle çekilmişti. Şimdi sormak gerekir, bu herif hangi devletin başkanıdır? Dünyada Kürdistan diye bir devlet var mıdır? Türkiye Cumhuriyeti Devleti nasıl olur da o katile devlet başkanı muamelesi yapar, paçavrasını göndere çeker?” (Dünden bugüne Barzani olayı”, Emin Çölaşan, Sözcü, 6 Ekim 2017).

İki örneği de ulusalcılardan verdim ama isterseniz internette milliyetçilerden gelen nâmütenâhi Barzani düşmanlığı yazısına da ulaşabilirsiniz...

Verdiğim örnekleri ve bulacağınız başka yazıları okurken, Barzani’nin bir zamanlar Türkiye’yle birlikte PKK’ya karşı askeri ittifak kurduğunu ve bugün bile PKK’yı eleştirdiğini de unutmayın. Yani hiçbir şey ulusalcıların ve milliyetçilerin Barzani düşmanlığını seyreltemiyor.

Nedeni çok açık: Çünkü o, Kürtlerle başka milletlerin (tabii bu arada Türklerin) eşitliğini imâ eden bir politik figür; en kabul edilemeyecek şeyin sembol ismi.
Print