|
Hasan Cemal |
|
|
|
|
|
|
|
Eyy Erdoğan! Hayal kurma, hayatı ve Türkiye'yi avucunun içine alamazsın!
|
2014-01-04 19:21
|
Hasan Cemal
|
|
Yeni yıl hüzünle geldi. Boğaz"a bakan çam ağaçlarının arasına hatıraların salıncağını kurdum. Bütün dünyanın avucumuzun içinde olduğunu sandığımız o yılları düşündüm. Yanılmak diye bir sözcük yazılı değildi defterimizde... Hayatta yanılmaya hakkım olduğunu henüz bilmiyordum. Bu gerçeği zamanla öğrendim. Hayal kırıklıklarıyla öğrendim.
İçimden seslenmek geliyor: Eyy Tayyip Erdoğan! Hayal kurma. Hayatı, Türkiye’yi avucunun içine alamazsın. Tek adam olamazsın bu ülkede. Bir an önce frene bas. Öylesine kötü oynamaya başladın ki, böyle giderse, sayende ve aklı evvel danışmanlarının "katkıları"yla asker yeniden siyasete girecek, bunun işaretleri belirginleşiyor, farkında değil misin?..
Bu yıl öyle oldu.
Yeni yıl hüzünle geldi.
Kim bilir belki yıllar çok çabuk geçmeye başladığı için öyle...
Gençken hızla akıp giden zamanı düşünmez insan...
Tek bir cümle, yeni yıl hüznümü derinleştirdi:
“... Bütün dünyanın avucumuzun içinde olduğunu sanırken...” (*)
Boğaz’a tepeden bakan çam ağaçlarının arasına hatıraların salıncağını kurdum.
O yıllar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitmeye başladı.
Bütün dünyanın avucumuzun içinde olduğunu sandığımız o yılları düşündüm.
Öylesine yıllardı ki, hayallerimizin son bulabileceği bir nokta aklımızın ucundan bile geçmezdi.
Yanılmak diye bir sözcük yazılı değildi defterimizde...
Eluard’ın dizeleriyle avucumuzun içindeydi dünya:
Günleri ve mevsimleri
hayallerimize göre
yeniden yaratacağız
Gençtik.
Devrimciydik.
Hayat avucumuzun içindeydi.
Türkiye’yi de, dünyayı da değiştirecektik.
Bu konuda en ufak bir kuşkumuz yoktu.
Çünkü, gerçek bizim tekelimizdeydi.
Hayata dair doğruları yalnız biz biliyorduk.
Kendimizden o kadar emindik.
Yanılma hakkını zamanla öğrendim
Romandan bir cümle daha:
“Gençken, ölümsüzmüşüz gibi yaşarız.”(s. 216)
Öylesine yıllardı ki, hayatta yanılmaya hakkım olduğunu henüz bilmiyordum.
Bu gerçeği zamanla öğrendim.
Hayal kırıklıklarıyla öğrendim.
Yaşadığım hayal kırıklıklarından çok ders çıkardım.
Hayatı avucumuzun içine almanın ne kadar imkânsız olduğunu öğrendim.
Bunu öğrenmek bir an değil, bir ‘süreç’ti.
Sürecin adı da ‘demokrasi’ydi, bugün de devam etmekte olan...
Hayatın tüm farklılıklarını, tüm renklerini aynı çatı altında ama barış ve huzur içinde yaşatabilecek daha iyi bir düzen bulunamadığına göre, demokrasiyi benimsemekten başka çare yoktu.
Hukukun üstünlüğüne, insan hakları ve özgürlüklere, kadın-erkek eşitliğine sarılmaktan başka bir çare yoktu.
Dün de yoktu, bugün de yok.
Hayatı avucunun içine alamazsın.
Dünyayı avucunun içine alamazsın.
İdeoloji adına da, din adına da alamazsın.
Almaya kalkanların insanlığa yaşattıkları acıları, trajedileri gözünüzün önüne getirin.
Dünya savaşlarını, iç savaşları, soykırımları, ihtilalleri, darbeleri, yıllar boyu süren totaliter ve otoriter rejimleri düşünün.
“Benim milliyetçiliğim seninkinden çok daha güzeldir!” diyen kafa yapılarının damgasını vurduğu, demokrasi kültüründen nasibini almamış siyasal düzenleri aklınıza getirin.
Ne kadar kan ve gözyaşı akıttılar.
Yine de hiçbiri kalıcı olamadı.
Hepsi yıkıldı gitti.
Bugün dünyada varlığını sürdürenlerin de kaderi farklı olmayacak.
Hayatı ve dünyayı avuçlarının içine alacaklarını sananların sonu hep hüsranla bitecek.
Yeni yılın ikinci günü bu satırları yazarken elbette Türkiye’yi de düşünüyorum.
Gidiş nereye sorusu aklımı kurcalıyor.
Siyasal belirsizlik gündeme olanca ağırlığını koymuş durumda.
Önümüzü göremiyoruz.
Güven ve istikrar sözcüklerinin anlamından çok şeyler kaybettiği çok sisli bir ortamdayız.
Neden böyle?
Sorunun tek bir yanıtı var:
Tayyip Erdoğan!
Sözü uzatmak, allayıp pullamak gereksiz.
Erdoğan tek adam olmak istiyor.
Her şey iki dudağının arasında olsun istiyor.
Öylesine hırslı.
Her geçen gün de bu siyasi hırsı büyüyor.
Siyaseti, Türkiye’yi avucunun içine alabileceğini sanıyor.
Yılın son günü Millete Hizmet Yolunda konuşmasını izliyorum televizyonda.
Söylediklerinde yeni bir şey yok.
Benim dikkatimi çeken kasılmış yüz ifadesi...
Yüz hatlarındaki gerginlik...
Bakışlarına sinmiş öfke...
Göz bebeklerinde yanan rahatsız edici ışık...
Yüz hatları öyle ki, kendisi gibi düşünmeyenlere sanki düşman gibi bakıyor.
İçimden kendisine seslenmek geliyor:
Eyy Tayyip Erdoğan!
Hayal kurma.
Hayatı avucunun içine alamazsın.
Türkiye’yi avucunun içine alamazsın.
Hayatı ve dünyayı avuçlarının içine alabileceğini sananlar her zaman aldandılar.
Ama bu her zaman çok pahalıya mal oldu. Çok acı çektirdiler.
Kendinden farklı düşünenleri düşman gibi görmekten vazgeç.
Doğruları tekeline alamazsın.
Ve tek adam olamazsın bu ülkede.
Tuttuğun yol, istikrarsızlığa ve karanlığa açılıyor.
Tekrar etmekte yarar var:
Türkiye, tek bir adamın avucunun içine düşmeyecek kadar gelişti, büyüdü ve farklılaştı.
Bir an önce frene bas.
Öylesine kötü oynamaya başladın ki, böyle giderse, sayende ve aklı evvel danışmanlarının "katkıları"yla asker yeniden siyasete girecek, bunun işaretleri gitgide belirginleşiyor, farkında değil misin?..
____________________
* Pascal Mercier’in Lizbon’a Gece Treni isimli romanı, Kırmızı Kedi, s. 205.
T24 Yazarı
|
|
|
|
|
|
|